Hsiao-Hsien Hou’nun derin ve şiirsel başyapıtı “Suikastçı” ve ‘kendini iyi hisset’ filmi “Kartal Eddie” haftanın diğer seçenekleri...
CLOVERFIELD YOLU NO: 10 ***
(10 CLOVERFIELD LANE)
YÖNETMEN: Dan Trachtenberg
OYUNCULAR: John Goodman, Mary Elizabeth Winstead, John Gallagher Jr.
2016-ABD-153’/AKSİYON, FANTASTİK
2008’den beri “Cloverfield/Canavar”ın devamının gelip gelmeyeceği sorularını yarım ağızla “belli olmaz” yanıtlarıyla geçiştiren J.J. Abrams’ın uzunca bir süredir sır gibi saklanan projesi, nihayet gün yüzüne çıkıyor. Ortalıklarda “Untitled Cloverfield Sequel”, “Intitled J.J. Abrams Project”, “Cloverfield 2” gibi isimler dolaşan filme olan merakımızı kamçılamaktan çekinmeyen Abrams, adı sanı duyulmamış iki yazarın (Josh Campbell ve Matthew Stuecken) hikâyesini satın alıp, senaryo kaleminde onların yanına “Whiplash”in yaratıcısı Damien Chazelle’i koyup, yönetmen koltuğuna da ilk filmini yönetecek Dan Trachtenberg’i geçirerek ‘Risk alıyorum ama projeye güveniyorum’u cümle aleme ilan etmişti. “Lost”tan beri, girdiği her projeyi bir şekilde satmayı başaran, Spielberg’ün koltuğunu layıkıyla dolduran Abrams “Cloverfield Yolu No: 10”u, “‘Canavar’ın devamı değil ama DNA’sını ondan aldı” cümlesiyle açıklıyor. El kamerasıyla çekilen “Canavar”da, bilinmeyen korkunç bir düşmanın dünyayı ele geçirişini izlemiştik, burada da benzer bir korkuyla ilerliyoruz. Film, bir mahzende tutsak olarak uyanan bir kadın ve onu korumak için bunu yaptığını söyleyen bir adamın hikâyesiyle başlıyor. Bir gün kadın bu esaretten kurtulup, dışarıya kaçmaya çalıştığında dünyayı ele geçiren yaratıklarla karşılaşacak ama geri dönmek ve kaçmak için çok geç olacaktır. Ne zaman, nerede bir bomba patlayacak endişesiyle başka bir hayata geçtiğimiz bu günlerde terör korkumuzla oynamaya aday olan “Cloverfield Yolu No: 10”, hikâyesi biraz karışık bulunsa da oyunculuklarda ve başarılı kurgusuyla eleştirmenlerden geçer notu almayı başardı.
ŞİİRSEL, DUYGUSAL VE ENTELEKTÜEL
HANGİMİZ DAHA GÜÇLÜ?
Batman v Superman: Adaletin Şafağı ***
(Batman v Superman: Dawn of Justice)
YÖNETMEN: Zack Snyder
OYUNCULAR: Henry Cavill, Ben Affleck, Amy Adams
2016-ABD-153’
AKSİYON, FANTASTİK
“300” ile Hollywood’un dikkatlerini üstüne çeken, “Watchmen”, “Legend of the Guardians” ve tuhaflar tuhafı “Sucker Punch” gibi benzersiz filmlere imza atan Zack Snyder, en son “Man of Steel” ile Superman’i yeniden ayağa kaldıran yönetmen ilan edilmişti. Superman’in Batman’le karşılaşacağı film için ilk düşünülen ismin Zynder olması şaşırtıcı olmadı anlayacağınız. Perdede ilk kez bu iki süper kahramanı birlikte, hatta karşı karşıya izleyeceğimiz “Batman v Superman: Dawn of Justice”’ın bir diğer sürprizi ise, Gal Gadot’un canlandırdığı Wonder Woman (Gelecek yıl nihayet kendi filmine kavuşacağını da haber verelim). Christian Bale’in artık sıkıldım diyerek bıraktığı Batman’i bu filmle Ben Affleck devralırken, Henry Cavill “Man of Steel”de kaldığı yerden devam ederek Superman’i, Amy Adams da Lois Lane’i canlandırıyor. Jesse Eisenberg, Diane Lane, Laurence Fishburne, Jeremy Irons ve Holly Hunter’lı kadrosuyla gözbebeklerimizi kocamanlaştıran filmin, devamı şimdiden çekiliyor, bilginize.
