Avrupa’daki gelişmeler

Görünüşe göre, Avrupa’nın bölünmüş bloklarla bir güç kazanma seçeneği artık ortada. Akdeniz’in kuzeyi ve doğusundaki çağın gereklerine uyum sağlayabilen toplumların, İskandinavya’nın ve Orta Avrupa’daki Cermen blokunun, kazandıkları hayatlarına devam etmeleri mümkün. Ancak Rusya’nın Amerika olmadan yoluna devam etmesi, iki asırdır yaşanan gelişmelere bakıldığında, mümkün görünmüyor. Çünkü ortak tehditler karşılarında ve herkes kendi kabuğuna çekilerek daha mütevazı bir politika izlemek zorunda.

Haberin Devamı

BU hafta Almanya’da Berlin, Düsseldorf ve Köln’de vatandaşlarımıza konferanslar verdim. Daha çok, onların ülkedeki durumlarını tartıştık. Tezlerim ve telkinlerim açık: “Almanya size bir ufuk ve yer açtı, siz de bunu iyi değerlendirdiniz. Göçmen işçi grubunu oluşturanlar açısından Almanya, Türklere sahip olmakla kendini talihli hissetmelidir. İnsanlarımız çalışkan, disipline uyuyor ve suç işleme potansiyelleri çok düşük. Kazandıklarını biriktirerek ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyorlar. Altmış senedir soğuk bir muameleyle karşılaşmalarına rağmen birlikte yaşamaya başladılar. Sıcakkanlılıkları dolayısıyla kendi çevrelerini kazanmaya başladılar.

Avrupa’daki gelişmeler

Haberin Devamı

AVRUPA AKLINI BAŞINA ALMALI

Kuzeybatı Avrupa, bir sınıf toplumudur. Bir yabancı için tutunmak ve girişken olabilmek zordur; buna rağmen başarılılar. Ancak karşı taraf, onlarla bütünleşmekte başarılı değil. Hazin manzaralarla karşılaştım. 14 yaşlarında bir çocuğumuz, okulunda Türkçe dersinin kaldırıldığını söyledi. Zaten ders seçmeliydi. Gidip ilgili otoritelerle konuşmaya kalksanız, saçma sapan, asılsız ve mesnetsiz mazeretler ileri sürerler: “Almancanın gelişmesine mâni oluyor” gibi. Sanki Alman liselerindeki Almanların hepsine kusursuz Almanca ve edebiyat öğretiliyor, herkes dili bülbüller gibi konuşuyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa liselerinin kalite kaybettiğini, hatta bunun Jacques Chirac gibi akıllı önderlerin ifadesiyle “politik hayatta bile bir seviyesizliğe sebep olduğunu” herkes söyler. İçinize giren bir azınlığın kendi dilini öğrenmesinden kime ne zarar gelir? Maalesef dünya değişiyor ama Almanya’nın bazı konularda kafası hâlâ eski. Bu eski zihniyetle de çağdaş gelişmeleri kavramaları ve modern sorunları çözmeleri mümkün görünmüyor.

Karnaval gününe denk geldik. Çalışan sınıfların eğlenme ve dinlenme imkânı maalesef her yerde sınırlı. Bütün bir yıl boyunca mütevazı karnaval kıyafetlerini giymek için hazırlanmışlar. Bilhassa çocuklar, bu gibi törenleri dört gözle bekliyor. Ya mart ayının başında sert bir hava gelir ya da pazartesi günü Mannheim’da olduğu gibi (bu kaçıncısı!) delinin biri çıkar, çarşı pazarda arabasıyla insanları biçer. Akşam saatlerinde dağılan karnavalı ve daha çok da mahzun çocukları gördüm. Pek dayanılır bir manzara değil. Belli ki bu toplumlar artık çocuklarını mutlu edememeye başladılar. Daha önce ne kadar mutluydular, onu da bilmiyorum. Bugün övünme günü değil. İnsanlığı ortak problemler ve mağduriyetler bekliyor. Avrupa, aklını başına toplamak zorunda.

Haberin Devamı

Hakan Fidan’ın Londra’daki toplantıya katılıp söyledikleri, bizce artık fazla tekrar görünüyor. Avrupa devletlerinin, askerliğin yalnızca elektronikleşmiş bir sanayiden ibaret olmadığını anlamaları gerekiyor. Üstelik bu alanda da geri kalmaya başladıklarını kabul etmeleri şart. Asıl mesele, savunma gücünü oluşturacak kendi yurttaş kitlelerini tanımak ve değerlendirmektir. Türkiye Avrupa’da en büyük ordu ve savunma gücüyle ortada. Askerî sanayiye de son on yılda değil, uzun zamandır hazırlanıyor. Hâlâ bu menfi ve itici tavırlarını anlamak çok zor.

