PaylaÅŸ
Sahi?
Siz ne alırdınız yanınıza, ıssız adaya düşseniz?
Kitap mı?
Yiyecek – su mu?
SevdiÄŸinizi mi?
Issız bir adaya düşseniz, canınızı kara parçasına attığınızda yanınıza almayı düşünemeyecek kadar başka şeyler gelse aklınıza.
Ne gibi?
Hayatınızın önemli dönüm noktaları, hayatınızı değiştiren kesitler mesela?
Yaşamınızı değiştiren, gözle görülen değişiklikler kadar bilmediğiniz ya da hayatınıza bir şekilde sızmış olan gerçekler gibi…
Düştüğünüz ıssız bir adaysa, eninde sonunda bulunur ve kurtarılırsınız.
Ama ya kendi hayatınızda kaybolduysanız…
N’aparsınız?
Ya da annenizi kaybederseniz…
Geçmişinizle mi yüzleşirsiniz?
***
Düştüğünüz ıssız adada, size bir mektup gelse!
Evet mektup…
Hem de geçmişinizden bir olayı anlatan…
Bu sayede, sizi sorgulatarak hem kendinizi hem de hayatınızı bulma noktasına getiren…
N’apardınız o zaman?
***
GEÇMİŞİNİZ HAYATINIZIN SAHİLİNE VURURSA!
Geçmişinizden gelen bir tokat…
Okuduğunuzda ya da duyduğunuzda yanağınıza ve de kulağınızı acıdan kızartan, canınızı acıtan…
Öncesinden bugüne kadar yaşadıklarımıza dönüp bakarak kendimizi, ruhumuzu ve de dolayısıyla da hayatımızı keşfedip, birçok şeyin farkına varmakla başlıyor aslında olay.
Bireysel farkındalıkla!
Malum, geçmişi aşabilmek için onu iyice kavramak işin ilk kuralı ya.
William Butler Yeats’in ‘Buradan geçmiş; ne geçiyor, ne geçecek!’ dediği gibi…
Çünkü önemli olan ve var olan ‘şu an’!
İnsan, kendini keşfi sırasında; travmalar, şaşkınlıklar yaşıyor, ruhunu yırtan sessiz çığlıklar atıyor.
Ve kabul etse de etmese de, sonunda, canı yansa da, içi acısa da, kolay ya da zor kabullenerek kendini buluyor.
Kah iki yanda çiçeklerin bittiği kah hüznün çakıltaşı olup canımızı acıtarak yürüdüğümüz yolda, kendini keşfeden insan, önce kendinin sonrasında toplumsal gerçeklere de uyanıyor haliyle.
İşte o zaman bize hep öğretilen tarihler, sınırlar, kimlikler gözümüzde daha gerçekçi bir anlam kazanmaya başlıyor.
Bu keşfi yapma yürekliliği gösteremeyen çoğu kişi, işin kolayına kaçıyor günümüzde.
Gitmek zorunda hissediyor kendini.
Bir şeylerden, bir yerlerden kaçarak…
Kaçtığını ya da giderek sorunu çözdüğünü sanarak.
Oysa bilmiyor ki, yüzleşemediği içindeki gerçekleri, gittiği her yere kendisiyle beraber götürüyor.
Ve eninde sonunda, günün birinde…
İşte o bireysel ve toplumsal gerçekleri usuldan kulaklarımıza fısıldarken aslında birçok gerçeği yüzümüze haykıran, hayatımızı, sevdiklerimizi ve birçok şeyi kaybetme noktasına gelmeden kendimizi keşfetmemiz gerektiğini hatırlatan bir oyun izledim geçtiğimiz günlerde.
Eleni’den Mektuplar!
Tiyatro Boğaziçi - Metin Göksel’in sahnelediği, Sevilay Saral’ın yazdığı; Pelin Batu, Uluç Esen, Duygu Dalyanoğlu, Zeynep Okan ve Cüneyt Yalaz’ın rol aldığı oyunda, gitmek zorunda olanların mektupları, hayatın ve tarihin sayfaları olarak sizin önünüzde açılacak.
Etnik kimliğin her geçen gün daha ürkütücü şekilde belirginlik kazandığı günümüzde, tarihin didaktik bir anlatımla değil de; küçük, adsız insanların hikâyeleri aracılığıyla kalplere işlediği oyundan çıkarken; kendinizi düşünüyor ve size geçmişinizden bir mektup gelse açtığınızda satır aralarında kaybolur muydunuz?
Ve ne cevap verirdiniz böyle bir mektup alsanız?
Bunun için ıssız adaya düşmek gerek yok.
Esas olan kendi hayatınızda ve içinizde kaybolmamak!
Bunu başardıktan sonra ha ıssız adaya düşün ha evrenin sonsuz boşluğunda uçun!
Evet, şimdi geçmişinize bakarak, içinizi fon yaptığınız beyaz sayfaya neler yazacağınızı merak ediyorum, kendi tarihinize ve yaşamınıza vereceğiniz cevabınızı, kalem yaptığınız kalbinizle!
                                             ÂMELÄ°KE BÄ°RGÖLGE
ELENİ’DEN MEKTUPLAR
7 Nisan Cumartesi 2012 16:00 – Maya Sahnesi
7 Nisan Cumartesi 2012 20:30 – Maya Sahnesi
19 Nisan Perşembe 2012 20:30 – Maya Sahnesi
26 Nisan Perşembe 2012 20:30 – Maya Sahnesi
Â
Â
PaylaÅŸ