Koray Durkal

Bir teknik adamdan daha fazlası

22 Mayıs 2014
Barcelona'nın yeni teknik direktörü Luis Enrique, hayata bakışıyla Guardiola, Vilanova ve Tata Martino'dan farklı bir portre çiziyor.

Futbol kariyerine nokta koyduğu Barcelona'ya bu kez teknik adam olarak dönen Luis Enrique'nin hikâyesi oldukça ilginç detaylar barındırıyor. Önce büyük denizlerle mücadele etmeyi öğrenen Enrique, ardından maraton koştu. Zirveye çıkmak için de pedal çevirmeyi öğrendi. Abartı gibi gelebilir ancak Luis Enrique gerçek bir savaşçı.

Barcelona'dan emekli olduktan futbola bir süre ara veren Luis Enrique, Avustralya'ya taşındı. Burada yüksek dalgalarla mücadele etmek için sörf yapmayı öğrenen Enrique, bir yandan da İngilizcesini geliştirdi. Enrique kendisine bir sonraki hedef olarak New York Maratonu'nu seçti. 6 Kasım 2005 tarihinde bu önemli maratonu 03:14:09 gibi bir süreyle tamamlayan Luis Enrique, bu kez gözünü 205 km'lik bisiklet yarışına dikti. Bu konuda da engelleri birer birer aşan Luis Enrique, dünyanın en zor yarışlarından biri olan Sables Maratonu'na katıldı. Bu maceralara atılırken özel eğitimler aldı. Altı ay boyunca haftada 3 kez yüzdü. Bunları hep eğitmenlerle gerçekleştirdi. Avustralya’da dalgalarla boğuşurken öğrendiği İngilizcenin bir benzerini bu kez triatlon yarışlarına hazırlanırken biraz Almanca ile sürdürdü.

Burada yaşadığı her anı kendi blog sitesinde paylaşan Luis Enrique, bakın o günler hakkında neler anlatıyor;
“Aşırı sıcaklık nedeniyle ayaklarımız şişti. Gündüz sıcaklık 45, gece ise 15 derece. Çantamızda ocak, yeterli su, yiyecek ve yedek giysi taşıyoruz. Tam 11 kilo. Ve 6 gün boyunca bu çantayla olmak zorundayız. Bu zaman boyunca duş almak ve güzel bir yemek sadece bir hayal. Suyu idareli kullanmalıyız ve yapabileceğimiz en iyi şey dişlerimizi fırçalamak olacak. Aynı şort ve tişörtle 6 gün geçirmek”

Yazının Devamını Oku

Çok özel bir çaylak

20 Mayıs 2014
SAHA kenarında bitmek bilmeyen enerjisi, siyah takım elbisesi, jöleli saçları, oyuncularıyla iletişimi ve tutkusuyla büyük okyanuslara açılmaya hazırdı.

Diego Simeone... Bir öğrenci olmaktan hiç gocunmadı. Estudiantes (Öğrenciler) ile başardıkları felsefesine yön verdi. Sahaya çıktığında kafasında verimlilik, adanmışlık, fedakarlık, yetenek ve sadelikten oluşmuş bir takımdan başka bir şey düşünmüyordu. Tüm oyuncularına eşit yaklaşırken hepsinden tek bir şey istiyordu; “Fedakarlık”...Aidiyet hissetmek ona göre çalışmanın en iyi yoluydu. A.Madrid’e bir futbolcuyken adadığı kalbini şimdi antrenör olarak veriyordu.

YEPYENİ FELSEFE
Maçlardan önce ritüeli bile farklıydı. “Sadece 4 ya da 5 dakika için normal biriyim” diyen Simeone o anlarda soyunma odasına herkesten önce girip sessizce oturuyor, ardından Arjantin’de yaşayan 3 oğlunu da telefonla arıyordu. Daha büyük rakiplerle mücadele etmek için kozunu “inanç” olarak belirlemişti. Bunların hepsi Atletico Madrid’de yaşam biçimine dönüştü. Artık takımın felsefesi vardı. Adı; Cholismo, uygulayıcısı; El Cholo...

Yazının Devamını Oku

Özel bir çaylak

19 Mayıs 2014
Saha kenarında bitmek bilmeyen enerjisi, siyah takım elbisesi, jöleli saçları, oyuncularıyla iletişimi ve tutkusuyla büyük okyanuslara açılmaya hazırdı.

Avrupa futbolunda Guardiola ve Mourinho'nun yarattığı ezberi bozdu. Ekonomik krizle boğuşan Atletico Madrid'e kupalar kazandırarak dünyanın zirvesine çıkardı. Diego Simeone...

