Paylaş
ADALET bakanı Hikmet Sami Türk'ün gazetemizde çıkan açıklamaları heyecan yarattı. ‘‘Cadı avına çıkmayalım...’’ dedi, ekledi: ‘‘Bütün memurlara irticacı veya bölücü gözüyle bakamayız... Böyle bir bakış açısı devlete zarar verir...’’
Katılmamak mümkün değil... IMF'nin ‘‘Devletçiliği kaldırın!’’ direktifleri doğrultusunda, ‘‘Devleti küçülteceğiz!’’ diye yola çıkarsanız, işçi-memur kıyımına dönüşür bu iş...
Sonra komediye dönüşür.
Duyduğum rakamlar, edindiğim bilgiler doğru değilse, hemen düzeltin...
Özelleştirilen işyerlerinden şimdiye kadar 7.000 personel çıkartılmış...
Kamu işyerlerinin özelleştirilmesini yöneten ve yönlendiren Özelleştirme İdaresi'ne, bu işleri yönetip yönlendirmeleri için 7.320 devlet memuru alınmış...
Alınan ve kiralanan binalar da cabası...
* * *
Büyük Britanya imparatorluğunun sömürgeleri vardı, donanması dünya denizlerine, okyanuslarına hákimdi. Derken, sömürgeleri bağımsızlıklarına kavuşmaya, gemileri batmaya başladı.
Büyük Britanya imparatorluğunun en yaygın olduğu dönemde, Denizler ve Sömürgeler Bakanlığı'nda 1.800 personel vardı.
İmparatorluk küçüldü, küçüldü, popoma bile sığacak duruma geldi, minicik bir adacığa sıkışıp kaldı.
Aaaaaa! O ne? Adı az önce geçen Denizler ve Sömürgeler Bakanlığı'ndaki memur sayısı 17.700'ü bulmuş...
* * *
Devlet küçülmez... Ya anarşistlerin dediği gibi ‘‘havaya uçurulur’’, ya Engels'in dediği gibi vakti geldiğinde eriyip, tükenip gider.
Memur atarak, tuttuğunu yaparak, her bulduğunu özelleştirerek olmaz...
Bir ölür, bin diriliriz netekim...
* * *
Adalet bakanı, otuz yıllık akademik meslekdaşım Hikmet Sami Türk iyi söyledi. ‘‘Cadı avına çıkmayalım, McCarthy kafasını hortlatmayalım...’’
Yerden göğe haklı... Neyse, söylemeyecektim, ama, içimde kalmasın...
Guten morgen, good morning, günaydın, buongiorno...
* * *
Sevgili adalet bakanımdan bir ‘‘hassasiyet istirhamım’’ daha var.
Mevcut hükümetin gündeminde ‘‘sansür yasaları’’ varmış...
İlk provaları yapıldı, yapılıyor záten... Kabine ortağı Sadettin Tantan yaptı. Meyhaneler erken saatte kapatılıyor.
Tarih tekerrürden ibarettir.
Dünyanın en çok gezip görmüşlerinden Evliya Çelebi meyhaneleri, meyhanecileri, içkicileri, akşamcıları sevmezdi. Bunlar için istikrarlı şekilde kullandığı bir tabir vardı: ‘‘Esnáf-ı melûnan-ı menhûsan...’’
Yani, tanrı tarafından lanetlenmiş, uğursuz herifler...
Evliya Çelebi'nin içkiye niye bu kadar düşman olduğunu merak edip araştırmıştım. Öğrendim. İçki içenin dili çözülür, ilk küfrettiği kurumlar, devlet, siyasi otorite ve mevcut kanunlar olurmuş.
Koyarsın içki yasağını (veya zammını), kapatırsın çeneleri...
* * *
‘‘İçki yasağı’’ koyan Osmanlı padişahları, içkiye değil, içkinin çözdüğü dillere düşmandı. Bunu da Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın ‘‘İstanbul'dan Sayfalar’’ kitabından öğrenmiştim.
‘‘İstanbul, tarihinde bir çok içki yasağı yaşamış, meyhaneler kapatılmıştı. Bu yasağı, içki düşmanlığı veya hükümdarın dindarlığından çok, o devre mahsus bir ‘gazete kapatma' olayı olarak değerlendirmek gerekir. Alkolün getirdiği şenlikle veryansın yönetimi eleştiren akşamcılar, Kumkapı'dan kalkar, saraya yürümeye kalkışırdı. En kolay susturma yolu meyhaneleri kapatmaktı...’’
* * *
‘‘Susturmak’’ kolay yoldur.
‘‘Konuşturmak’’ kimilerinin zoruna gider, ama, daha kestirmedir.
Kanunları, kanun hükmünde kararnameleri boş verin!
Herkes konuşsun, düşünsün, söylesin...
‘‘Hak-Hukuk’’ olsun, yeter!
Paylaş