GÜÇ KAZANMA SEÇENEĞİ ORTADA

Amerika’nın Avrupa üzerindeki baskısı, ABD Başkanı Donald Trump ve ekibinin basitliği ve mahalle üslubuna rağmen, aslında beklenen bir reaksiyon olmalıydı. Yurttaşlarının %30’unu hiçbir zaman endüstriyel bir toplum seviyesine getiremeyen, okutamayan, giydiremeyen bir toplumdan Avrupa’ya daha ne kadar destek beklenebilir? Ukrayna politikası konusunda Amerikan tavsiyelerini dinlemeyen Avrupa’nın ne yapacağı ise tartışılır. Şunu da belirtelim ki bu tavsiyeler, Trump ve kabiliyetsiz Amerikan Dışişleri Bakanlığına (State Department) değil, bir diplomasi ustası olan Henry Kissinger’a aitti.

Haberin Devamı

Görünüşe göre, Avrupa’nın bölünmüş bloklarla bir güç kazanma seçeneği artık ortada. Akdeniz’in kuzeyi ve doğusundaki çağın gereklerine uyum sağlayabilen toplumların, İskandinavya’nın ve Orta Avrupa’daki Cermen blokunun, kazandıkları hayatlarına devam etmeleri mümkün. Ancak Rusya’nın Amerika olmadan yoluna devam etmesi, iki asırdır yaşanan gelişmelere bakıldığında, mümkün görünmüyor. Çünkü ortak tehditler karşılarında ve herkes kendi kabuğuna çekilerek daha mütevazı bir politika izlemek zorunda.

Eğitim sistemimiz kötü durumda ve giderek de kötüleşiyor. Ama bu yalnızca bize özgü bir sorun değil. Daha 1950’lere kadar mükemmel bir yapıya sahip olan Avrupa’daki orta ve yükseköğretim de giderek kalitesini kaybetmeye başladı. Bizim zayıflığımız ise takip ettiğimiz sistemden de kaynaklanıyor. Kısacası, artık oturup bindiğimiz vagonun ve bizi çeken lokomotifin doğru olup olmadığını tartışma ve değerlendirme zamanımız geldi.

Haberin Devamı

Avrupa’daki gelişmeler

TÜRKİYE AKDENİZ ÜLKESİDİR

Düsseldorf’taki toplantıda genç bir Türk kızı ayağa kalktı. Arzum üzerine herkes isimlerini ve mesleklerini söylüyordu. Bu kızımız, Almanya’daki bir Fransız lisesinde Fransa tarihini okutuyor. Bu gerçekten harika. Üç nesil önce dedesinin basit bir kol işçisi olarak geldiği bu ülkede, torunu Düsseldorf gibi zarif bir Kuzey Alman şehrinde Alman çocuklarına Fransız tarihi öğretiyor. Bir diğeri, bir enstitünün başında psikiyatr olarak görev yapıyor. Bunlar, bu azınlığın ve işçi sınıfının farklılaşma eğilimini gösteriyor. Almanya’daki Türk toplumunda kız çocukları, daha umutlu bir dünya kurma gayretine ve enerjisine sahip. Genç kızlarımız arasında İspanya ve İtalya’ya yerleşmek isteyenler çok, Fransızca öğrenenlerin sayısı ise artıyor.

Haberin Devamı

Doğrusu, artık enternasyonel rolü azalmış, demode olmuş bir dil ve kültür çevresinin dışına çıkabilmek gerekiyor. Bu umut verici bir gelişme. Zaten takip etmemiz gereken yol belli. Biz, çok demokrat (!) Ursula von der Leyen’in değil; müteveffa İtalyan senatörü ve parlak entelektüel Tullia Romagnoli’nin çizgisinde olmalıyız. Türkiye’ye yakışan, Kuzey Akdeniz ülkeleridir. Bizim dünyamız budur. Ayrıca, bu dünyanın arkasında bazı yönleriyle bizi geride bırakmaya başlayan doğudaki kardeş cumhuriyetler var. La Fontaine’in hikâyesindeki gibi çürük kristalle yolculuğa çıkan bakır bakraç durumuna düşmemeliyiz. Her toplumun yaşadığı tarih, kültürel yapılanması ve benzerlikleri, onun geleceğini çizer. Türkiye nedir diye soruyorlar? Türkiye’nin kimliği belli; o bir Akdeniz ülkesidir.

Bunu son Venedik gezimde daha iyi anladım. Sokaktaki insanların karnavalı, kuzeydekilerinkine kıyasla daha kaliteli. Ürünleri hâlâ daha iyi, eğitimi ise belirli dallarda hâlâ daha özgün ve nitelikli. İtalya, eğitimde son elli yılda belki harikalar yaratmadı ama gerilemek yerine bazı alanlarda kendini yenilediği ve niteliklerini değiştirdiği bir gerçek. Çek Cumhuriyeti ise Batı Bloku’nun sanayi ülkeleri içinde kendini yenileyen ve haklı olarak Eurozone sistemini kullanmayan bir ülke. Dünyayı yeniden değerlendirmeliyiz; heyecanlarımız, projelerimiz ve özlemlerimiz 1960’lı ve 1970’li yıllardaki gibi olamaz.

Yazarın Tüm Yazıları