Tam dokuz sene stajyerlikten sonra ustalık dönemine geçmek için hiçbir eksiği yoktu. Bir öğrenci olmaktan hiç gocunmadı. Estudiantes (Öğrenciler) ile başardıkları felsefesine yön verdi. Sahaya çıktığında kafasında verimlilik, adanmışlık, fedakarlık, yetenek ve sadelikten oluşmuş bir takımdan başka bir şey düşünmüyordu.

Devrimin tohumlarını ülkesi Arjantin'de atarken kafasında sadece projeleri vardı. Estudiantes'e 23 yıl sonra lig şampiyonluğu yaşatan Simeone, soyunma odasında işçi sınıfını temsil ediyordu ama kadercilik onun kitabında yeri olmayan bir kavramdı.

Madrid'e adım attığındaki sessizlik yerini kısa sürede yükselen bir değere bıraktı. Medyanın en sevdiği simgelerden biri haline gelen Simeone doğuştan gelen motivasyonu ve oyuncularının özelliklerini bilen yapısıyla dikkatleri çekmeyi başardı. Tüm oyuncularına eşit yaklaşırken hepsinden tek bir şey istiyordu; "Fedakarlık"...Aidiyet hissetmek ona göre çalışmanın en iyi yoluydu. "Futbolcu olmak kolay sadece kendinizi düşünürsünüz. Antrenör olduğunuzda ise bütünü düşünmek zorundasınız" diyerek futbola bakış açısını anlatan Simeone, Atletico Madrid'e bir futbolcuyken adadığı kalbini şimdi antrenör olarak veriyordu.

Mike Carson, Futbolun Dahi Liderleri kitabında teknik direktörlerin karakterlerinin takımlarına nasıl yansıdığını "Her menajer çalıştırdığı takımda parmak izini bırakır" sözleriyle anlatıyordu. Simeone de hayata bakışını, motviasyonunu, yaşadıklarını hatta duygusal anlarını bile ekliyordu yarattığı takıma. "Topu imha etmediğiniz sürece yana pas yapmanın zaman kaybı olduğunu düşünüyorum" ifadeleriyle kendi DNA'sından bir miras bırakıyordu Madrid sokaklarına...

Maçlardan önce ritüeli bile farklıydı. "Sadece dört yada beş dakika için normal bir insanım" diyen Simeone o anlarda soyunma odasına herkesten önce girip sessizce oturuyor ardından telefonunu eline alıp Arjantin'de yaşayan üç oğlunu da tek tek arıyordu. Telefonu kapattığında ise o normal insan yerini Atletico Madrid teknik direktörüne bırakıyordu.

Aslında onun ışığı insandı, sokaktaki hareketti. Dışarıda bir hayat vardı ve toplumun yansımalarının kendilerine umut olacağını biliyordu. Daha büyük rakiplerle mücadele etmek içinse en büyük kozunu "inanç" olarak belirlemişti. Bağlılık, ruh, dayanışma, birlik ve rekabet kısa sürede Atletico Madrid'de bir yaşam biçimine dönüştü. Artık takımın bir felsefesi vardı.

Adı; Cholismo, uygulayıcısı; El Cholo...

Yazının Devamını Oku

Futbol ve yüzyıllık yalnızlık

23 Nisan 2014
Çocukken bez toplarla futbol ve beysbol oynadı. Gazeteci olduğunda bisiklet, futbol ve boks yazdı. Güçlü kalmak için de tenis oynadı; Nobel ödüllü edebiyatçı Gabriel Garcia Marquez...

O, gerçek bir Atletico Juniors taraftarıydı. Belki bir gün profesyonel olurum umuduyla memleketi Arataca'nın tozlu sokaklarında bir kaleci olarak top koşturdu.İyi bir kaleci olmayı başardı ancak çoğu zaman atılan şutları kurtarırken midesinde duyduğu acılar hiç dinmedi.

Genç bir gazeteci olduğunda da ilk işi bir futbol maçına gitmekti. Edebiyatı her zaman futbolla iç içe kullanmaktan yanaydı. Bir dergi çıkardığında bile gittiği ilk yer bir futbol stadıydı. Alfredo di Stefano başta olmak üzere pek çok efsane futbolcuyu tribünden izledi.

Tam 87 yıl yaşadı Marquez ve ölmeden önce onuruna yapılan futbol topuyla taçlandırıldı. Topun İsmi Macondo'ydu. Macondo, Marquez’in unutulmaz eseri Yüzyıllık Yalnızlık'da henüz her şeyin isminin olmadığı kimsesiz topraklara verdiği isimdi.

Kolombiya milli takımı, üzerinde mavi ve kırmızı noktalar bulunan sarı kelebeklerle süslü bu toplarla Dünya Kupası'na kanat açmayı başardı. Kim bilir Kolombiya 2014 Dünya Kupası'nda elde edeceği başarıyla bir futbol topuna da "Yüzyıllık Yalnızlık" ismini verebilir.

