Paylaş
Maveraünnehir’in ortasında,
Bir dili anlamaya başlamak nasıl bir mutlulukmuş...
İlk gün ne söylediklerini anlamadım. Ama ses, vurgu öyle tanıdıktı ki...
İkinci gün sözler; el hareketleri ve mimiklerle birleşince,
En azından bir şeyler çıkartmaya başladım. Ve bize tercümanlık yapan Hamit’in yardımıyla üçüncü gün;
Yavaş konuşulduğunda kelimelerin bir bölümünü anlamaya başladım.
Üçüncü günün akşamı Hamit’e dedim ki: “Men Özbekistan’dan ajdatlarımın gıdıryapman.”
“Ajdat”ın ecdat... ”Ota-boobalarım”ın atalarım olduğunu hemen öğreniyorum.
Ve işte bir büyük medeniyetin yeşerdiği Buhara’da, İsmail Samani’nin mezar türbesinin önünde, Buhara Valisi Zaripov Botir’le ellerimizi göğüsümüze götürüp selamlaşınca, nasıl muazzam bir medeniyetin kapısında olduğumuzu anlıyorum.
Vali Zaripov o kadar güzel özetliyor ki...
“Burası Maveraünnehir’in ortasında ilk mezarlardandır. Kitap yazana altın verildiği; alimlere, düşünürlere, şairlere sayısız iltifat edildiği bir medeniyetin başkentidir.”
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’la birlikte Parlamento Başkanları Toplantısı için gittiğimiz Özbekistan’da, Ürgenç’ten, Taşkent’ten Buhara’ya, Semerkant kapılarına kadar bir büyük tarihin dekoruna giriyoruz.
İşte Ürgenç’te İçhan...
İşte Hive Şehir Valisi Timur’un harika ev sahipliği.
EMİR TİMUR MEYDANI
Taşkent’in devasa caddeleri, şehrin her yönündeki tarihi kalelere, camilere, ilmin ve inancın manevi iklimine açılıyor.
Rehberimiz Hamit’e soruyorum:
“Emir Timur Meydanı?”
Bu sırada feci yağmur var. Havayı gösteriyor.
“Olsun” diyorum.
Çıkıyoruz yola. Az sonra muazzam bir meydan. Yemyeşil bir bahçe.
Ortasında devasa bir heykel. At üstünde Emir Timur...
Biliyorsunuz; Timur, Anadolu’da Yıldırım Bayezit’i yenerek Osmanlı’yı fetret devrine sokmuştu.
Tarihin o noktasındaki tartışmaları ve yorumları tarihe bırakıp;
Bugüne ve geleceğe bakıyorum.
Sonuç olarak hep şu sözü duyuyoruz.
“Maveraünnehir’de ilim adamlarına, din adamlarına, düşünürlere, şairlere kol kanat gerilmiş. Taşkent’ten, Hive’den, Buhara’dan Semerkant’a, İbni Sina’dan Farabi’ye, Buruni’den Ali Kuşçu’dan Hamedani’ye bilimin, düşüncenin ve şiirin medeniyeti kurulmuş.”
ULUBEY’İN RASATHANESİ
İşte Ulubey’in rasathanesi. Medresesi. O tarihi yapı.
O muhteşem kapıdan içeri girip de renkleri, desenleri o manevi sessizliği görünce, insan bir an duruyor.
Ben de öyle yaptım.
Geriye doğru çekilip sordum:
-İşte bin yıl öncesi yükselen bir medeniyet. Kimler geçti? İşte Ulubey’in rasathanesinden gökyüzüne, yıldızlara bakışı...
Kimbilir neler düşünüyordu? Nice alimler. Nice hayaller. Geriye ne kaldı?
Öyle bir medeniyetten sonra bugün neredeyiz?
Bu manevi iklim ve sanatın hatıralarına bakıp da sormamak elde mi?
Biraz ileride Çin’den geldiğini tahmin ettiğim bir turist grubu. Hemen arkasından bir Japon grup. Fransızlar. İspanyollar o muhteşem kuleye doğru yürüyor.
Her yer pırıl pırıl. Tek bir çöp yok.
Ve en önemlisi...
O caddelerde, sokaklarda satıcılar bir kez bağırmıyor. Eline aldığı eşyayı burnunuza sokmuyor.
Dükkânlarının önünde güler yüzle bekleyen satıcılar. Ve ağır başlı bir sessizlik var.
ATA TOPRAKLARININ BÜYÜSÜ
Buhara’da yüzlerce yıl öncesinden kalan kaleleri, meydanları, camileri, medreseleri, türbeleri gezerken bir şey dikkatimi çekiyor.
Kendimi hiç yabancı hissetmiyorum.
Sanki binlerce yıl öncesinden gelen bir sükunet kuşatıyor.
İşte o an iki yıl önce benzeri bir duyguyu yaşadığımı hatırlıyorum.
Kazakistan’da Nursultan şehrinde. Aynı duyguyu Türkmenistan’da yaşadım. Ve can Azerbaycan.
Hayatımda yaşadığım en duygu yüklü sürpriz.
Bakü’de kaldığım otelin lobisinde göğsüme takılan Har-ı Bülbül nişanı.
Bakın şimdi o kardeş devletin başkanı İlham Aliyev “Türkiye ile İsrail arasında çatışmasızlık görüşmesi”ne ev sahipliği yapıyor.
Kardeşlik yapıyor.
İşte Buhara’nın o tarihi ve manevi ikliminde bütün bunları düşününce; “Şu kardeşliği bir de içimizde kurabilsek” demekten kendimi alamıyorum.
Kuracağız elbet...
Ne kadar yıksak da...
Tarih boyunca hep kurmadık mı?
Paylaş