Beyazperdenin en şirin pandası Po’nun yeni serüvenlerini izlyeceğimiz “Kung Fu Panda 3” ve Benicio Del Toro, Tim Robbins ile Olga Kurylenko’lu dram “Mükemmel Bir Gün”, haftanın diğer seçenekleri...
KOD 999 ***TRIPLE 9 YÖNETMEN: John Hillcoat OYUNCULAR: Casey Affleck, Chiwetel Ejiofor, Anthony Mackie / 2016-ABD-115’ / AKSİYON, SUÇ, DRAM
Nick Cave’in senaryosunu yazdığı “The Proposition” ile tanıdığımız, ardından Viggo Mortensen’li postakoliptik başyapıtı “The Road” ile çıtasını yükselten John Hillcoat, bir kez daha suçun başrolde olduğu karanlık bir dünya tasvir ediyor ve bizi bir çete grubu ile işbirliğine soyunan polis memuru Chris Allen’ın akıl almaz soygun planının içine sokuyor. 5 yıldır konuşulan projede Shia LaBeouf’un başrolde olacağı ve müziklerini Hillcoat’un kadim dostu Nick Cave’in yapacağı kesin görünüyordu, ancak başrol, çok daha iyi bir seçimle Casey Affleck’e giderken, müziklerin başına ise “Social Network” ile Oscar kazanan Atticus Ross geçti. Filmde ayrıca Chiwetel Ejiofor, Teresa Palmer, Woody Harrelson gibi isimleri de izliyoruz. Kısacık görünse de Kate Winslet da karizmasıyla sallıyor.
Po babasıyla karşılaşınca
KUNG FU PANDA 3 ***
YÖNETMEN: Alessandro Carloni, Jennifer Yuh / 2016-ABD, ÇİN-95’ / AKSİYON, ANİMASYON, KOMEDİ
2008’de çekilen ilk filmden beri animasyon dünyasının vazgeçilmez kahramanlarından birine dönüşen Panda Po’nun maceraları 3. filmle birlikte devam ediyor. Bu kez Po, kayıp babasıyla karşılaşıyor ve onunla birlikte gizli panda cennetine doğru yola çıkıyor. Ancak kötü adam Kai’nin, Çin’deki bütün Kung Fu ustalarını yenmeye başlaması üzerine, Po bir köy dolusu cana sakar pandayı eğitmek ve onları Panda ustası haline getirmek için zorlu bir mücadeleye giriyor. Seriyi seven yetişkinler ve küçük izleyiciler kaçırmayacaktır.
Kosova’da trajikomik bir gün
Yapımcıların klasik hareketiyle ikiye bölünen son kitap “Yandaş”ta işler iyice tehlikeli bir hal alıyor ve serinin hayranlarını gözyaşına boğan sona doğru bir adım daha atıyoruz. Sarah Jessica Parker’ın oynadığı bir romantik komediye hala tahammülü olanlara “Roma’da Aşk Başkadır”, yerli psikolojik gerilim “Naciye” ve Ozan Güven, Meryem Uzerli, Belçim Bilgin, Okan Yalabık gibi isimleri buluşturan “Annemin Yarası” haftanın diğer seçenekleri.
UYUMSUZ SERİSİ: YANDAŞ (THE DİVERGENT SERIES: ALLEGIANT)
YÖNETMEN: Robert Schwentke
OYUNCULAR: Shailene Woodley, Zoe Kravitz, Miles Teller, Theo James
2016-ABD-121’/MACERA, FANTASTİK, BİLİMKURGU
“The Hunger Games”in edebiyat ve sinema milat olduğuna inandıran bir serinin daha sonuna geliyoruz. Veronica Roth’un “Divergent” (Uyumsuz) üçlemesinin son kitabından uyarlanan “Yandaş”, benzerleri gibi kitabın ikiye bölünmüş haliyle gösterimde. Serinin hayranlarını gözyaşlarına boğan ve Roth’a kızgın mektuplar yağdıran asıl finali, gelecek yıla izleyeceğiz yani. İkinci film “Kuralsız”da, sistemi alt üst eden bilgileri ortaya çıkarıp Şikago’yu çevreleyen duvarların dışına kaçan Tris ve Dört, dünyayı kurtarmak için şehre geri dönüyorlar ve bir anda kendilerini zor kararlar içinde buluyorlar. Yönetmen Robert Schwentke’nin bıraktığı yerden devam ettiği filmde, Shailene Woodley ve Theo James ikilisi savaşın içinde bile aşk yaşamaya devam ediyorlar. Kate Winslet’tan boşalan koltukta ise bu kez Naomi Watts oturuyor.
