Paylaş
“Büyükelçimizi geri çekeceğiz. Büyükelçinin Türkiye’ye gelişinden sonra nihai kararımızı vereceğiz” dedi.
Bu tasarının Alman Parlamentosu’nda bugün oylanacağından ve bütün partilerin bu tasarı için olumlu oy kullanacağından sağır sultanın bile haberi vardı.
Bu tasarı dün ortaya çıkmadı, 14 aydır komisyonda bekliyordu.
Ve Cumhurbaşkanı diyor ki “Büyükelçi geri gelsin, o zaman nihai kararımızı vereceğiz”.
Bu sözlerinden, bugüne kadar bu konuyla ilgili hiçbir tedbirin önceden düşünülmediğini mi anlamalıyız?
Öte yandan Cumhurbaşkanı böyle söylüyor ama zaten Türkiye’nin ne yapacağını da herkes biliyor.
Bugüne kadar 29 ülke böyle bir tasarıyı kabul etti ve o zaman Türkiye şunları yaptı:
Büyükelçisini geri çağırdı, “sert bir nota” verdi, bu devletlerin savunma ihaleleri vs gibi büyük devlet ihalelerine giremeyeceğini bildirdi.
Dolayısıyla yine bunları yapacağız.
Peki sonra ne olacak? Daha önce ne olduysa o olacak tabii.
Önce büyükelçi geri gönderilecek. Ardından ihalelerdeki kısıtlama kaldırılacak. En fazla bir yıl içinde bu konu tamamen unutulup kapatılacak.
Falcılık yapmıyorum. Seneye bu vakitler, bu yazıyı hatırlatırım.
KİBİRLİ BİR IRKÇILIK
ALMAN Parlamentosu’nun kabul ettiği ve “101 yıl önce Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara yönelik soykırımın hatırlanıp anılması” başlığını taşıyan tasarının bir tek sonucu olur: Türkler ile Ermenilere kötülük!
Tasarıda şöyle bir cümle var: “Tarihten bu yana Ermenilerle Türkler arasında oluşan uçurumun ortadan kaldırılması, uzlaşma ve karşılıklı anlayışın sağlanması için çaba harcamak da yine Almanya’nın sorumluluklarından biridir.”
Almanya bu işten kendisini sorumlu hissediyorsa (ki tarihi veriler hissetmesi gerektiğini de gösteriyor) yapacağı şey, böyle bir tasarıyla ortaya çıkmak olmamalıydı.
Çünkü bu tür girişimler, siyasi amaçlar ile şovenizmi körükleyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir sonuç doğurmaz.Türkiye’de de başka sonuç doğurmaz, Ermenistan’da da!
Tasarı, “geçmişle hesaplaşarak Türkiye ile Ermenistan arasında barışın sağlanmasına, ilişkilerin iyileştirilmesine hizmet eden çalışmalar yürüten bilim insanlarına burslar vermeyi” de öngörüyor.
Bu nasıl bir “bilimsel çalışma” olacak, anlayamadım.Hem tasarının başında 1915’te yaşananları peşinen “soykırım” diye tanımlıyorsun, hem de “bilimsel çalışmalar ile geçmişle hesaplaşmayı” öneriyorsun.
O bilimsel çalışmaların neyi kanıtlamak üzere yapılacağı daha buradan belli değil mi?Böyle peşin hükümle yola çıkan bir araştırma gerçekten “bilimsel” olabilir mi?
Tasarının tavsiyeleri arasında şu da var:
“Türk ve Ermeni hükümetlerini, durma noktasına gelen normalleşme sürecini canlandırmaları için cesaretlendirmek. Türk ve Ermeni hükümetlerinin, tarihi incelemek, diplomatik ilişkileri başlatmak ve sınırları açmak üzere bir komisyon kurulmasını öngören 2009 Zürih Protokolü’nü parlamentolarında kabul etmeleri için çaba harcamak.”
Türkiye’de ve Ermenistan’da bunun yapılmasını samimi olarak isteyenlerin, bu tasarının kabulünden sonra seslerini çıkarabilme olanakları var mı?
Alman Parlamentosu, aralarındaki sorunu kendi kendilerine çözmeyi beceremeyen iki Doğulu halka ırkçı bir kibirle öğütler veriyor!
Bu tasarıdan benim anladığım da bundan ibarettir.
ABD POLİSİNİN ELİNDEKİ KANITLAR
NEW York Başsavcısı Preet Bharara, Zarrab’ın avukatının dilekçesine karşılık olarak yargıca verdiği dilekçede “17 Aralık’ta Türkiye’de ortaya çıkan bazı gerçeklerin, ellerindeki bilgiler ile örtüştüğünü” söyledi.
Dosyasında bakanların rüşvet aldığına ilişkin görüntülerin yer aldığını belirten savcının şu sözü tüm Türkiye için bir utanç vesikası olmalı:
“Davanın kapatılması (17 Aralık soruşturmasını kastediyor) Zarrab’ın üst düzey Türk yetkililerle olan rüşvet ilişkisine ayrı bir delildir.”
Zarrab’ın avukatı, mahkemeye daha önce verdiği dilekçede Zarrab’dan rüşvet aldıkları iddia edilen bakanların TBMM’de aklanmış olmalarının dikkate alınmasını istemişti.
Savcı’nın buna yanıtı ise şu:
“Uluslararası hukukta soruşturmayı yapan savcı ve polislerin Zarrab davasının peşinden gitmemesi için yerleri değiştirildikten, kovulduktan hatta kendilerinin bizzat cezalandırılmasından sonra atanan savcının kararına saygı gösterilmesi şeklinde bir ilke yok.”
17 Aralık soruşturması için takipsizlik kararı veren savcılarımızın kulağı çınlasın!
Savcının dilekçesinde bence en ilginç yer, Amerikan kolluk gücünün e–posta araştırmalarının, 17–25 Aralık dosyası ile ilgili bilgileri doğruladığını yazmış olması.
Bir de “Zarrab ve yardımcılarının yetkililere nakit para teslimini gösteren fiziki takip materyalleriyle bu bilgilerin uyuştuğunu” söylüyor ki eğer gerçekten böyle görüntüler Amerikalı savcının elindeyse çok eğleneceğiz demektir.
Aslında 17 Aralık’ta Türkiye’de ortaya çıkarılan gerçekler, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bu rüşvet ilişkisini ortaya koyuyordu.
Evlere depolanmış paralar, bakanların özel çantalarında ayrı ayrı numaralanmış onlarca cep telefonu, telefon konuşması kayıtları, saatin verilişi, bu rüşvet çarkını ispat ediyordu.
Ama öyle bir taktik savaş verdiler ki bir anda rüşveti alan değil, rüşvet verildiğini tespit edenler suçlu konuma düşürüldü.
Fakat görüyorsunuz, gerçekler er ya da geç, burada ya da başka bir yerde ortaya çıkıyor.
Belki o kişiler hayat boyu Türkiye’de cezalandırılamayacaklar ama uykuları kaçacak biraz.
Türkiye’yi yöneten kadronun bütün dünyanın gözünde bir kez daha rezil olması ise cabası ama ne yazık ki bu ülkemiz açısından sevinilecek bir durum da değil.
Paylaş