Yazının Devamını Oku

Liverpool'un sırrı başarısızlık

31 Mart 2014
Liverpool takımıyla liderlik koltuğuna oturan ve çeyrek asır sonra şampiyonluğa yaklaşan ilk teknik adam olan Brendan Rodgers’ın sırrı ortaya çıktı: “Başarısızlık”

Bu kelime tamamen başarılı menajere ait. Yaklaşık 4 yıl önce işsiz bir teknik direktör olan ve bugünlerde herkesin takdir ettiği bir adam haline gelen Rodgers, yaşadıklarını bakın nasıl anlatıyor:

“16 Aralık 2009'da, akşam 17:00’de Reading’ten kovuldum. İlk düşündüğüm şey bunu nasıl aileme söyleyecek oluşumdu. Hayatımda ilk defa işsiz ve futboldan uzak kalıyordum ve Noel’de onları mutlu edemeyecektim. Bu süreçte 10 günlüğüne Dubai’ye gittim ve iş tecrübemle, çalışma metotlarımla ve nasıl değişiklik yaratabileceğimle ilgili detaylı bir dosya hazırladım. Çalışmalarıma devam ettim. Tekrar gitmeye hazırlandığım dönemde annem 3 Şubat tarihinde vefat etti. Artık hem işsizdim hem de hayatımda iki büyük boşluk vardı, “annem ve futbol…

Zihinsel olarak rahatlamak için spor salonuna gitmeye başladım. Kendimi iyi hissetmeye başladığımda ise yeniden başvurular yapmaya başladım. Üç kulüp vardı. Biri Championship, ikisi League One’da olmak üzere üç kulübe mektup yazdım. En azından bir görüşme daveti bekliyordum, dönüş bile yapılmadı.”

Otopark görevlisi stada almadı

Yazının Devamını Oku

İtalyan işi

12 Mart 2014
Mourinho’nun ayrılmasıyla birlikte Real Madrid’in yeni sezonda nasıl bir takıma dönüşeceği büyük merak konusuydu. Göreve getirilen Carlo Ancelotti’nin doğru bir tercih olup olmadığı tartışılırken, takımın as oyuncularına karşı nasıl bir tutum sergileyeceği de İtalyan teknik adam üzerindeki baskıyı da artırdı.

Tıpkı Mourinho gibi kaleci Iker Casillas’a lig maçlarında şans tanımayan Ancelotti, ligin ilk haftalarında kötü futbol ve elde edilen başarısız sonuçlara rağmen kısa sürede rüzgârı tersine çevirmeyi başardı. İtalyan teknik adam, iki ay öncesine kadar Barcelona’nın 5 puan gerisinde kalan Madrid temsilcisini 4 puan öne taşımayı başarırken, Devler Ligi’nde de çeyrek final biletini cebine koymayı bildi.

Peki, Ancelotti, Madrid’de neleri değiştirdi?

1-Denge, denge, denge: Ancelotti’nin takımlarında her zaman sağlamlık ön plandadır. Sihirli sözcüğü “denge, denge, denge” olan İtalyan, hem savunmada hem hücumda aynı balansı yakalamayı başardı. Bu sağlamlığı tüm takıma adapte eden Ancelotti, Madrid’in ligin en az gol yiyen üçüncü, en fazla gol atan birinci takım olmasını sağladı.

2-Topa sahip olma: Real Madrid’in alışık olmadığı oyun sistemlerinden biri de Barcelona ile aşina topa sahip olma felsefesi. Ancelotti öncelikle Mourinho döneminde oynanan uzun ve dikey toplarla doğrudan kaleye gidilen oyun anlayışına son verdi. Topun daha çok Madrid’de kalmasını sağladı ve bunda da başarılı oldu. Real ligde ortalama %60 gibi bir topla oynama oranı yakalarken, ligde şu ana kadar 13 bin 500 olumlu pas yaptı.

Yazının Devamını Oku

Barcelona efsanesi sona mı eriyor?

11 Mart 2014
Pep Guardiola ile futbolda mükemmelliği yaşayan Barcelona, Leo Messi önderliğinde dört yıl üst üste dünyanın en iyi takımı olarak gösterildi.

Sporun dışında dünya çapındaki sosyal sorumluluk projeleri ve Unicef ile olan ilişki de kulübün en temel özelliklerinden biri olarak biliniyordu. Ancak Barcelona’nın son dönemde içinde bulunduğu kriz söylentileri de beraberinde getirdi.