İLK AŞKIN PEŞİNDE
David Bowie’den Naomi Watts’a, kalbimizi hızlandıran starların filmlerini beyazperdede yakalamak için hala vaktiniz var yani. İşte bu yıl !f’te gözlerimizi kamaştıracak starlar:
DAVID BOWIE (The Man Who Fell to Earth/Dünyaya Düşen Adam)
10 Ocak’ta kaybettiğimiz ve gidişine hala inanamadığımız efsane sanatçı David Bowie’yi beyazperdede ilk kez izlediğimiz film, bilimkurgu klasiklerinden sayılıyor. 1976 tarihli bu kült yapım, gezegeninde yaşanan su sıkıntısına çözüm bulmak için dünyaya gelen ama burada geçen zamanı uzadıkça insanlığın yozlaşmalarına kapılıp ruhunu kaybeden bir uzaylının yaşadıklarını konu alıyor. Beyazperdede görebilmek için tek ve son şansınız olabilir.
VINCENT CASSEL (Prensim/Mon Roi)
Fransız sinemasının en karizmatik aktörlerinden Cassel, !f İstanbul’a Cannes’da yarışan son filmi “Prensim” ile geliyor. Birbirine çılgınca aşık Parisli iki bohemin fırtınalı ilişkisinin dünü ve bugününü konu alan film, kadın-erkek ilişkilerine ve aşktaki dengesizliklere Fransız usulü bakış. Başrolü paylaştığı Emmanuelle Bercot’ya Cannes’dan ödül getiren film, sıkı aşk filmi arayanlara hararetle önerilir.
LILY TOMLIN (Grandma/Anneanne)
70’lerden başlayarak her dönem huysuz ama tatlı kadın rolleriyle kalbimizi çalan Tomlin, Altın Küre’ye aday olduğu bu komedide, torununa kürtaj yolculuğunda destek olan lezbiyen anneanneyi canlandırıyor. Festivalin en eğlenceli seyirliklerinden.
ELIZABETH MOSS (Queen of Earth/Yeryüzünün Kraliçesi)
Bir kez daha bağımsız sinemanın en iyilerini, Sundance’ten Cannes’a dünyanın önde gelen festivallerinin çok konuşulan ödüllü filmlerini Ankara’ya getiren !f İstanbul’un programında kaybolmuş, kararsız !f’çiler için bir liste hazırladık.
* Aşk 3D (Love 3D): “I Stand Alone”, “Irreversible/Dönüş Yok” ve “Enter the Void” filmleriyle hayranları olduğu kadar nefret edenlerini de yaratan Gaspar Noé’nin yılın 3 boyutlu seks ve aşk karması deneyimini başka hiçbir yerde izleyemeyeceğimiz kesin. İlk biletiniz “Aşk 3D”ye olsun!
* Der Nachtmahr: Yaratık filmlerine getirdiği taptaze bakış ve takip edilesi bir yönetmeni (AKIZ) müjdelediği için kaçırılmayacaklar listesine eklenmeli. Bilimkurguda yeni tatlar arayan takipçilere özellikle önerilir.
* Sen Benimsin (A Bigger Splash): Tilda Swinton, Ralph Fiennes, Matthias Schoenaerts ve Dakota Johnson! “I am Love/Benim Adım Aşk” ile bizi kalbimizden vuran İtalyan yönetmen Luca Guadagnino’nun son filminde bir araya gelen bu dörtlüden, yılın en seksi filmlerinden birinin çıkmaması mümkün değildi elbet.
