24 Mart 2012
İlk olarak Hayal Kahvesi’ndeki konserler sayesinde tanıştığım Tepe Prime Avenue’daki keşiflerim, New Castle’ın zengin menüsü ve Neli Boulangerie’ın muhteşem çikolataları olarak devam ediyor. Tüm çevremden tavsiye edilen ancak henüz deneme fırsatı bulamadığım birçok eğlence mekanı, kafe ve restoranı da en kısa zamanda denemeyi planlıyorum.
Park yeri problemi olmaması, gözde bir lokasyon olan Eskişehir Yolu üzerinde bulunması ve kaliteli mekanları kuşkusuz Tepe Prime Avenue’nun bu kadar sevilmesinin nedenlerinden... Ancak bence bu başarıda mimarinin de katkısı büyük. Ankara’nın hep dile getirilen sorunlarından birisidir şehirde bir meydan olmayışı... Bence Tepe Prime Avenue’nun alışkanlık yapmasının bir nedeni de Ankaralıların ‘meydan ihtiyacı’na cevap verebiliyor olması. Özellikle havaların ısınmasıyla birlikte Tepe Prime Avenue’da çok renkli günler bizleri bekliyor olacak...
İlk güzel haberim, meydana kurulan sahnede Jazz ve Latin geceleri gerçekleştirilecek. Böylece akşam yemeğimizi harika bir atmosferde yiyebileceğiz. İkinci güzel haberimse çok kısa bir süre sonra Tepe Prime Avenue’ya dünyaca ünlü İtalyan restoranı Piola açılacak. Özellikle ABD’de yaygın olan Piola’da, İtalyan mutfağının en lezzetli yemeklerini tatma imkanının yanı sıra, pizza workshoplarına ve şarap tadım derslerine katılma fırsatı da olacak.
Son haberimse belki en güzeli... Tepe Prime Avenue’da bulunan Mercedes Bayii Hasmer, burada yeni bir sanat galerisi açarak, Ankaralıların biraz daha sanatla iç içe olmasını sağlayacak. İlerleyen dönemde açık alanda da sergilenecek olan eserlerle Tepe Prime Avenue müzik, sanat ve lezzetin buluştuğu görülmeye değer bir meydan halini alacağa benziyor.
Tarihi yapımların kürk sorunu
En çok izlenen Türk filmi olarak tarihe geçen ‘Fetih 1453’ü yeni izleyebildim. Film, kısa zamanda çok sayıda izleyiciye ulaşmasının yanı sıra, 17 milyon liralık bütçesiyle Türk sinema tarihinin en pahalı filmi.
Filmin detaylı bir eleştirisini yapamayacağım sizlere, bu konunun uzmanı değilim. Filmi, tarihimizi anlamak ve bilmek fırsatını verdiği için keyifle izledim.
Ancak öyle bir nokta var ki, bu konunun üzerinde durmadan geçemeyeceğim. ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde de sık sık karşılaştığımız gibi padişahların, sultanların yakalarında kürk yerine ‘peluş’ kullanılması... Ben kürk taraftarı değilim, hatta yasaklanması hoşuma gider. Ancak tarihi bir filmde veya dizide (henüz peluş diye bir şey icat edilmemişken) yakalara kürk yerine peluş takmanın bence oyuncunun kolunda saat unutmaktan pek farkı yok. Kürk kullanmak istenmiyorsa, bunun da çaresi var. Orijinalinden zor ayırt edilen, bir film çekimindeyse ayırt edilmesi neredeyse imkansız daha kaliteli peluşlar, imitasyon kürkler kullanılabilir diye düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2012
Demişti dersiniz... Yakında Ankara’dan yeni ‘film yıldızları’ çıkacak! Beraberinde, kurgusu harika, izlemesi keyifli yeni diziler, filmler...
Hollywood’da çekilen ilk Türk filmi olan ‘Meleğin Sırları/Broken Angel’ filminin yönetmeni Aclan Büyüktürkoğlu, 2009 yılının sonunda ‘Filmstar Gösteri Sanatları Merkezi’ni Ankara’da hayata geçirdi. Aclan Büyüktürkoğlu, Türkiye’deki eğitiminin ardından, Dünya’nın en prestijli sinema okulu olan ‘American Film Institute’e kabul edildi ve burada eğitim aldı. 2009 yılından buyana tüm tecrübelerini senaryo yazma teknikleri ve kamera önü oyunculuğu eğitimi verdiği ekipleri ile paylaşıyor. Kısa zamanda da, özenle seçerek oluşturduğu Filmstar ekibiyle, yeni projelere imza atmayı planlanıyor.
