14 Nisan 2011
YILLAR önce Çayyolu’nda, projesi ve fiyatları ile duyanları hayretler içinde bırakan bir sitenin temelleri atıldı. Her bir evin önünde kendine ait 45 metrekarelik havuzu, 100 metrekare salonu, 40 metrekare mutfağı , hizmetçisine bile 2 oda bir banyo ayrılmış olan devasa saray yavruları..
Öylesine dikkat çekici ve görkemli bir projeydi ki, 2003 yılında ekşi sözlük’ün ‘entry’lerine girdi.
Ancak evlerin kaba inşaatı tamamlanmak üzere iken, projeyi yürüten inşaat firması battı.
¡ ¡ ¡
Firmanın batması, inanılmaz bir skandalı daha ortaya çıkardı, evlerin bir bölümü birden fazla kişiye satılmıştı. Doğal olarak büyük bir hukuk mücadelesi başladı.
Sonra bir firma inşaatı devraldı, hatırladığım kadarıyla o da battı. Paralarını alamayan işçiler eylem yaptılar, evlerin çatılarını yaktılar.
Ardından inşaatı bir başka firma devraldı ve hukuk açmazları ile birlikte siteyi tamamladı.
Peyzajına kadar eksik kalan bir şey kalmadı.
Evlerin satış fiyatı için 1 milyon lira civarında rakamlar konuşuluyordu.
Bir iki yıl önce bazı evlere taşınanlar oldu. Bazı evlerde hala emlakçıların satılık ilanları asılı durumda..
Ankara’nın belki de site tarzındaki bu en lüks evleri için trilyonlarca para harcandı, yargı yıllarca uğraştırıldı.
¡ ¡ ¡
Bir süre önce, belediye meclisinden sessiz sedasız bir karar geçirilmiş.
Söz konusu sitenin olduğu bölgedeki inşaat yoğunluğu, öğrenebildiğin kadarıyla 0.75’ten 1.75’e çıkarılmış.
Planlanan ise bu evlerin tamamen yıkılıp, yerine çok katlı binalar halinde yaklaşık 900 evden oluşan yeni bir lüks site yapılmasıymış.
Basit bakkal hesabı ile çarpıp bölündüğünde, eklentileri ile birlikte tahminen 300 milyon liraya yakın bir ticari değer ortaya çıkıyor. (eski para birimi ile 300 trilyon)
İki satırlık belediye meclisi kararı ile 300 milyon liranın kimin cebine konulduğunu ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.
Şaşıracak mıyız..?
Sanmıyorum..
Biz millet olarak şaşırmayı, yıllar önce unuttuk.
Sadece susacağız..
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2011
Yıllar önce Gençlik Parkı’nda hafta sonraları, kolları kısa basma elbiseleri ile cilveli genç kızlar göze çarpardı. Çarşı iznine çıkmış erlere yanaşır, kollarına girer, birlikte fotoğraf çektirirlerdi. Erler ceplerindeki harçlığın yarısını öder, çekilen fotoğrafı satın alır ve doğruca Posta Caddesi’de gidip memleketlerine postalarlardı.
Elbette fotoğrafın arkasına küçük bir not düşerek: “Ankara’daki yavuklum. Şafak 125..”
Türkiye’nin 1980 sonrası içine düştüğü dönüşüm girdabı, ister istemez kentlerin sosyokültürel yapılarına da yansıdı.
Ankara’da bu girdabın en çok hasar verdiği bölge, Ulus oldu. Kentin kültüre teğet geçmiş burjuvazisi, o yıllardan bugüne Ulus’u bir nevi ‘istenmeyen bölge’, ‘keşmekeş merkezi’ ilan etti.
Gençlik Parkı’ndaki amatör/fotomodel köy kızlarını en rakı(m)lı masalarda sosyolojik tartışmalara yatıran entelektüeller, Ulus’ta dolaşmak zorunda kaldıklarında kafalarında yarattıkları korku simülasyonlarında tir tir titrediler.
Ne gariptir ki, o insanlar tiksinerek baktıkları ‘keşmekeş’i, bugün kendi peşlerinden Çankaya’ya kadar sürükledi.
Benim ‘geniş çevre/dar açı aydınları’ olarak nitelediğim bu insanların Ulus konusunda haklı oldukları bazı teşhisleri olmakla birlikte, pek çoğumuz Ulus ve çevresine serpilmiş tarihi dokuyu görmedi, göremedi, görmek istemedi.
¡¡¡
Geçtiğimiz hafta turizmcilerin ‘ağabeyi’ Seçim Aydın ile birlikte Ulus Çankırı Caddesi’nde iki ayrı oteli ziyaret ettik.