İş Bankası Maximum Kart partnerliğinde gerçekleşecek 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin İstanbul ayağında biletleri ilk günden tükenen filmler için acele etmenizi öneririz. İşte o filmlerden birkaçı:
Gaspar Noé’nin aşkı tüm çıplaklığıyla anlattığı, Cannes’da kuyruklara yol açan son filmi “Love 3D/Aşk 3D”; Ceyda Torun’un İstanbul’un kedilerini anlattığı ve hayvanseverlerin merakla beklediği belgeseli “Kedi”; Grant Gee’nin Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’nden esinlenerek çektiği, dünya prömiyerini yaptığı Venedik’te hayranlıkla karşılanan “Innocence of Memories/Masumiyet Müzesi”; Sundance’te Görüntü Yönetmeni Ödülü kazanan, Berlin’in Generation bölümünde “En İyi Film” seçilen, bağımsız sinemanın en önemli ödüllerinden Gotham’da da Bel Powley’e En İyi Kadın Oyuncu Ödülü getiren “The Diary of a Teenage Girl/Bir Genç Kızın Gizli Defteri” ve Jean-Marc Vallée’nin Jake Gyllenhaal ve Naomi Watts’ı başrole taşıdığı son filmi “Demolition/Yeniden Başla”! 3-6 Mart 2016 tarihlerinde Ankara’da Cinemaximum Armada gerçekleşecek !f İstanbul biletleri ise Pazar gününe kadar biletix’te indirimli ön satışta! Elinizi çabuk tutun!
HAFTANIN FİLMLERİ
KARANLIĞIN BAKIŞISAUL’UN OĞLU(SON OF SAUL) *****YÖNETMEN: László Nemes OYUNCULAR: Geza Röhrig, Levente Molnar, Urs Rechn 2015-MACARİSTAN-107’ DRAM, TARİH, GERİLİM
Dünya prömiyerini yaptığı Cannes’da “Carol” ile birlikte en güçlü aday olarak gösterilen, ödülü “Dheepan”a kaptırsa da Büyük Ödül ve FIPRESCI Ödülü’nü alan, geçtiğimiz ay Altın Küre’de Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü’nü en büyük rakibi “Mustang”in elinden kapan “Saul’un Oğlu”, bugüne dek gördüğümüz soykırım filmlerinden çok ayrı bir yerde duran, sertlikte sınır tanımayan bir film. İlk filmiyle eleştirmenlerce övgülere boğulan Macar yönetmen László Nemes’in Clara Royer ile birlikte yazdığı filmde, 1944’te Auschwitz toplama kampında ölüleri yakmakla görevli Macar-Yahudi mahkum Saul Ausländer’in günün birinde oğlu olduğuna inandığı bir cesetle karşılaşması ve onu yakılmaktan kurtarıp inancına uygun şekilde gömmek için verdiği mücadeleyi izliyoruz. 35 mm çekilen “Saul’un Oğlu”, “Miss Balala”, “James White” gibi filmlerden aşina olduğumuz Macar görüntü ustası Mátyás Erdély’nin gözü sayesinde hikâyenin sarsıcılığını güçlendiriyor ve Oscar’larda da ödülü Mustang’e bırakmayacak görünüyor.
ROOM: GİZLİ DÜNYA **
YÖNETMEN: Lenny Abrahamson
Ryan Reynolds’ın hayat verdiği Deadpool, komedi ve aksiyon vadediyor! Yılın merakla beklenen projesi “Danimarkalı Kız” ise ilginç konusu ve özellikle Eddie Redmayne’in muhteşem oyunculuğuna rağmen Hollywood usulü melodrama dönüşmekten kurtulamıyor.
