Paylaş
Geçen perşembe, 20. yüzyıl Türkiye tarihçiliğinin en önemli simalarından biri olan Feroz Ahmad aramızdan sessizce ayrıldı. Uzun bir süredir Türkiye’deki üniversitelerde hocalık yapıyordu. Eşi Bedia Turgay Ahmad Hanım’dır. Feroz Hoca’nın “Modern Türkiye’nin Oluşumu, Genç Türkler ve Osmanlı Milletleri: Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar, Yahudiler ve Araplar, İmparatorluktan Cumhuriyete, İttihat ve Terakki, Jön Türkler” gibi önemli kitapları bulunmaktadır. Hiç şüphesiz, İttihatçılık ve Cumhuriyet rejimi arasındaki kadroların oluşumu ve geçişteki ayıklanmalar konusunda en ciddi eserlerden biri de onun kitabıdır.
BERNARD LEWİS HOCASIYDI
Feroz Ahmad, pek dile getirmezdi ama Delhi Müslüman aristokrasisine mensuptu. Hatta bildiğim kadarıyla babası Nuruddin Ahmad, Delhi’nin son Müslüman belediye reislerinden biriydi. Kurtuluştan önce Delhi, Babürlü Hindistan’ın Müslüman kültürünü ve elitlerini barındıran önemli bir şehirdi. Lahor’da da Hintliler vardı. Mübadele süreciyle bu iki şehir büyük değişim geçirdi. Bir diğer önemli merkez ise Haydarabad’dı. Bu üç şehir, Müslüman Hindistan’ın bıraktığı son miras niteliğindedir. Feroz Ahmad, Mısır’ı incelemek istemiş, ancak hocası Bernard Lewis ona Türkiye’yi tavsiye etmişti. Bu yönlendirme isabetli olmuştu.
Günümüzde bir moda var: İmparatorluktan cumhuriyete geçişi anlayamamak üzerine kurulu bir yaklaşım. Bazıları, İttihatçı diktatörlüğü doğrudan Cumhuriyet rejimiyle ilişkilendiriyor; hatta Cumhuriyet’in kendi içinde yaptığı ayıklamaları hesaba katmadan, iki grup arasındaki bağı araştırıyor. Oysa nihayetinde her ikisi de modern Türkiye’yi oluşturan iki önemli dönemdir. Ama iki takım farklıdır. Arap ülkelerindeki bazı Jön Türkler (bu, genel bir devrimci terimdir; hatta Portekiz’de bile ‘Jön Türkler’den bahsedilir), özellikle Dürziler, Mareşal Georgi Jukov ile İttihatçı liderleri birlikte değerlendirerek olumlu bir bakış açısına sahiptir. Elbette, bu görüşe karşı çıkanlar da vardır.
Kemalizm’e, Hindistan alt kıtasında (Bengal, Pakistan ve Hindistan’ı içine alan bölge) yaşayan birkaç milyonluk Müslüman topluluğu farklı bir perspektiften bakmaktadır. İçlerinde mutaassıp Müslümanlar bile vardır; ancak bizdekinden farklı olarak, Kemalizm’e doğrudan ve şiddetli bir şekilde saldıranlarına pek rastlanmaz.
Muhammed Eyüb Han’ın, Kemalist olarak anılan (pek de haksız sayılmazlar) müşaviri Fazlurrahman Malik (bir süre öğrencisi olma fırsatı buldum), Cumhuriyet reformlarını ve inkılaplarını onun kadar iyi anlayan başka bir Müslüman din bilgini yoktu. Medrese eğitimi ile Oxford’u ilginç bir şekilde birleştiren bir akademisyendi. Feroz Ahmad ise modern siyaset biliminin gereksiz spekülasyonlarından mümkün olduğunca uzak duran, ancak onlardan haberdar olan bir tarihçiydi. Dürüst bir kalemi vardı ve ciddi araştırmalar yapardı. Akdeniz’deki faşizm ile Kemalizm’in ayrıldığı noktaları belirlemeye özen gösterirdi. Bunlar, onun kişisel spekülasyonlarından ziyade, dönemin sağlam raporlarına, gazete yazılarından değerli makalelere kadar uzanan titiz bir taramanın sonucuydu. Türkçeyi iyi bilenlerdendi.