Tata Martino’nun oyuncuları yönetemediğinin iddia edilmesi, Unicef’in yerini Katar sermayesinin alması, Messi’nin vergi kaçırması nedeniyle yargılanması, Neymar transferindeki usulsüzlükler nedeniyle Başkan Sandro Rosell’in istifa etmesi ve son olarak Messi’nin yeni bir sözleşme ile kulüpten bir servet istemesi kurumsal kimliğiyle örnek gösterilen Barcelona’nın çöküşe geçtiği yönündeki yorumları da güçlendirdi.
Peki, Barcelona efsanesi gerçekten sona mı eriyor? Sportif ve sosyal anlamda mükemmelliğe doğru ilerleyen Barcelona’da neler değişti? Guardiola’nın ayrıldıktan sonra “lütfen Barcelonalı yöneticiler benden uzak dursun” demesinin nedenlerinden biri de kulüp içinde yaşanan olumsuzlukları önceden görmesi miydi?
Gelin hep beraber inceleyelim1- Guardiola çöküşü gördü: Rijkaard’ın takıma kattığı düzeni kusursuz bir sisteme dönüştüren Guardiola ile Barcelona dünya üzerindeki tüm kupaları topladı. Messi, Iniesta, Xavi ve Valdes gibi futbolcular kariyerlerinin en iyi döneminde ulaşabileceği tüm başarıları elde etti. Bu noktada Guardiola’nın yaptığı tespitler ve düşüşü fark etmesi üzerine “ben sadece gidiyorum” demeyi tercih etmesinin ardında yaşadığı sıkıntılar gizliydi. Herkesin atladığı ancak Guardiola’nın “kimseye kırgın değilim” derken söylediği sözün altında büyük anlamlar yatıyordu.

2- Vilanova’dan itiraf: Guardiola’nın gidişinin hemen ardından yerine gelen yardımcısı Tito Vilanova, orta sahaya bir oyuncu istedi. Bunun için yönetime Thiago Silva’nın adını veren Vilanova’ya ilk red cevabı Zubizarreta’dan geldi. Bir oyuncuya 40 milyon Euro vermekten kaçan Barcelona, 20 milyon Euro gibi bir rakam karşılığında Song’u aldı. Vilanova, bu transferle kulübün 2 yıl kaybettiğini iddia etti. Elbette Vilanova’nın kanser tedavisi görmesi takımın antrenörsüz olarak üç ay geçirmesine neden oldu. Barça bu dönemde Kral Kupası ve Şampiyonlar Ligi’ni kaybetti.

Yazının Devamını Oku

Annesiyle birlikte iyileşti

3 Ocak 2014
Ronaldinho, yoksul bir aileden çıkıp dünyanın önünde saygıyla eğildiği bir futbol fenomeni.

Kocaman dişleri, yüzünden eksik olmayan gülümsemesi ve uzun saçlarıyla futbol sahalarının efsane 10 numaraları arasındaki yerini alan Ronaldinho, yoksul bir aileden çıkıp dünyanın önünde saygıyla eğildiği bir futbol fenomeni.
Topu ayağına aldığında onu kendisiyle bir bütün yapan, sahalarda az görebileceğiniz ender çalımlarıyla oynadığı takımların başarılarında büyük payı bulunan Ronaldinho’nun hikâyesi babasız kalan bir çocuğun sevgiyi, başarıyı ve zenginliği futbolla kazanmanın en güzel örneklerinden biri.
Beckham ve Cristiano Ronaldo gibi yakışıklı olmasa da “ikon” kavramının en büyük karşılıklarından biri Ronaldinho…

BİR MAÇTA 23 GOL!Porto Alegre sokaklarında zayıf fiziği ve tavşan dişleriyle pek popüler olmayan Ronaldinho’nun şöhreti, rivayete göre bir maçta 23 gol atmasıyla parladı. O zamana dek mahalle maçlarında yer bulamayan bu zayıf çocuk bir anda takımının vazgeçilmezlerinden biri oldu. Profesyonel futbol hayatına Geremio’da başlayan Ronaldinho’nun ismi ilk kez 1999’da İngiliz Kulübü Leeds United’ın 96 milyon dolarlık teklifiyle duyuldu. Aynı yıl milli takıma yükselen Ronaldinho, Venezuela maçında yaptığı unutulmaz asistle Brezilya’nın Copa America’yı almasında başrol oynadı.

VE PARİS GECELERİ...Her Brezilyalı oyuncu gibi şansını Avrupa arenasında denemek isteyen Ronaldinho, 2001 yılında, Paris Saint-Germain’e transfer oldu. Fransız kulübü, Okocha’dan sonra oyun kurucu mevkiinde şans verdiği Ronaldinho’dan ilk sezonunda büyük verim aldı. Ancak PSG menajeri Luis Fernandez, 62 maça çıkan ve 19 gol atan Ronaldinho’dan memnun değildi. Medyanın futbolundan çok, gece hayatını sorgulaması başta Fernandez olmak üzere tüm PSG yönetimini rahatsız etmeye başladı. Paris gecelerinden kopamayan Ronaldinho’nun Brezilya’ya yaptığı seyahatlerden zamanında dönmemeye başlaması ise bardağı taşıran son damla oldu.

Yazının Devamını Oku