Senaryo ekibi, Amerikan ekolü bir metodla, oyuncular ise metod oyunculuğundan yola çıkarak geliştirilmiş farklı bir yaklaşımla eğitiliyorlar.
Bu yeni yaklaşımın yolu, önce kendi duygularını keşfetmekten geçiyor. Bu nedenle, ekibe kişisel gelişim amacıyla devam edenler de var. Bizler ne iş yapıyor olursak olalım, nasıl bir çevrede yaşarsak yaşayalım, gündelik yaşam içerisinde gerçekten ‘kendimiz’ olabildiğimiz anlar oldukça sınırlı. Ekip, eğitim sırasında keşfettikleri duygularıyla kendileri olabilme lüksünü yaşarken, anlık doğal tepkileriyle de ikna edici ve yüksek performanslı bir oyunculuk sergiliyorlar. Aclan Büyüktürkoğlu, Filmstar Gösteri Sanatları Merkezi’nin oyunculuk eğitimi metodunu, ‘kendini yargılamaktan vazgeçmek ve içindeki çocuğu canlı tutarak, kendini ikna için beynini manipüle etmek’ olarak tanımlıyor.
Filmstar Gösteri Sanatları Merkezi’nin, kameranın abartıyı ve doğal olmayan oyunculuğu sevmediği ilkesi, bence seyirciyi ne kadar iyi analiz ettiğinin bir göstergesi. Geçtiğimiz hafta Filmstar ekibinin çalışmalarını izleme fırsatı buldum. Bence, bu eğitim metodu seyircinin beklentisinin yanı sıra, insan beyninin nasıl çalıştığını da son derece iyi analiz etmiş bir metod. Çünkü daha önce hiçbir oyunculuk eğitimi almamış olan, çeşitli meslek gruplarından ve farklı yaşlarda insanlar böylesine ikna edici ve güzel işler yapabiliyorlar.
Aclan Büyüktürkoğlu’nun ekibiyle yapacağı yeni projeleri heyecanla bekliyorum...
ANGİAD Kadın Platformu
Geçtiğimiz hafta, 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla Ankara Genç İşadamları Derneği’nin düzenlediği ‘2. ANGİAD Kadın Platformu Ödül Töreni’ne davetliydim. Tüm Türkiye’den iş, siyaset ve sanat dünyasından önemli isimlerin bulunduğu gecede, 22 kadına ödül verildi. Birbirinden kıymetli 22 kadın, geleceğe nasıl yön verebileceğimiz konusunda ufkumuzu genişletirken, bir kadının isterse neler başarabileceğini bir kez daha bizlere gösterdiler.
Yazının Devamını Oku 10 Mart 2012
Biliyorsunuz, yazılarım Cumartesi günleri yayınlanıyor. Ancak bu sene 8 Mart, Perşembe gününe denk geldi diye Dünya Kadınlar Günü’nü hemcinslerimle dertleşmeden geçiştirmek istemedim. Bu günün şerefine birçok güzellik merkezi, kuaför salonu, dekorasyon ve tekstil mağazası kadın müşterileri için indirim uyguladı, sokaklarda kadınlara çiçekler dağıtıldı. İndirimlerin ve çiçeklerin kadın ruhuna hitap ettiği bir gerçek… Ama kadın ruhunun daha büyük bir ihtiyacı var ki o da anlaşılmak...
Bu sene de geçmiş yıllardaki gibi, kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekebilmek amacıyla ‘Kanatlandılar’, ‘Her Ses Bir Nefes’, ‘Runtalya Yüksek Topuk Koşusu’ gibi birbirinden kıymetli sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirildi. Benim en çok hoşuma gidense Polisan Boya’nın katkılarıyla hazırlanan ‘Her Ses Bir Nefes’ projesi oldu. 58 ünlü kadın bir araya geldi ve kadınların kendi hayatlarında attıkları veya atamadıkları ‘çığlıkları’ attılar.
Tacizin, tecavüzün, şiddetin çığlıkları...
Eşya gibi alınıp, satılmanın çığlıkları...
Namus adına dayak yiyen, öldürülenlerin çığlıkları...
Eğitim hakkı elinden alınmışların, çocuk yaşta anne olmuşların çığlıkları...