YAPTIĞI İŞLERE SAYGIM BÜYÜK
Bence, Feroz Ahmad’ın Türkçeye de çevrilen “Jön Türkler ve İttihatçılıktan Kemalizme Geçiş” gibi kitaplarını iyi değerlendirmek gerekir. Bunların yanında, hiç şüphesiz Andrew Mango da ilginç bir tarihçidir. İstanbul’da büyüyen Mango, Rusya kültürüne ve Akdeniz-Latin kültürüne hâkimdir. Yakın tarih konusunda, birtakım moda görüşlerden uzak kalarak araştırma yapmak kolay bir iş değildir. Klasik tarihçiliğin ayıklama ve düzenleme yöntemleri, modern tarihçilik yapmak için yeterli olmaz. Bunun için farklı bir kültürel birikim ve mukayese yeteneği gereklidir. İki dünya savaşı arasındaki atmosferin dünyada nasıl şekillendiğini kavramak büyük önem taşır. Feroz Ahmad, bu konular üzerinde titizlikle çalışan ve bazı meselelerde yerleşik duvarları aşabilen bir tarihçiydi. Bu yüzden yaptığı işlere şahsen büyük saygı duyuyorum.
Almanya’da doktora yapmış olmasına rağmen, Prof. Ömer Lütfi Barkan’ın yanında tekrar doktora yapan, doçentliğini de Türkiye’de alan Suraiya Faroqhi de köken olarak Hintlidir. Batı Avrupa-Alman kültürü ile Hint dünyasını bağdaştıran önemli bir tarihçidir. Türkçeyi rahatça kullanan akademisyenlerdendir.
Hiç şüphesiz, eski nesil içinde Türkçeye çok hâkim olan filologlar da vardı. Andreas Tietze ve Fransız Georges Dumézil bunların önde gelen isimlerindendir. Her ne kadar bu grubun içinde yer almasa da, tarihçilikte de bu tür simalara rastlamak mümkündür. Macar tarihçi ekolü ise bizde daha fazla etki yaratmıştır.
Türkiye’de, Batı’daki modern totaliter teorileri ele alanlar ya da İslamcı bir bakış açısıyla meselelere eleştirel yaklaşanlar, hiç şüphesiz Bernard Lewis gibi Oryantalistleri pek önemsemek istemezler. Ancak, onların etkisi her zaman hissedilir. Türkiye tarihini anlamak, Batı’nın ve Doğu’nun önemli dillerini ve düşünürlerini kavramaktan geçer. Hayatın gerçekleri, yalnızca yabancı Türkologlar için değil, modern Türk tarihçileri için de aşılması gereken bir engeldir. Bu, ayrı bir eğitim ve bakış açısı gerektirir ve bunu başarabilen kişi sayısı çok azdır. İnsanlar ya duvarın öbür tarafında kalır ya da bu tarafında.
GENÇLER ONUN ESERLERİNİ İNCELEMELİ
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Feroz Ahmad, Türkiye’nin gerçeklerine ve Kemalist mirasın bakış açısına en fazla yaklaşan tarihçilerden biriydi. Gandhi, Atatürk’ten bahsederken, “Şeytan diye gördüğümüz İngilizleri yenilebilecek bir güç olduğunu gösteren bir lider olduğuna” vurgu yapardı. Mevlana Azad da Müslüman dünyasından bir isimdi ve Kemalizmin ne anlama geldiğini değerlendirmişti. Fazlurrahman ise yalnızca Hindistan’da kalmadı, Pakistan’ın bir evladıydı. Kemalizmi son derece olumlu bir şekilde değerlendirenlerden biriydi. Hatta, Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle ilgili tartışmaları reddederek, “Bu, herkesin hakkı olan radikal bir içtihattır ama yine de bir içtihattır” diyerek Türk inkılabını 19. yüzyıldan başlayarak en radikal ve kesin seçim yollarıyla tanımlayan isimlerden biri oldu.
Böyle önemli isimlerin yetiştiği bir ortamda, Feroz Ahmad’ın bakışlarında bilgelik, sabır ve titizlik vardı. İnsanın çevresi çok önemlidir. Bu yüzden, kendisi Cumhuriyet dönemi Türklerinden ve Avrupalılarından çok daha farklı bir perspektife sahipti. Eserlerinin gençlerimiz tarafından tekrar incelenmesinin şart olduğunu düşünüyorum. Işıklar içinde yatsın.
Paylaş