DEADPOOL
İlk kez 2009’da “X Men Origins: Wolverine”de karşımıza çıkan Marvel karakteri Deadpool, kendi filmine kavuşmanın sevinciyle aramızda. Fazlasıyla gürültülü, kanlı ve çenebaz bir şekilde hem de. Bilmeyenler için hemen tanıştıralım: Deadpool’u çizgi roman dünyasında farklı kılan (eh, hep aynı hep aynı süper kahramanlardan Hollywood bile sıkıldı) bir dolu özelliği var. En bilineni, Deadpool’un bir çizgi romanda olduğunun gayet bilincinde olması ve böylece dördüncü duvarı yıkması! Diğerleri gibi kendini ya da eylemlerini ciddiye almadan, ölümle burun buruna geldiğinde bile (ki gerçekten Ölüm’le yüz yüze geliyor ve kendini ona hayran bırakıyor) kötü esprilerinden bir an olsun vazgeçmeden hayatta kalan biri. Saçma sapan planlarıyla ilk başta kimselerce ciddiye alınmasa da her zaman en iyi yöntemi bulan, çizgi roman dünyasının en saçma ve komik karakteri de aynı zamanda. Bruce Lee filmlerine ve bilimkurguya hayran kahramanımız, filmde göreceğiniz şekilde ölümsüzlüğü ve hızlıca iyileşebilmesiyle de meşhur. Öyle ki, Wolverine’kinden daha hızlı işliyor bu süreç ve Hulk’ın paramparça ettiği uzuvlarını çabucak bir araya getirip yaşama kaldığı yerden devam edebiliyor. Bir diğer çekici ve ayrıksı özelliği ise, bildiğimiz diğer süper kahramanlar gibi dünya barışı için değil öldürmek ve para için yaşaması... Ne iyi ne kötü anlayacağınız, gerçek bir anti kahraman! Kanser olduğu için çok kısa ömrü kaldığını öğrenip bir askeri deneye katılan Deadpool (adını da bu deneyde başarısız olan deneklerin atıldığı yerden alıyor), kontrol edilemez bir beden bozukluğu sürecine giriyor ve Spider Man’in kıyafetine çok benzer kırmızı bir kıyafetle yaşamaya mahkûm oluyor. Ve tabii, düşmanlarından intikam almaya yemin ederek aramıza katılıyor. İlk kez beyazperdede göründüğünde izlediğimiz Ryan Reynolds, rolünü bırakmıyor ve bu sinir bozucu derecede geveze ve sulu kahramana hayat vermekte eksik kalmıyor. Daha çok oğlan çocuklarına seslenen filmi, koparılan kafalar fantezisi olanlara da tavsiye ederiz.
HOLLYWOOD’A HAZIR TRAJİK HAYATLAR
DANİMARKALI KIZ
THE DANISH GIRL
David Ebershoff’un 2001’de çıkar çıkmaz yapımcıların göz koyduğu aynı adlı kitabından uyarlanan “Danimarkalı Kız”, cinsiyet geçiş operasyonunu tamamlayan ilk trans kadınlardan Danimarkalı ressam Lili Elbe ve eşi Gerda Wegener’ın hayatından esinlenen ağır bir melodram. Einer Wegenar adıyla erkek olarak geçen yıllar, üniversitede tanıştığı ve kendisi gibi ressam olan Gerda’yla evliliği, başlangıçta eğlence olarak başlayan ama zamanla Lili adlı ikinci bir kişiliğe dönüşmesine ilham olan kadın kılığında modellik, Kopenhag’daki tacizlerden bunalıp kapağı Paris’e atma, buranın marjinal sanat ortamında Lili’yi sokaklarda bile özgür bırakabilme, aktif olarak lezbiyen olan eşi Gerda’yla devam eden aşkı, cinsiyet geçiş operasyonlarının henüz deney olarak yapıldığı yıllarda dört kez ameliyat olma ve kendisine evlenme teklif eden adama çocuk verebilmek için yattığı ameliyat masasında gelen ölüm… Bundan sonrası da, ona kadın kıyafetleri giydirdiği için ölümüyle suçlanan Gerda Wegener’ın hikâyesi... Einar’la tanışıp, evlendikleri şehir olan Kopenhag’a geri dönen Gerda, burada küçük bir daireye kendini kapatıp alkole veriyor ve kariyeri çoktan silinmiş, yalnız bir kadın olarak hayata gözlerini yumuyor. Hollywood’un çok seveceği ve Oscar’a oynamak için her türlü trajediye sahip bu hayat hikâyesini anlatmak için ilk başta Tomas Alfredson, Lasse Hallström gibi yönetmenlerin isimleri geçiyordu. Ama proje, sonunda “The King’s Speech/Zoraki Kral” ile Akademi’nin radarına giren, ardından “Les Misérables/Sefiller” çeken Tom Hooper’da kaldı. “The Theory of Everything/Her Şeyin Teorisi”nde Stephen Hawking rolüyle Oscar kazanan İngiliz aktör Eddie Redmayne projenin başından beri düşünülen isimken, Gerda Wegener rolü için senaryo Charlize Theron, Gwyneth Paltrow, Uma Thurman ve hatta Marion Cotillard gibi isimlerin elinde dolaşıp sonunda, 2015’in açık ara en iyi bilimkurgusu “Ex Machina”yla aklımıza kazınan Alicia Vikander’a gitti. Oscar’larda beklediğini bulamayan, oyuncularına ve elbette sanat yönetimine adaylıklar getiren filme giderken yanınıza bolca mendil almanız konusunda özellikle uyarırız.
YILDIZ TABLOSU