Kariyeri ve ailesi arasında sıkışanların, aynı anda annelerin, eşlerin, ev kadınlarının, ofis çalışanlarının en iyisi olabilmek için canla başla uğraşanların çığlıkları...
Ama hep mutsuz değil çığlıklarımız...
Üniversite sınavında istediği bölümü kazanan bir genç kızın çığlığı...
Bebeği olacağını öğrenen bir kadının çığlığı...
Evlenme teklifi alan bir genç kızın çığlığı...
İşinde terfi alan bir kadının çığlığı...
Oğlu askerden izne, kızı şehir dışından ziyarete gelmiş bir annenin çığlığı...
Ve hatta beğendiği ayakkabının indirimde numarası kaldığını gören bir kadının çığlığı...
Onların attıkları çığlıklar dünyanın en mutlu çığlıkları, en güzel sevinçleri... Bütün zorluklarına rağmen, kadın olmak harika.
Aşk Dolu Çantalar
İspanyol ressam Salvador Dali ve O’nun ölümsüz aşkı Gala... Dali Gala’yla tanışmadan önce bile O’nu rüyalarında görüyor ve tanıştıklarında Gala için ilk söylediği söz ‘İşte onu hiç görmeden, tanımadan önce bile hayalini kurduğum ve resimlerimde yer alan kadın.’ oluyor. Tanışır tanışmaz birbirlerine aşık oluyorlar. Fakat tanıştıkları sırada Gala evli ve Dali, Gala’yla gizlice haberleşebilmek için yalnızca ikisinin bildiği o alfabeyi yaratıyor: ‘Daligramme’. Yıllar sonra evlendiklerinde Dali, Gala’ya bir çanta armağan etmek istiyor. Lancel markasının yardımıyla üzerinde Daligramme harfleri yer alan ve sapı Dali’nin bisikletinin zinciri olan çanta tasarlanıyor. Gala, bu çantayı ölene kadar kullanıyor, ölümünden sonraysa çanta Lancel’in arşivine kaldırılıyor.
Lancel bu aşk mektubunu arşivlerden çıkardı ve yeniden yorumladı. Bu tılsımlı ve aşk dolu çantaları Vakko mağazalarında bulabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2012
OSCAR ödülleri geçen hafta sahiplerini buldu.
Doğal olarak, gecenin en çok merak edilen sorusuydu ödüllerin kimlere, hangi filmlere gideceği. Bir diğer merak unsuru ise kırmızı halıda kimin nasıl boy göstereceğiydi.
Favori renklerim olan siyah ve beyaz bence bu geceye de damgasını vuran renkler oldu.
Gecenin sonunda şüphesiz ki, kırmızı halıdan en çok akılda kalan, Angelina Jolie ve yırtmacıydı. O kadar ki artık Angelina Jolie’nin sağ bacağının ayrı bir tweeter hesabı var. O meşhur poza rağmen, Versace imzalı siyah elbisenin içerisinde harika görünüyordu.
Siyahın asaletini seçen ve hakkını verenler arasında Diane Von Furstenberg imzalı elbisesiyle Anna Faris ve Roberto Cavalli’nin harika tasarımıyla Leslie Mann da vardı.
“Çocukluğumda hiçbir zaman gelinliğimi hayal etmedim, hayallerimi Oscar törenine katıldığımda giyeceğim elbiseler süslerdi” diyen Jessica Chastain’ınsa geceye katıldığı Alexander McQueen imzalı elbiseyle düşlerini gerçekleştirdiğini sanıyorum.
Siyah hep 1-0 önde
Benim için genelde siyah gece elbiseleri, tüm renkler içerisinde hep 1-0 öndedir. Fakat son Oscar ödül töreninde favorilerim hep beyaz elbiselerdi.
Yazının Devamını Oku 25 Şubat 2012
GEÇ-TİĞİMİZ Cumartesi gecesi Tepe Prime Avenue’daki Hayal Kahvesi’nde çok sevdiğim bir arkadaşımın doğum gününe davetliydim.
