SİYASİ partilerin açıkladıkları programlara dayanarak iktidara gelirlerse veya koalisyon ortağı olurlarsa güdecekleri politika hakkında bir fikir edinmek çok güç.
Programlar daha çok bol vaatler ve yuvarlak ifadeler içeriyor.
İdeolojik nedenlerle her koşulda muayyen bir partiye oy vermeyi kutsal bir mecburiyet sayanlar dışındaki seçmenler tercih yapmakta zorlanıyorlar. Tabii değerlendirme yaparken partilerin eski yıllardaki performansları da göz önünde tutulmalıdır. Örneğin, sol partilerin, CHP’nin ve DSP’nin kaderi daima ekonomiyi krize götürmek olmuştur.
1978-79’da Deniz Baykal’ın da üyesi bulunduğu Ecevit hükümetinin nasıl bir yokluklar Türkiye’si yarattığı unutulabilir mi? 1980 başında Demirel iktidara gelir gelmez ise ekonomi derhal toparlanmaya başlamıştı. Yine 2001’de, Ecevit başbakan iken aniden bir ekonomik çöküntüye sürüklendiğimiz hafızalarımızda canlıdır.
* * *
Dış politika konularına gelince, tablo biraz daha karmaşık. Ecevit hükümeti 1999’da bazı tereddütler geçirmekle beraber AB’ye katılım adayı olmayı kabul etmiş ve Helsinki zirvesine iştirak etmişti. 2001 yılında da Kopenhag kriterlerine uyum sağlamak amacıyla çok önemli reformlar gerçekleştirildi.
MHP de koalisyon ortağı sıfatıyla bu reformlara destek vermişti. Fakat daha sonra gerek CHP, gerek MHP, AKP hükümetinin AB politikasını şiddetle eleştirdiler. MHP şimdi Kopenhag kriterlerine artık sıcak bakmaktan çok uzak olduğunu gizlemiyor. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları gibi kavramlara sırt çevrilirse halimiz harap demektir.
CHP, açıkladığı programda, iktidar olunca AB ile tam üyelik hedefini koruyacağını belirtiyor. İyi de somut olarak bu ifade ne anlama geliyor, belli değil. CHP şimdiye kadar AB üyelik sürecini yokuşa sürmek için az uğraş vermedi. Üyelik için Kıbrıs meselesinin çözümünün önemini bir türlü idrak edemedi.
Kıbrıs meselesinin, Güney Kıbrıs’ın üyeliği gerçekleşmeden çözümüne ve bu suretle Kuzey Kıbrıs’ın da AB’ye entegre olmasına şiddetle karşı çıktı. O kadar ki, Nisan 2004 referandumunda BM planına olumlu oy verilmesine bile muhalefet etti. Oysa bu oy hiç değilse Kıbrıs Türklerinin selfdeterminasyon hakkını tescil etmiş ve Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik gelişmesine büyük bir ivme vermiştir.
Güney Kıbrıs gemilerine ve uçaklarına Türk limanlarının açılmasını öngören ve uygulanmadığı için sekiz müzakere başlığının askıya alınmasına neden olan Gümrük Birliği Protokolü konusunda CHP’nin ne yapacağı da programda belirtilmemiş. AB üyelik sürecinde başka sorunlar da var. Ceza Yasası’nın 301. maddesinin değiştirilmesini şimdiye kadar CHP reddediyordu. Bu tutumunda bir gelişme olacak mı?
* * *
CHP programının dikkati çeken bir başka noktası da Irak ile ilgilidir: "Hükümet, Kuzey Irak’ta bir operasyon düzenlemeye hiç cesaret edememiştir. CHP iktidara geldiğinde, bu konuya cesaret ve kararlılıkla çare bulacak, terörün odağını kurutacaktır."
Çok büyük bir iddia. Ne var ki Kuzey Irak’ta Kürtlerin ve PKK’nın bugün elde ettikleri avantajların 1 Mart tezkeresi ile geniş ölçüde önlenebileceği konusunda o devrin bütün komutanları mutabakat halindedir. CHP ise 1 Mart tezkeresine inanılmaz bir demagojiyle karşı çıkmıştı.
Bugünkü aşamada ABD kuvvetleri oradayken ve uluslararası ortam olabileceği kadar elverişsizken bir müdahaleyi nasıl gerçekleştirecek?
Seçim programlarının ciddiye alınmaması gerektiğini biliyorum. Ancak programlar ile muhalefet saflarında sergilenen davranış arasındaki tutarsızlıkların bir sınırının olması gerekmez mi?