Paylaş
MARMARİS'ten 6 Ekim 2000 tarihinde atılan A-1679 posta damgalı bir mektup geçti elime... Biraz gecikmeli geldi. PTT'nin kabahati yok... Adres ‘‘Hürriyet Medya Towers-İstanbul’’ diye yazılmış...
Oraya gidecek, bana, Ankara'ya gönderilecek...
Zaman alıyor netekim...
Değerli ressamımızı, emekli yedinci devlet başkanımızı savunan bu mektup gecikmeli olarak elime geçti. Çok etkilendim, duygulandım.
Seveni de varmış meğerse, netekim...
* * *
‘‘24 Eylül 2000 günkü Hürriyet Gazetesi'ndeki málûm köşenizde yine Evren Paşa'yla sözde alay etmişsiniz. Herhalde konu bulmakta zorluk çektiğiniz günlerde Evren Paşa'yı konu olarak seçmek zorunda kalıyorsunuz. Ama kabak tadı verdiğinizin farkında değilsiniz.
Şahsen Evren Paşa'yı sevmeyebilirsiniz. Aranızda bizim bilmediğimiz bazı olaylar geçmiş olabilir. Bizler temcit pilavı gibi hemen hemen aynı konuyu işleyen yazılarınızı okumak zorunda değiliz.
Ha! diyebilirsiniz ki, ‘Madem öyle, siz de benim yazılarımı okumayın!’
Ama şeytan dürtüyor. Acaba Hoca yine neler yazmış diyor ve göz atma zorunluluğunu duyuyorum.
Ali Kırca'nın 12 Eylül'ün 20'nci yıldönümü dolayısıyla yaptığı haber programda, Rıza Müftüoğlu'nun ‘Copların Askerleri’ adlı kitabında geçen bir pasajı, bütün medya, bu arada başta siz olmak üzere bir çok köşe yazarı, ‘mal bulmuş mağribi’ gibi konu edinmiş...
Sanki o ilk defa ifşa edilmiş gibi bayram yaptınız.
Halbuki, bunu yapmakla cehaletinizi, kitapları ve basını iyi okumadığınızı ispatlamış oluyorsunuz.
Kenan Evren'in Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra yayınladığı 6 ciltlik Anılarının 2'nci cildinde bu pasaj yer almış... 132'nci sayfasını okursanız, söylenenin yeni olmadığını görürsünüz. Belki, yine de okuma zahmetine katlanmazsanız diye o pasajı aşağıya alıyorum:
‘Evden Genelkurmay'a gidip gelirken ve şehir içindeki gezilerimde koruma polisi ve eskort arabası da kullanmıyordum. Hatta yol kavşaklarında kırmızı ışıkta arabayı durduruyor, yeşilde geçiyordum. Bir aralık beni ikaz ettiler. Koruma arabasının önde ve arkada beni takip etmesinin çok uygun olacağını belirttiler. Peki dedim. Ölmekten korkmuyordum, ama pisi pisine vurulmak ve bu işi sonuca ulaştırmadan dünyadan çekip gitmek de istemiyordum. Bir aralık konsey üyesi arkadaşlarla konuşurken ‘Eğer beni ve bu arada sizlerden de bir veya ikinizi suikast neticesinde öldürecek olurlarsa, en kıdemli arkadaşımız emir ve komutayı alır, görevi sürdürür. Hangi örgüt bu sûikastı yapmış ise o örgüte mensup ve tutuklu bulunanların hepsini kurşuna dizersiniz. Böylece başka örgütlere de gözdağı verilmiş olur' dedim.’
Eğer siz hep böyle inceleme yapmadan yarım yamalak bilgiyle makale yazıyorsanız, yazıklar olsun size...’’
* * *
Ankara Koleji’ndeki resim hocalarım Eşref Üren ve Turgut Zaim'di.
Türkçe-edebiyat hocam Ahmet Şevket Bohça'ydı.
Resimden anlamayı ilk ikisinden, herkesin türkçe üslûbundan kim olduklarını kestirmeyi üçüncüsünden öğrendim. Adını vermekten ısrarla kaçınan değerli okuyucum cahilliğimi yüzüme vurmaya çalışıyor.
Bir de makalenizde Kenan Evren'in suluboya resim sergisi açtığından bahsetmişsiniz. Benim bildiğim kadarı ile, o, yağlıboya resimler yapıyor ve sergilerinden elde ettiği paralarla okul yaptırıyor, çocuk okutuyor.
Ya sen ne yapıyorsun?
Kenan Evren'i Çok
Seven Bir Vatandaş
* * *
Adını vermeyen sevgili okuruma saygılarımla...
Mektup Marmaris-Armutalan postanesinden atıldığına göre, ‘‘Emin misiniz acaba?’’ sorusuyla karşılaştığımda, ‘‘Hayır, emin değil, kemanım!’’ diyebilirim... Yanlış da yapabilirim netekim...
Pazar yazısı da böyle eğlenceli geçti. Hörmetler paşam!
Paylaş