Aynı gece Jay Jay Johanson’un Hayal Kahvesi’nde konseri olduğunu, doğum günü yemeğine gitmeden sadece birkaç saat önce öğrendim. Bilet bulabildiğim için kendimi çok şanslı hissederken bu seferde son anda yapılan programa katılımcı bulmakta zorlandım. Sonunda, Jay Jay konserinden mahrum kalmama gönlü razı gelmeyen canım arkadaşım Çağdaş, beni yalnız bırakmadı ve birlikte yemek sonrası, Hayal Kahvesi’ndeki konsere kaldık. Konser biraz geç başlasa da, Jay Jay her zamanki gibi büyüleyiciydi ve kesinlikle Hayal Kahvesi’ne çok yakışmıştı. Mekanın adı gibi konserde hayal tadındaydı... Hemen hemen hiçbir konserini kaçırmadığım Jay Jay’i en kısa zamanda tekrar, böyle güzel bir mekanda dinlemeyi umut ediyorum.
Magazini takip ettiğim pek söylenemez ama, size birkaç küçük magazin haberi vereyim... Behzat Ç ekibi ve son olarak Sensiz Olmaz dizisinden hatırlayacağınız Murat Han da Jay Jay Johanson’u dinlemeye gelenler arasındaydı.
Teppanyaki Alaturka
Türk halkı olarak, Adana ve Antep mutfaklarının vazgeçilmez unsuru olan ‘ocakbaşı’na ilgimiz malum... Gözümüzün önünde etler pişerken ocağın sıcağı, pişen yemeklerin kokusu bizi bizden alır... Kendi ocakbaşı kültürümüzün yanı sıra uzak doğu mutfağına olan ilgimiz de artarak devam ediyor. Artık chopstickleri rahatlıkla kullanabilmemiz ve hatta evde kendi kendimize yapabildiğimiz suşiler, Çin yemekleri bu merakımızın kanıtları...
Kısa zaman önce Çukurambar’da açılan Teppanyaki Alaturka bu iki konsepti birleştirmiş. Bu yeni mekanda ocakbaşı kültürünü uzak doğu yemekleriyle yaşayabiliyorsunuz. ‘Tepenyaki’ Japon mutfağında demir tabaklar kullanılarak pişirilen yemekler olarak biliniyor. Çoğu zaman da amaç yalnızca karın doyurmaktan çıkıp bir şova dönüşebiliyor. Teppanyaki Alaturka’da da son derece hünerli aşçılar size hem mini şovlar sunuyorlar, hem de size kısa sürede çok lezzetli yemekler servis ediyorlar. Yemek yapmayı seviyorsanız ve farklı tarifler denemekten çekinmiyorsanız, yalnızca Japon aşçıları izleyerek bile çok şey öğrenebileceğinize eminim...
Ayrıca masalarda bulunan küçük kartlar sayesinde garsonunuzla veya aşçınızla kendi dillerinde de konuşmanız mümkün.
Beş duyuya hitap eden bu yeni mekanı mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum.
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2012
Kurumsal firmalar için logo, ofis dizaynı, firma tanıtımı ‘kurumsal kimlik’ adına ne kadar önemliyse, çalışanların giyimi de şüphesiz ki son derece önemli.
Özellikle firma müşterileriyle yüz yüze görüşme halinde olan ve kurumun imajını direkt olarak lanse eden çalışanların giyimleri... Mutlaka, her kurumun çalışanların mesai saatlerindeki giyim kuşamları için yönetmelikleri oluyor. Ancak bence yönetmeliklerden ve çalışanlardan önce kurumsal kimliğe uygun giyinme sorumluluğu yöneticilere düşüyor. Çünkü yöneticiler kurumun imajı konusunda hem müşteriye, hem de çalışanlarına karşı sorumlular. Yöneticilerin bu sorumluluklarının dışında, kendilerinden beklenen liderlik becerisi, otoriter ve karizmatik olmak gibi diğer özellikler ağırlıklı olarak kişinin iç dünyasından gelir. Ama bunları dış görünüş ve doğru kıyafet seçimiyle de desteklemek mümkün. İşte birkaç küçük ip ucu...
Yönetici renkleri
Kahverengi karşınızdaki insanın resmiyetten uzak ve daha rahat hissetmesini sağlar, dolayısıyla bir otorite rengi değildir. Fakat yine toprak renklerine yakın olan krem rengi ve bejler koyu tonlarda olmadığı sürece özellikle bahar aylarında tercih edilebilir. Siyah, beyaz, füme ve gri şüphesiz iş hayatının ana renkleri. Ancak renk seven kadın yöneticiler farklı renkleri de deneyebilirler. Tabi ki çiçek desenleri veya otantik desenlerden uzak durmak kaydıyla.
