Cumhurbaşkanlığında devir teslim

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer görev süresini uzatmalarla tamamladı ve yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Çankaya’ya çıktı. Halef ve selef arasında büyük farklar var.

Ben bugün Sezer üzerinde durmak istiyorum.

Hakkında yapılan değerlendirmelerin bir kısmına elbette katılırım. Evet alçakgönüllü ve dürüsttü. Devletin parasını israf etmiyordu. Verilen hediyeleri beraberinde götürmedi. Bunlar tabii takdir edilecek vasıflar ve davranışlar.

Fakat aynı hasletlere sahip ilk cumhurbaşkanı herhalde Sezer sayılamaz. Daha önce, özellikle asker kökenli cumhurbaşkanları da hediyeler ve israf konusunda aynı duyarlılığı göstermişlerdi. Kabul etmek gerekir ki, Sezer’in erdemleri iyi bir cumhurbaşkanı olması için lüzumlu, ancak yeterli değildi.

Mizacının bazı yönlerini yadırgamamak zordu. İnsan ilişkilerinde de rahat görünmüyordu. El sıkarken gözlerini hep kaçırdığı, başını çevirdiği her zaman dikkati çekmiştir. Gülümsediği anlar bile çok nadirdi. Oysa Fransız yazarı Jean d’Ormesson’un dediği gibi "Tebessüm ruhun nezaketidir".

* * *

Sezer Anayasa Mahkemesi başkanı iken ve hatta cumhurbaşkanlığının ilk devirlerinde insan haklarına, ifade özgürlüğüne ve tarafsızlığa önem verdiği izlenimini doğurmuştu.

Ancak AKP iktidara geldikten sonra bu tarafsızlığı çok radikal şekilde terk etti ve CHP’nin çizgisine takıldı, koyu bir jakoben oldu, bireyi unuttu. Tek misyonunun laikliğin korunması olduğu inancına kapıldı. Kutuplaşmayı önlemeye hiç çaba sarf etmedi.

Kritik zamanlarda partiler arasında ve Hükümet ile kurumlar arasında uzlaşma sağlamaya çalışmadı. Bürokratik atamaları bazen haklı, bazen de haksız bir şekilde engelledi. Kendi münhasır yetkisi içindeki atamalarda her zaman objektif davranmadı. Kanunları veto hakkını, gerekli veya gereksiz, bol bol kullandı.

* * *

Cumhurbaşkanlığına seçildiği zaman Sezer’in dış politika deneyiminden yoksun olduğu ileri sürülmüştü. Eski yazılarıma baktım. 16 Mayıs 2000 tarihinde bu konuda şöyle bir yorum yapmışım:

"Yeni Cumhurbaşkanı’nın dış politikada deneyim noksanlığından çok bahsedildi. Bunu abartmamak gerekir. Dış politika her şeyden önce bir sağduyu meselesidir..."

Yanıldığımı kabul etmek mecburiyetindeyim. Dünyadaki dengeler, global ve bölgesel sorunlar, uluslararası işbirliği süreçleri, küreselleşmenin yansımaları, ekonomik entegrasyon hareketleri hakkında Sezer’in doğru algılamalarda bulunamaması Türk dış politikasını olumsuz yönde etkilemiştir.

2003’te 1 Mart tezkeresinin reddinde Sezer’in oynadığı rolü övenler ve bu sayede Türkiye’nin Irak’ta işgalci kuvvetler arasına katılmadığını ileri sürenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Sınır ötesinde dar bir şeritte konuşlandırılacak olan kuvvetlerimizin operasyonlara katılmaları söz konusu değildi.

Buna karşılık Irak’ın bütünlüğünün korunmasına katkıda bulunulabilir ve Kürt bölgesinin Türkiye’nin güvenlik menfaatlerine zarar vermesi önlenebilirdi.

* * *

Sezer, Kıbrıs meselesinde de, Güney Kıbrıs AB’ye resmen katılmadan önce bir çözüm bulunmasına muhalefet etti.

Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştıracak ve ileride Kıbrıs’ta AB içinde iki devlet perspektifine yol açabilecek bir çözümü engelleyenler safında yer aldı.

Lübnan’da Hariri’nin katlinde bütün şüpheler Suriye üzerinde odaklandığı bir dönemde Şam’ı ziyaret etmekte ısrar etti.

Irak’ın bütün dünyaca meşru sayılan Cumhurbaşkanı Talabani’nin Türkiye’ye davetine karşı gelerek Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması yolundaki politikamızla çelişkiye düştü.

Umarım Sezer anılarını yazar ve güttüğü politikaları daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Kendisine yeni hayatında mutluluk dilerim.

Abdullah Gül’ün 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi hakkındaki düşüncelerimi daha sonraki bir yazımda belirteceğim.
Yazarın Tüm Yazıları