Ne yalan söyleyeyim, doğma büyüme Ankaralı olduğum için bugüne kadar Ankara’da bir otelde kalmam hiç gerekmedi. Ve bu yüzden de, Ankara’nın otelleri benim için, hep kentin bilmediğim mekanları oldu.
Ulus’ta, özellikle Çankırı Caddesi’ndeki otellerde kimlerin kaldığını her zaman merak ettim.
Seçim Bey ile ilk önce Royal Carine’ye girdik.
Bizleri otelin Genel Müdürü Turhan Torun Güven karşıladı. Odalarını gezdik, tesisi yakından tanıdık. Ardından terasa çıktığımızda, şaşkınlığımı artık gizleyemeyecek bir noktadaydım.
O güne kadar Ankara’da böyle bir panorama görmemiştim.
Atakule, Sheraton ve Hilton otelleri, Kocatepe Cami, Anıtkabir, Cumhuriyet Kulesi, Cumhuriyet’in hemen hemen tüm binaları, Roma Hamamı, Hıdırlıktepe, Ankara Kalesi, Hacı Bayram Cami, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve bunların arasında şu an aklıma gelmeyen sayısız Ankara simgesi..
Bütün bunların aynı anda görülebildiği başka bir nokta olduğunu sanmıyorum.
İnsanın aklını başından alan bir manzara..
¡¡¡
Ardından hemen yanındaki Hotel Atalay’a geçtik. Bizleri otelin sahibesi Gülsüm Hanım ile müdürü Celal Bey karşıladı.
Yine son derece özenli ve bakımlı, tertemiz bir otel..
Hotel Atalay’ın terasında bu defa gözlerim tek bir noktaya kilitlendi.
Durumu fark eden Gülsüm Hanım gülümseyerek, “Sanırım siz de şaşırdınız. Roma Hamamı’nı buradan görenler, genelde şaşırıyor. İnsanların kafalarındaki görüntüden çok daha farklı, çok daha görkemli” dedi.
Gerçekten de öyleydi..
“Akşam ışıklandırıldığında da görmek isterim” dedim.
Bu sefer Gülsüm Hanım’ın gözleri daldı, “Ne yazık ki ışıklandırılmıyor, hatta kullanılmıyor, değerlendirilmiyor ve hak ettiği ilgi gösterilmiyor” karşılığını verdi.
Kahve içmek için lobiye indiğimizde, 50’nin üzerinde Japon turist doluştu otele.. Bizim yanı başımızda görmediklerimizi, ışıklandıramadığımız değerleri görmek için binlerce kilometre yol gelmiş onca insan..
O gün eve giderken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bu köşeden bir çağrı yapmaya karar verdim.
Gelin bir gün akşam üzeri, o terasa gidelim. Kahvelerimizi keyif içinde yudumlarken, Ankara’nın güzelliklerini bir kez daha teslim ve tescil edelim.
Üzerine basıp çiğnediğimiz Ankara değerlerini yad edelim. Ateşe attığımız kültür değerlerini belki..
Güneş Ankara sırtlarında kaybolmaya başladığında, Roma Hamamı’nı terk ettiğimiz karanlığa birlikte üzülelim.
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2011
Tıpkı yılbaşı çekilişi öncesinde, Milli Piyango’nun büyük ikramiyesi üzerine hayaller kurmak gibi.. Atatürk Bulvarı’nda Kuğulu Park’tan Bakanlıklar’a doğru yürürken, kent merkezinin yıllar içindeki değişimini düşündüm.
Uzun zaman önce Ankara’nın en gözde merkezi, Ulus’tu..
Ulus can çekişmeye başladığında, Sıhhiye ve Kızılay’a kaydı kentin merkezi..
Sonra Bakanlıklar, Tunalı, derken Çankaya..
Atakule’nin tıklım tıklım dolu olduğu günler..
Ardından Karum İş Merkezi’nin süksesi..
Bir de şimdi bakın..
Ankara’nın ‘can çekişme ekseni’, Çankaya’yı da yutmuş, Mühye’ye; hatta Oran’a doğru ilerliyor.
Çankaya’nın çöküşünü fırsat bilip baş kaldıran bir Çayyolu var, ama orası da yerel yönetimler sayesinde her gün ayrı bir darbe ile sarsılıyor.
Milli Piyango’nun büyük ikramiyesi ile bütün bunların ne ilgisi olduğunu sorabilirsiniz..
Ankara, uzun yıllardır hayalini kurduğu büyük ikramiyeyi kazandı.