Az aksesuar şık ayakkabı
Ayakkabı ve aksesuar seçimi yöneticilerin imajları için belki de en önemli parçalar. Fazla sayıda, abartılı veya hareketlerinize sesler çıkaran sallantılı aksesuarlar dikkat dağıtıcı olduğu kadar, istediğiniz oranda otoriter görünmenize de engel olacaktır. Küpe kullanmayı seviyorsanız mutlaka küçük küpeleri tercih edin. İnci veya tek taş küpeler bu konuda kurtarıcınız olabilir. Yine inci veya tek taş kolyeler gömlek içerisine sık kullanabileceğiniz aksesuarlar. Gömleklerle kombin yapabileceğiniz zarif bir fular veya tüm giysilerinizle kullanabileceğiniz şık bir kol saati, ulaşmak istediğiniz görünümle son derece uyumlu olur.
Burnu açık ayakkabılar veya sandaletler gibi ayaklarınızı ortaya çıkaran ayakkabılardan uzak durun. Bu tip ayakkabılar yönetici kimliğinizle taban tabana zıt olacaktır. Rahatlıkları tartışılmaz fakat, babetleri veya düz tabanlı ayakkabıları da mümkün olduğunca az tercih edin.
Rahat ettiğiniz boyda topuklu ayakkabılar sizi çok daha şık bir görünüme kavuşturabilir. Fakat, en önemli nokta rahat kullanabildiğiniz ayakkabıları seçmek olacaktır. Liderlik etmesi beklenen birinin yere de sağlam adımlarla basması gerekir.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2012
SEVGİLİLER günü yaklaştı... İlk cümleyi okur okumaz Sevgililer Günü’nü ticari bulduğunu söyleyenleri duyar gibiyim. Siz bu günü ister ticari bulun, ister anlamlı bulun, alacağınız küçük bir hediyenin karşınızdakini çok mutlu edeceğine emin olabilirsiniz. Hediye verilen hiç kimse ‘bu hediye ticari amaçlı’ diye düşünmez. Hele de kişiye özel ve düşünerek alınmış bir hediyeyse...
Dünyalar sığıyor
Geçtiğimiz hafta bir arkadaşıma ev hediyesi almak için IKEA’ya uğradım. İçeri girince insanın kendini kaybettiği bir dünya... Renkli ve birbirinden akıllı tasarımlar... 7-8 metrekarelik alanlara bile dünyaları sığdırabilen oda tasarımları... IKEA’nın bu odaları tasarlarken önce bir aile kurguladığını duymuştum. Üstelik üstünkörü bir kurgu da değil. Mesela bu oturma odasının sahibi aile 6 yıllık evli, biri dört diğeri bir yaşında iki çocukları var, erkek özel bir firmada mühendis, kadın bankacı... Boş zamanlarını genelde kitap okuyarak veya birlikte DVD izleyerek geçiriyorlar gibi... Oldukça detaylı hayali bir aile ve onların olası ihtiyaçları. Sanırım IKEA’nın başarısının sırrı tasarımlarının yanı sıra, ‘yaşanmışlık’ın öneminin farkında olmasında gizli.
Çabaya gerek yok
Mağaza’da dolaşırken ve Sevgililer Günü’ne de kısa bir süre kalmışken genelde tercih edilen hediyeleri düşündüm. Hepimiz itiraf edelim ki hediye seçerken pek detaylı düşünmüyoruz. Hediye olarak biraz kendi zevkimize, biraz da karşıdakinin ihtiyacına göre alışılagelmiş bir şeyler alıyoruz. Oysa çok da çaba sarf etmemize gerek yok. Kurgu zaten hali hazırda karşımızdaki kişi. Özellikleri, zevkleri ve yaşam tarzı zaten bildiğimiz gibi. Eşimiz veya sevgilimiz yemek yapmayı çok seven hamarat bir karakter, sabahlara kadar bilgisayar başında çalışan bir işkolik veya hayatının anlamı uyumak olan bir uykucu olabilir... Tüm bu ayrı karakterler için hoş bir kazak almak da bir seçenek. Sonuçta hediye ne olursa olsun karşıdakini mutlu eder.
