Paylaş
Mahkeme bu kararını verirken “savunmalarının alınmış olması ve mevcut delil durumu gözetilerek, sanıkların mağduriyetlerine sebebiyet verilmemesini” gerekçe gösterdi.
Tutuksuz yargılamanın esas olduğunu, delilleri karartma ve kaçma olasılığı bulunmayan insanların tutuklu yargılanmalarının yanlış olduğunu hep yazıp çiziyoruz.
Mahkeme de belli ki bu kanaatte ve delil durumunu da yeterince inandırıcı görmediğinden olsa gerek, tutuksuz yargılama kararı vermiş.
Yalnız dikkatinizi çekmek istediğim husus şu: Bu kişiler, IŞİD Türkiye’nin üst düzey yöneticileri olma suçlamasıyla yargılanıyorlar.
Öte yandan, aynı adalet sistemi, akademisyenler bildirisine imza attıkları için üç akademisyeni tutuklamış bulunuyor.
Akademisyenlere atılı suç “terör örgütünün propagandasını yapmak”.
Bu, terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmaya göre daha hafif bir suç.
Terör örgütünün propagandasının yapıldığına ilişkin delil olan bildiri savcının dosyasında var. Sanıkların bununla ilgili ifadeleri de alınmış. Kaçma ihtimalleri yok, öyle bir olasılık olsaydı zaten tutuklanana kadar kaçacak çok zamanları vardı.
O zaman sormak gerekiyor: Bu akademisyenler neden tutuklu?
Adaletin terazisinde belli ki bir ayar bozukluğu var.
Ayar bozukluğunun nedenini de biliyoruz.
Çünkü akademisyenlerin tutuklanmasını isteyen kişi hem savcı, hem yargıç!
AB konsolosları, böyle bir ülkede davaları izlemesinler de neyi izlesinler?
Oradaydılar, çünkü güvenmiyorlar
İSTANBUL’daki AB konsoloslarının Can Dündar ve Erdem Gül duruşmasını izlemek için adliyeye gitmeleri devlet büyüklerimizi kızdırdı.
“Orada ne işiniz vardı” diye sordular, demeçler verildi, tweet’ler atıldı.
Konsoloslar neden oraya gittiklerini diplomatik nezaket gereği açıklayamazlar ama ben söyleyeyim:
Türkiye’de adaletin düzgün işleyeceğine güvenmedikleri için oraya gittiler.
AB üyesi olmak isteyen, bunun için sırf görüşmeler başlasın diye ağır bir mülteci kabul anlaşması imzalamak zorunda kalan bir ülkenin, demokrasi ve hukuk standartlarının ne olduğunu yerinde görmek, üyesi olmak istediğiniz topluluğun en doğal hakkıdır.
Zaten Kopenhag Kriterleri diye bir şey de var biliyorsunuz.
Bu topluluğa girmek istiyorsanız, bu ilkeleri de peşinen kabul ettiğiniz kabul edilir ve gereklerini yerine getirmeniz beklenir.
Gazetecilerin, yayınladıkları haber nedeniyle “casuslukla suçlanmasına” üyesi olduğunuz toplulukta her zaman rastlanmıyor, adamların bu
davanın neye benzediğini görmek haklarıdır.
Sadece onların değil, bizim de görmemiz, izlememiz gerekir ama dava “gizli” görülecek.
Açık bir toplumda böyle bir davanın gizli görülmesi kararının verilmesi, duruşma savcısının son anda değiştirilmesi gibi gariplikler ortada dururken, bunu tartışmak bile boş.
Konsoloslar, adliyeye gittiler, çünkü Türkiye’de adaletin bağımsız ve tarafsız olmadığının onlar da farkında!
Darbeyi kim yapacak?
REZA Zarrab’ın Amerika’da tutuklanmasından sonra yandaş medyayı bir telaştır aldı.
Bir kere bu haberin yayınlanmasından, Zarrab ile ilgili iddianamenin ayrıntılı olarak haberleştirilmesinden rahatsızlar.
Uzun süredir gazetecilik yapmayı unuttukları için, bu rahatsızlığı anlayışla karşılıyorum.
Ama işimizi düzgün yapmaya çalıştığımız için bizi suçlamayı da ihmal etmiyorlar.
Böylece ABD’nin, Türkiye’de hükümete karşı bir darbe planına zemin oluşturuyormuşuz.
17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını “darbe” çığlıklarıyla geçiştirmeyi başardıkları için şimdi aynı oyunun Reza Zarrab dosyasında da işe yarayacağını düşünüyor olmalılar.
Zarrab, Amerika’nın ve sonra da uluslararası toplumun İran’a uyguladığı ambargoyu delmek ile suçlanıyor.
Suçlamalar arasında bankacılık sistemini dolandırmak, karapara aklamak gibi konular da var.
Zarrab’ın bu iddialardan suçlu bulunmasının, Türkiye’de hükümetin düşmesine neden olması söz konusu değil.
Türkiye’de hükümetin nasıl düşeceği belli: TBMM’de güvenoyu alamazsa düşer.
Bu kadar açık ve net.
Bunun hükümete karşı bir darbeye dönüşmesi nasıl mümkün olabilir?
ABD ordusu, yanına savcılarını da alıp Türkiye’de darbe mi yapacak?
Böyle bir şeyi kimin aklı alabilir? Komplo teorilerine kendisini kaptırıp aklını oynatan birisinin bile gülüp geçeceği bir iddia.
Geriye bir tek şey kalıyor: Türkiye’de bir darbe olacaksa bunu yapacak olan da herhalde Türk Silahlı Kuvvetleri olmalı.
Daha önce böyle olmuştu, dünyanın başka yerinde de darbeleri silahlı kuvvetler yapıyor.
Türkiye’de, Silahlı Kuvvetler’in uzun süredir böyle işler içinde olmadığını biliyoruz.
Mevcut komutanların da her hareketleri ve sözleri, böyle bir şeyin Türkiye için artık söz konusu olmadığını gösteriyor.
Ama “Darbe yapacaklar” bağırtıları da bir türlü bitmek bilmiyor.
Hükümet, böyle bir şeyden kuşkulanıyorsa neden gereklerini yerine getirip darbe planlayanlar her kimseler onları adalete teslim etmiyor?
Bu olmuyor, çünkü darbe filan yapmaya kimse niyetli değil.
Merak ediyorum: TSK, bu konuda ne düşünüyor? Yandaş medyanın “Darbe yapılacak” iddiaları onları hiç rahatsız etmiyor mu?
Paylaş