Paylaş
Türk halkının laik cumhuriyet konusunda ne denli duyarlı olduğuna, bir kez daha tanık oldum. Tarifsiz kederler içinden, sonsuz sevince kavuştum.
'Uçurumun Eşiğine Doğru' başlıklı yazımdan sonra pek çok telefon ve faks aldım. Aydınlanmanın isimsiz kahramanları nöbette... Başta, Ege-Koop Genel Başkanı Hüseyin Aslan ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Gülseven Güven Yaşer olmak üzere, suskun sandığım sivil toplum örgütleri dimdik ayakta:
-...yazınızı aynı duyguları paylaşarak okudum. İstikrar sağlamak adına Ecevit ve diğerleri tarafından yapılan uygulamalarla laik cumhuriyetimizin zedelendiğini, yıprandığını görmemek mümkün mü?
Yaşer, ‘‘Sivil toplum örgütleri olarak sağır ve dilsiz hale gelmiş değiliz’’ diyor ve ekliyor:
- Üç yıl önce güçlükle, Gülen'in gerçek yüzünü gösteren kasetlerinin medyada yayınını sağlamıştık. Sayın Ali Kırca düğmeye basmıştı. Bugün, bu tarikatla ilgili Sivil Toplum Kuruluşları Birliği'ne gelen video kasetler yine elimizde beklemekte. Çünkü, yayın kuruluşları, Başbakan'ın karşısında olmak istemiyorlar ve bunları yayınlayamıyorlar.
Kasetler hazır olduğuna göre, bakalım bu kez düğmeye önce kim basacak?
* * *
69. madde tehlikesi sürüyor. Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın, ANAP lideri Yılmaz'ın konutuna gidip 69. madde değişikliğinin yaratacağı vahim durumu anlatması çok iyi oldu. Malum koro ise, ‘‘Başsavcı'nın o evde ne işi var?’’ diye tutturdu. Pes doğrusu!
- Biri, başbakanlık yapmış, halen de koalisyon ortağı olan partinin lideri. Diğeri, Cumhuriyet Başsavcısı. Başsavcı'nın asli görevi, yani işi; laik cumhuriyete yönelik tehlikelere karşı, rejimi korumak değil mi?
Savaş'ın kendiliğinden Yılmaz'ın konutuna gitmediğini de en iyi bunlar biliyor. Ama yazmıyorlar. İşleri güçleri münafıklık, gerçeği saklıyorlar.
ANAP'tan aldığım bilgilere göre, Yılmaz, işin aslını öğrenmek ister. Ve eski Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu'nu yollar:
- Git görüş; Vural Bey neden bu kadar hassasiyet gösteriyor, öğrenelim!
Vural Savaş nezaket gösterir:
- Sayın Yılmaz isterlerse, ben ilk ağızdan kendisine aktarmak isterim.
Mesut Bey memnun olur. Savaş, konuta gider ve anlatır. Önemli olan ne anlattığıdır. Savaş'ın gizlisi saklısı yok ki! Önceki gün, Süha Baykal'ın Ege-TV sabah programına telefonla katıldık. Anlatılanları ben de dinledim:
- Anayasa'nın 24. maddesinin son fıkrasını okursanız, göreceksiniz.
Siyasi Partiler Yasası'nın 87. maddesi ile Anayasa 24'ün son fıkrası tek sözcük hariç aynı... Son fıkra, ‘Kimse’ diye başlıyor... Yasada ise, ‘Siyasi partiler’ deniyor:
- Yani, Anayasa'nın 24. maddesinin son fıkrası şahıslara hitap ediyor. Siyasi Partiler Yasası'nın 87. maddesi ise siyasi partileri muhatap alıyor.
Siyasiler ve siyasi partiler din istismarı yapınca, bunun müeyyidesi TCK 163 idi. Bu kalktı. Yasadaki 87. madde yürürlükte. Ama, müeyyidesi yok.
Bir 101. madde vardı; kimlerin partiyi bağladığı hükme bağlanıyordu. O da geçen yıl kaldırıldı. Artık konuşan şahsın önce mahkûm olması gerekiyor. Şeriat devleti kurmak isteyen bir lider veya yönetici önce mahkûm olacak ki, o partinin kapatılması için dava açılabilsin. Dava en az iki yıl çeker. Lider partiden ayrılsa, dava düşer. Partinin 'odak hale gelmesi' hükmü de şimdi kaldırılmak isteniyor. Artık, dava bile açılamayacak.
- Laik cumhuriyete ve ulusal bütünlüğe karşı her türlü ihanet serbest, laik rejimin kendini koruması demokrasiye aykırı!
Oh, ne álá memleket! Kendini yok eden demokrasi olur mu?
Paylaş