ABD Büyükelçiliği’nin Dikmen’e taşınıp arsa ve binasını Büyükşehir Belediyesi’ne terk edecek olması, son yıllarda Ankara’nın yakaladığı en önemli fırsatlardan birisidir, büyük ikramiyedir..
Şimdi bu ikramiyenin nasıl değerlendirileceği, Ankara için belediye başkanını seçmekten bile daha önemli bir karardır..
ABD Büyükelçiliği’nin Kavaklıdere’deki arsasına ne yapılacağı ile ilgili karar, Çankaya açısından şu üç sonucu doğurabilir:
1-) Ne bir faydası, ne de bir zararı olur. Eski tas eski hamam, Çankaya çöküş sürecini sessiz sedasız yaşamaya devam eder.
2-) Çöküş sürecinde rol oynayan faktörler (otopark sorunu, trafik, işyeri işgali, yüksek yoğunluklu yapılaşma) tetiklenir ve Çankaya’nın Ulus’tan farkı kalmaz.
3-) Çankaya’nın sınırı olan bu alandaki olumlu değişim, çöküş sürecini önemli ölçüde geciktirir.
İlerleyen dönemde alınacak kararı hep birlikte göreceğiz..
Umarım üç beş tane uyanık tüccar ortaya çıkıp da, “Oraya eşeğe ters binmiş Nasrettin Hoca heykeli dikeceğiz” sözü verip, trilyonları cebe indirmez..
Benim hayal ettiklerim mi..?
Siyaset, hayallerimi yakalayamaz..
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2011
Nasıl gelip geçtiğini bile anlamadan, Ankara Hürriyet Genç Nota Liselerarası Müzik Yarışması dördüncü yılına geldi. 2008 yılında 36 okul ile Ankara’ya başladığımız etkinlik, dördüncü yılında Ankara’nın yanı sıra Ege, Akdeniz bölgeleri ve Eskişehir ile 117 yarışmacı okula ulaştı. Bir başka deyişle Genç Nota, Türkiye’nin en büyük gençlik organizasyonları arasında yerini aldı.
17 Nisan’da Eskişehir, 24 Nisan’da Akdeniz, 1 Mayıs’ta İzmir ve 8 Mayıs’ta Ankara elemelerinin ardından, 14 Mayıs’ta Ankara’da büyük finali, önceden fısıldadığımız arkadaşlarımızın bile inanamadığı bir sürpriz ile gerçekleştireceğiz.
Dünya çapında ünlü senfonik metal grubu Haggard, Genç Nota’nın büyük finalinde sahne alacak.
Üstelik Türkiye’nin dört bir köşesinde şimdiden heyecan yaratan Haggard’ın Ankara konseri, ücretsiz ve halka açık yapılacak.
Hürriyet’in gençliğimize armağanı..
Rock ve pop tarzında müzik yapan 117 okul grubu, 800 civarında liseli müzisyeni ve doğrudan Genç Nota ile ilgili 100 bine yakın öğrenciyi temsil ediyor.
Bu yıl ile birlikte Genç Nota’nın sahnesine çıkan lise öğrencisi müzisyen arkadaşlarımızın sayısı ise toplamda 2 bine ulaşıyor.
Dört yıllık süreçte, hep yanımızda olan Çankaya Belediyesi, Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi, Organizer ve Joker Ajans ile rock müziğin önemli isimlerinden Hicri Bozdağ’ın emekleri ve yarışmaya olan inançlarını da unutmamak, kayda geçirmek gerekiyor.
Genç Nota ile ilgili paylaşmak istediğim bir şey daha var..
Dört yıl önce Genç Nota’ya katılıp da, mezun olan ve bugün çeşitli üniversitelerde okuyan müzisyen arkadaşlarım telefon ediyorlar ve “Ağabey, yarışmada bize düşen bir görev, iş olursa karşılık beklemeden çalışmak isteriz, yanındayız” diyorlar.
Bu tür destek ve talepler gösteriyor ki, Genç Nota sadece Türkiye’nin en büyük gençlik organizasyonu değil, aynı zamanda belki de dünyanın en büyük müzik ailesi olma yolunda ilerliyor..
Zaten hem Türk gençlerine, hem de Hürriyet’e böylesi yakışıyor..
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2011
Bir süre önce sevgili dostum Hicri Bozdağ ile Ankara üzerine uzun bir sohbete daldık. Kent yaşamı, insanlar, mekanlar, kente verilen zararlar ve kente kazandırılanlar üzerine..
Geçmişte Ankara’ya misafir olan yabancı bir arkadaşı, Hicri’ye şu soruyu yöneltmiş:
“Ankara kaç yıllık bir şehir..?”
Soruyu duyunca biraz irkildim..
