Son verilere ‘tek haneye’ iniş dışında birkaç önemli veri daha vardı:
1. Türkiye, son 1 yılda 1.4 milyon kişiye iş yaratmayı başardı.
2. İşgücüne katılım oranı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1.1 artarak yüzde 49.9’a yükseldi.
3. İşsizlik oranının düşüşünde ‘mevsim’ etkisi var dense bile, turizm ve tarıma yönelik istihdamın esasen Mayısla birlikte canlanacağını da unutmamak gerekiyor.
Dönüp o söyleşiyi bir daha okudum. Babacan, ekonominin önündeki 3 önemli riskin altını çizmiş:
1. İlk risk ekonomideki ısınma işaretleriydi. ‘Türkiye kazanmadan harcamaya ve bunu da çok yüksek miktarlarda yapmaya devam ederse işte o zaman risk oluşuyor’ demiş ve eklemişti: ‘İleride risk oluşmasın diye şimdiden çözüm bakıyoruz.’
2. Sonra Amerika’yı adres göstermiş ve bugün çok konuşulan ‘borçlanma tavanının’ altın çizmişti: ‘ABD’de bütçe açığı var, fakat borçlanma için kanun gerekiyor. Cumhuriyetçi ağırlıklı kongre ‘O kanunu ben geçirmem’ diyor. Bu durumda ne olacak? ABD borcunu ödeyemeyecek. Bu çok riskli.’
3. Küresel ekonomide en büyük risk Avrupa’dır. Kamu açıkları ve borçlar ciddi sıkıntı yaratıyor. AB’de bir mekanizma kurdular, bu da 3 ülkeye yetiyor. Fakat sıradaki 4’üncü ülkenin büyüklüğü, diğer 3’ünün toplamının 2 katı. Bunun henüz mekanizması yok.’
Vatandaş 8 yıl önce düğünde yeğenine Cumhuriyet altını takmış. O tarihte 120 TL’nin biraz üstündeymiş. Şimdi bana şunu soruyor: ‘Şimdi Cumhuriyet Altını 530 TL’nin üstünde. Ben de onun kızına aynısını takmasam ayıp olacak. Ama benim gücüm yetmiyor ki?’
Bu vatandaş haklı… Altın hakikaten almış başını gidiyor… ‘Balon’, ‘Düzeltme gelecek’ ya da ‘Daha fazla yükseliş olmaz’ gibi değerlendirmelere rağmen bu yazıyı hazırladığım sırada 1.548 dolar/ons bedelinden işlem görüyordu.
Çeyrek altının bile fiyatının 130 TL’yi geçtiği bir dönemde, altının geleceğini merak edenlerin sayısı bir hayli fazla… İzlediğim kadarıyla dünyanın da Türkiye’den farkı yok. Öyle ki, bir zamanlar altın üzerine rapor hazırlamayan banka ile yatırım şirketleri, bu alışkanlıklarını geride bıraktılar.
Altının durumu ne olacak?
Evlerinden 1 saat mesafedeki kasabaya gidip içinde 100 solucanın bulunduğu bir kutuya 33.45 dolar ödemişlerdi.
Hedefi, solucanların yumurta bırakması ve onlardan da yeni solucanlar çıkmasıydı. Böylece yeni solucanları satıp parasını ikiye katlayacaktı. Ancak, planladığı gibi gitmedi ve bir süre sonra kutudaki bütün kavanozlar ortadan yok oldu.
Fakat genç girişimci yılmadı. Bir süre sonra evden çıkarılan eski eşyaların satışını yapmaya başladı. Kendi evlerindeki eşyalar bitince komşularınınkini aldı.
Her zaman iş peşinde koştu
Tam böyle olmasa bile, üniversitelileri, genç yönetici adaylarını, PR ve iletişim uzmanlarını, hatta yöneticileri böyle bir çalışmaya, yaşanmış bir olayda nasıl karar vereceklerini paylaşmaya davet ediyorum. Olayı şöyle ortaya koyayım:
-Toplantıya katılmak için bir otele gidiyor, valeye arabanızı çalışır vaziyette veriyorsunuz. Arabanın anahtarı, bir ev anahtarı ile birlikte anahtarlığa bağlı.
