Paylaş
34 vatandaşımızın uçaklarla bombalanarak öldürülmesi olayını soruşturup takipsizlik kararı veren askeri savcı da darbe girişimi soruşturmasına dahil edilmiş.
Bombalamadan sorumlu tutulan üç komutan da darbe girişimi nedeniyle tutuklu bulunuyor.
Uludere soruşturmasının iki numaralı sanığı Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı Uludere’deki İHA görüntülerini izleyip kaçakçı köylülerin terörist olduğuna karar veren korgeneral. Ve bugün, darbe girişiminden tutuklu.
Genelkurmay Harekât Başkanı görevini yürütürken darbeye kalkışan korgeneral, Uludere olayı sırasında tümgeneral rütbesinde ve köylülere havadan uçakla müdahale edilmesi için üstlerini ikna eden kişi.
Uludere katliamında, Kara Kuvvetleri İstihbarat Başkanı olarak görev yapan tümgeneral, Genelkurmay’dan Uludere’ye topçu atışı isteyen kişi. Ve şimdi korgeneral rütbesiyle darbe girişiminden tutuklu.
Bütün bu verilerden yola çıkan haber, Uludere’nin “FETÖ’nün işi” olduğunu anlatıyor.
Belli ki hükümette de böyle düşünenler var, yoksa böyle bir haber o gazetede asla yayınlanmazdı.
Uludere katliamı yaşandığında iktidarda AKP hükümeti vardı ve Başbakan da Recep Tayyip Erdoğan idi.
O gün Erdoğan olayın soruşturulacağını açıkladı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aynı şeyi tekrarladı.
Ama Uludere’de gerçekten ne olduğunu ortaya çıkaracak kapsamlı bir soruşturma da hiç yapılmadı.
“Kaçınılmaz hata” gerekçesiyle soruşturma kapatıldı ve Adalet Bakanlığı, bireysel başvurular üzerine Anayasa Mahkemesi’ne şu görüşü bildirdi:
“Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez. Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet yüklemek olur. Bununla birlikte olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir.”
Şimdi de Uludere’nin bir FETÖ operasyonu olduğunu söylüyorlar.
Ben de sormak istiyorum: O dönemde bu soruşturmanın örtbas edilmesine böyle bir siyasi destek verilmeseydi, ordu içindeki Fetullahçı örgütlenme daha önce açığa çıkarılmaz mıydı?
İçişleri Bakanı Efkan Ala, darbe girişimine yol açan gelişmelerin bir “sistem sorunu” olduğunu söylüyor.
Evet, bu bir sistem sorunu ama Ala’nın sözünü ettiği türden bir sistem sorunu da değil.
Sorun, kamu yönetiminin hesap verebilir ve şeffaf olmasının sağlanması ile ilgili bir sistem sorunu.
Bundan sonra benzeri örgütsel sızmaların önüne geçecek olan şey de budur:
Kamu yönetiminin hesap verebilir ve şeffaf olması!
Atlattığımız büyük tehlike, bunun önemini hepimize göstermiş olmalı ama en çok da devleti yönetenler bunu görmüş olmalı.
PARALEL YAPILAŞMAYI ŞEFFAFLIK ÖNLER
BAŞBAKAN Yardımcısı Nurettin Canikli, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma kararı vermesinden sonra İstanbul’un, Londra’nın yerine dünya finans merkezi olmak için potansiyelinin arttığını söyledi.
CANİKLİ’nin moralini bozmak istemem ama bugünkü şartlar altında bu hayli zor görünüyor.
İstanbul’un “The Global Financial Centers Index” isimli bir araştırmada yıllardır aynı sıralarda gezinmesinin nedeni rakibinin Londra olması değildi ki şimdi Londra devreden çıkınca onun yerini alabilsin.
Bu araştırmanın en sonuncusunda İstanbul’un gerilemesinin nedeni şunlardı:Şeffaflık yok, öngörülebilir bir hukuk düzeni yok, ekonomiyi yöneten kurumlar bağımsız değil, objektif bir vergi düzeni yok, yolsuzluklar önlenemiyor.
CNN İnternational’da 19 Eylül 2014 tarihinde yayınlanan bir haber, aynı araştırmaya göre İstanbul’un, “Geleceğin 9 Finans Merkezi” listesinde de yer almadığını gösteriyor.
Bunun nedenleri de aynı: Türkiye şeffaf değil, yolsuzlukları önleyemiyor, öngörülebilir hukuk düzeni yok, vergi sistemi objektif değil, keyfi.
Başbakan Yardımcısı Canikli, şimdi böyle bir adaylık için gerçekten samimiyse, hükümetini bu sorunu çözmeye ikna etmeli.
Çok büyük bir darbe belasını atlatmışken ve devletin yeniden yapılandırılması konuşulurken hayallerle uğraşmak yerine, somut gerçeğe dönmek gerekiyor.
Türkiye, eğer hukuk düzeni normal, şeffaf bir ülke olsaydı, Fetullahçı çete, devletin içinde böylesine örgütlenip darbe yapmaya kalkışabilir miydi?
FIRSATTAN İSTİFADE GÖRÜNTÜSÜ
NORMAL olarak bir yazının sonunda yer alması gereken hüküm cümlesini başında söyleyeyim: Nazlı Ilıcak’ın, Şahin Alpay’ın, Hilmi Yavuz’un, Bülent Mumay’ın “darbeci, Fetullahçı vs” olduklarına beni kimse inandıramaz.
Tutuklanan, haklarında arama kararı verilen gazetecilerin hepsini tanımıyorum.
Tanıdıklarım yukarıdaki isimler ve böyle boş bir suçlamayla gözaltına alınmaları “demokrasi bayramının kutlandığı” bir ülkede kabul edilebilecek bir durum değil.
Bu daha çok yazıp çizdikleri beğenilmeyen gazetecilerin, toplanıp hapse tıkıldıklarını düşündürtüyor bana.
Açıkça söylemeliyim ki bu bir “fırsattan istifade” görüntüsü veriyor.
Gözaltına alınan gazeteciler darbe girişiminin neresinde yer almışlar? Planlamasında mı, icrasında mı?
Fetullahçı çete, geçmişte büyük davaları muhalif sesleri susturmak amacıyla kullanmıştı.
Aynı hata tekrarlanmasın. Darbecilere yönelik hukuki mücadelenin meşruiyetine böyle hareketlerle gölge düşürülmesin.
Paylaş