Hicri arkadaşına, tam olarak bilemediği için benim de aklımdan geçen cevabı vermiş..
Binlerce yıllık olmalı..
Ve arkadaşından şu karşılığı almış:
“Ama gördüğüm bütün binalar yeni.. Binlerce yıllık Ankara nerede..?”
* * *
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2011
Ostim’deki işyerlerinde geçtiğimiz günlerde meydana gelen patlamaların ağır görüntüleri hafızalarda..
Masamda o günden beri Batıkent bölgesindeki bir markete ait ‘işyeri açma ve çalışma ruhsatı’ duruyor.
Sıradan bir ruhsat değil..
Bu ülkede işyerlerinin nasıl açıldığı ve patlatıldığı ile ilgili ipuçları bulunan bir belge..
Dikkat ederseniz, özellikle iş kazalarının büyük kısmının altında yatan gerçek neden ‘üç beş kuruşluk rant’ oluyor..
Önümdeki belgenin, yani ruhsatın tarihi 19 aralık 2008..
Altında bir önceki dönem görev yapan Başkan Ahmet Duyar’ın imzası var.
Ve ruhsatın yanında ikinci bir belge..
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2011
Beypazarı Belediye Başkanı Cengiz Özalp’in üç - beş parça hibe uğruna partisinden istifa ederek AK Partiye’ye geçmesi, bütün Türkiye’nin gündemine oturdu.
Sorulması gereken sorular ve verilmesi gereken cevaplar var..
Beypazarı bu kadar mı zavallı, bu kadar mı yardıma muhtaç haldeydi..?
Öyleyse yakın geçmişte aynı kişi aynı partiden nasıl oldu da üç kere üst üste başkan seçildi..?
Büyükşehir hibelerine muhtaç Beypazarı’na her yıl 400 bin turisti çeken, ilçenin zavallılığı ve sefaleti miydi..?
Aynı kelimelerle farklı cümleler kurabilir insan..
Kuracağınız cümlelerin aynı anlamı taşıması da gerekmez..
Örneğin Başkan Özalp’in AK Parti’ye geçtikten sonra kurduğu en dikkat çekici cümle:
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2011
ÖLÜMÜ günlerdir tartışılıyor.. ‘Bir sanatçının ölümünü, bir insanın ölümü’ olarak algılamayı beceremeyen ‘şişirme aydınlar’, bu tartışmaları kendi sahte şöhretlerini yaratmak için kullanıyor..
Yazık..
Oysa ben Defne Joy için üç kere üzüldüm..
Birincisi bir insan ve bir anne olan Defne içindi..
İkincisi bir sanatçı olan ve sanatıyla birlikte her geçen gün olgunlaşan Defne içindi..
Üçüncü üzüntüm ise ölümüne dakikalar kala belki de ona yapılan son iş teklifi için..
Defne Joy bir süredir facebook sayfasında Ankara Kızları Güzellik yarışmasına başvuran Ankara kızları ile ‘kaynatıyor’, eğlenceli sohbetler gerçekleştiriyordu.
Defne ile sohbet edenler arasında hem Ankara Kızları Yarışması’nı düzenleyen, hem de Ankara Hürriyet’in Genç Nota Liselerarası Müzik Yarışması’nda 3 yıldır görev alan Burak Özdemir de bulunuyordu.
Burak gündüz yaptığımız toplantıda aldığımız karar doğrultusunda, Defne’nin öldüğü gece saat 23:00 sıralarında mesaj bırakmış ve getireceği bir iş teklifi ile ilgili görüşmek istediğini iletmişti.
Sabah olup uyandığımızda, hem Burak hem de ben şaşkınlık içindeydik..
Defne hayatını kaybetmiş, facebook hesabı kapatılmıştı..
Ona götüreceğimiz teklif, Genç Nota’nın Mayıs ayındaki final yarışmasında ve ödül töreninde sunuculuk yapması olacaktı.
Kabul eder miydi, etmez miydi bilmek artık mümkün değil..
Hayalimiz ele avuca sığmayan Defne’yi, cıvıl cıvıl lise öğrencilerinin, liseli müzisyenlerin içinde görmekti.
Sanatçı kişiliğini Ankara seyircisi ile buluşturmaktı..
Keşke olsaydı, ama olmadı..
Defne’nin özel yaşamı ailesini ilgilendiriyor, kamuoyunu ise sadece sanatı ilgilendirmeli..
Ve O artık rahat bırakılmalı..
Mekanın cennet olsun deli dolu kadın..
Eğer beni duyuyorsan, 14 Mayıs’ta Genç Nota’lara el salla..
Yazının Devamını Oku