-Gece geç saatlerde etkinliğiniz sona eriyor, arabanızı çalışır vaziyette alıyor ve evinize gidiyor, park ediyorsunuz. Stop etmek için anahtara basıyor ve elinize alıyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, üzerinde anahtarlık ve evin anahtarı yok.
-Arayıp tarayıp sonunda evin anahtarını sürücünün yanındaki küçük bölmede buluyorsunuz. Anahtarlık ise kayıp…
Türkiye İstatistik Kurumu’nun enflasyon hesabı için izlediği verilerden aldığım bu rakamlar, 7 yılda, fiyatların 3 katına ulaştığını ortaya koyuyor. Üstelik, bu resmi rakamlar… Fiyatlar, aldığınız kasap ya da markete göre daha yukarı da gidebiliyor.
Geçenlerde bir araştırma yayınlandı. Buna göre 1 kilogram et Avrupa’da 4-7 Euro, ABD’de ise 4 dolardan satılıyor. Türkiye’de ise 15 doları buluyor. Avrupa ve ABD’deki vatandaşların satın alma gücünü düşündüğünüzde, Türk halkının durumunun ne kadar içler acısı olduğu daha iyi anlaşılıyor. Onlarda kişi başına milli gelir 30-40 bin dolar arasında, bizde ise 8-9 bin dolar düzeyinde seyrediyor.
İki önemli gelişmeye dikkat
Sadece son 1 yılda etin fiyatının yüzde 70 olması, bir anda herkesi bu cepheye yönlendirdi. Tarım Bakanı’nın da açıklamasını okudum. ‘Et fiyatlarına yönelik önlemler’ hazırlığı içinde olduklarını belirtiyorlar.
Şimdi yeni bir kitabı çıktı. ‘Drive’ adını verdiği bu kitapta, aslında iş dünyasında çalışanları gerçekte nelerin motive ettiğini, yöneticilerin ise hangi yanlışları yaptığını anlatıyor.
Hakikaten ilginç bir de yaklaşım getirmiş. ‘Artık klasik havuç ve sopa yöntemi geride kaldı, işe yaramıyor’ tezini savunuyor. Eski moda yöntemlerle, örneğin çok çalışan para, yan haklar ve terfi ile ödüllendirmenin anlamsızlaştığını söylüyor. Yeni dönemde çalışanları motive etmenin yeni yöntemlerinin olması gerektiğini söylüyor. Buna da bilişim dünyasındaki gibi bir isimlendirme yapıyor.
Biliyorsunuz, bilişim dünyasında yeni yazılım ürünlerinin isimlerine 1,0 ve 2,0 gibi versiyon numaraları verilir. Pink de yeni dönemde ‘Motivasyon 3.0’ (Motivation 3.0) yaklaşımının öne çıkacağını savunuyor.
Peki neler yanlış, neler değişecek?
-Motivasyon 1.0 hala uygulamada ama antik dönemden kalma yöntemlerle yapılıyor.
Bodur, özünde önerisinde haklı… Ancak, TÜSİAD’ı, TÜSHİAD yapmak pek kolay ve anlamlı görünmüyor. Benim önerim, TÜSİAD’ı koruyarak, derneğin adını değiştirmek… Önce derneğin adına bakalım: Türkiye Sanayiciler ve İşadamları Derneği… Burada küçük bir değişiklik yapmak ve başkanlığını kadının yaptığı derneğe, üyelerinin bir bölümünün temsilini katmak mümkün…
TÜSİAD kısa adı kalmak üzere derneğin yeni adı Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği olur ve Ümit Boyner de daha büyük bir kadın desteği ile yoluna devam eder.
67 kadın üye varken!
Biz bu değişikliği Ekonomist’in “Ekonomide Yılın Adamları” ödülünde gerçekleştirmiştik. Bir zaman sonra baktık ki, ödülü alanlar arasında kadınlar da var. Töreni yapıyoruz, iş kadını kürsüye geliyor, arka planda ‘Adamlar’ yazan bir platformda, ödülünü alıyor.