TÜRKİYE seçim sonrasında iç sorunlarına dalmışken Ortadoğu’da karanlık ve karmakarışık bir tablo mevcut. ABD hatalarını yeni yeni hatalarla telafi peşinde koşuyor dersek galiba pek yanılmış olmayız.
Alın İsrail-Filistin ihtilafını. Washington, şimdi Filistinlilerin ikiye bölündükleri bir zamanda çözüm görüşmelerine yeni bir ivme vermek ve bu maksatla barış görüşmeleri başlatmak peşinde. Gerçekçi olarak böyle bir girişimin hiçbir şansı yok.
Zaten Filistinlilerin bölünmesinden kim sorumlu? ABD ve İsrail. El Fetih’i silahlandırarak onun HAMAS’ı tasfiye etmesine destek verdiler, bunun üzerine de HAMAS mukabil bir darbe ile Gazze’de yönetimi ele geçirdi. Gazze’de bugün halk inanılmaz mahrumiyetlere katlanarak yaşamaya çalışırken bütün yardımlar El Fetih’e gidiyor. Kaldı ki ABD bir çözümün unsurları hakkındaki görüşünü somut olarak ortaya koymuş değil.
İki devlet formülü destekleniyor, fakat sınırlar, Kudüs’ün statüsü, mülteciler gibi konulara hiçbir açıklık getirilmiyor. ABD ve İsrail’in Batı yakasının ancak % 50’sini Filistinlilere bırakmak amacında oldukları kuşkusu boşuna değil.
* *Ê *
Filistin meselesinin çözümü uzun yıllar bölgenin barış ve istikrarının anahtarı sayıldı. Bugün ise koşullar çok farklı. Filistin meselesi halledilse bile Irak savaşının feci sonuçları ve -doğru veya yanlış- İran’ın büyük bir tehdit teşkil ettiği algılamasının yansımaları devam edecek.
Başkan Bush’un kuvvet takviyesi ile Irak’ta güvenlik sorununa çare bulmak planı başarılı olamadı. İngilizler Basra’dan çekiliyorlar, Güney Irak’taki üslerini daha ne kadar muhafaza edecekleri belli değil. Kerkük sorunu gittikçe bir çatışma kaynağı oluşturuyor.
Türkiye açısından ise, ABD’nin PKK’ya karşı sınırlı bir operasyon projesi, anlaşılan bunu istemeyen çevreler tarafından basına sızdırılarak engellendi. PKK’ya karşı ABD’ye hálá umut bağlamak kendimizi aldatmak olur. Kaldı ki, Irak’ın tek bir devlet halinde kalması bile neredeyse mucize gerektiriyor.
* *Ê *
ABD şimdi de kendisine yakın Arap ülkelerini ve İsrail’i İran tehdidine karşı hibe veya satış yolu ile silahlandırmak yoluna girdi. İran’ı dengelemek politikası makul gözükebilir.
Fakat bu ülkelerden bazılarının, özellikle Suudi Arabistan’ın, ABD politikası ile her zaman bağdaşmayan davranışlar içinde oldukları unutulmamalıdır. Türkiye açısından yeni silahlanma süreci bir tehlike arz etmiyorsa da Türkiye’ye oranla diğer Ortadoğu devletlerinin askeri alanda teknolojik üstünlük sağlamaları risksiz sayılamaz. Bölgesel gelişmeler ışığında güvenlik ve savunma konseptimizde galiba kapsamlı değişiklikler gerekecek.
Tabloyu tamamlamak için Lübnan’daki müzmin istikrarsızlığı, Afganistan’da Taliban’a karşı operasyonların başarısızlığını ve Pakistan’ın ciddi bir buhranın eşiğinde olduğunu hatırlayalım.
ABD’nin kendi yarattığı kıskaçtan kendisini ve bu politikanın mağdurlarını yeni ve daha vahim krizler çıkmadan kurtarması umudu ufukta hiç gözükmüyor.