Çeşit çeşit kalıplar
Ama sevgilinize ‘Sevgililer Günü sepeti’ gibi alışılagelmişin dışında bir hediye vermek isterseniz IKEA size yardımcı olabilir. İşe kırmızısı bol bir kutu seçerek başlayabilirsiniz... Sevgiliniz veya eşiniz uykuyu çok seviyorsa kırmızı polar bir battaniye, kırmızı yastıklar bir gece lambası ve bu kadar uyku sonrası sabah vaktinde uyanabilmesi için bir çalar saat bu karakter için harika bir sepet olacaktır... Ya da sabahlara kadar çalışan biriyle birlikteyseniz kırmızı bir masa lambası, dizüstü bilgisayar desteği, kırmızı tel dosyalıklar ve içerisinde fotoğrafınızın yer aldığı kırmızı bir çerçeveyle işlevsel ve şık bir sepet hazırlayabilirsiniz. Yemek yapmayı sevenler için çeşit çeşit kek kalıpları, pasta tabakları...
Eğlenceli bir sepet
Çocukken en sevdiğim hediye, en küçük teyzemin kocaman bir yılbaşı çorabına benim için doldurduğu kalemler, kalemtıraşlar, silgiler, çikolatalar, şekerlerdi... Sevgililer günü için de böyle bir hediye sepetini çok eğlenceli buluyorum...
Sevgili, eş, aile, dostlar veya severek yapılan bir iş sayesinde yaşamını ‘sevgili’ kılan herkesin Sevgililer Günü kutlu olsun...
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2012
ANKARA ? Eskişehir ve Ankara ? Konya hızlı tren hatlarının kolaylığı tartışılmaz. Şimdi de Ankara ? İstanbul hattı için süreyi üç saate indirecek olan, yüksek hızlı tren projesi gündemde. Ancak geçtiğimiz hafta, yapılacak olan çalışma nedeniyle tüm seferler duracağı için, İstanbul’un sembol mekanlarından olan tarihi Haydarpaşa Tren Garı’nın da iki sene süreyle Anadolu ile bağlantısının kesileceği haberini aldık.
İki sene boyunca İstanbul’a Haydarpaşa Garı’ndan giremeyeceğiz. İki sene sonunda yüksek hızlı trenden, inip şehr-i İstanbul’u selamlayabileceğiz. Belki son derece klişe bir söz olacak ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Belki İstanbul’a daha hızlı gideceğiz ama hızlandıkça arkamızda bıraktıklarımızın, ruhumuza tahribatını çok geç anlayacağız.
Yemekli vagonda yeni dostluklar kurmak için artık zamanımız olmayacak. Tren, rayların üzerinde kayarken hayallerimizi yanımıza alamayacağız belli ki...
Yaşama dair birçok şey hızlanırken insanın yavaşlayıp, dinleneceği ve kendini dinleyeceği alanlar gittikçe azalıyor. Bu da zamanla hayallerin de azalması anlamına geliyor.
Çağan Irmak’ın unutulmaz filmi “Babam ve Oğlum”’da küçük Deniz’in köye dönüşte trenin camından bakarak kurduğu hayaller hala birçoğumuzun hafızalarında... Ya da, o güzelim eski Türk filmlerinde Haydarpaşa’dan elinde tahta bavulları ile çıkan Anadolu insanın “Sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm İstanbul” edaları...
Yazıyı Yahya Kemal’e selam yollayarak bitirelim; ‘Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüşü’ise eğer, şüphesiz şehre en güzel ‘merhaba’Haydarpaşa’dan deniyordu...
Zarafetin sembolü Keriman Halis
Geçtiğimiz hafta, Keriman Halis Ece’yi, yani Miss Turkey yarışmasının 1932 yılındaki birincisini ve aynı yılın Dünya Güzellik Kraliçesi’ ni kaybettik. Güzelliğiyle ve zarafetiyle ülkemize bu gururu ilk defa yaşatmıştı Keriman Halis. O, sadece Güzellik Kraliçesi değil, savaştan çıkmış olan ve kadınların çok kısa bir süre öncesine kadar yok sayıldığı bir ülkede, modernleşmenin başlıca sembollerinden biriydi aynı zamanda.
Türkiye Güzelleri arasında anlamı ve önemi ayrı olan Keriman Halis Ece’nin vefat haberini aldıktan sonra, ailemiz için anlamı çok başka olan bir diğer Türkiye Güzeli geliyor aklıma. 1979 Türkiye Güzeli Şebnem Ünal (Yamak). Benim ortanca teyzem. Benim için güzelliğin, zarafetin sembollerinden biri de o. Güzel, zarif ve kültürlü Türk kadınının sembollerinden birisi olan Keriman Halis Ece’yi saygı ve rahmetle anıyorum...
Yazının Devamını Oku