Tartışma sayfalarına yansıyacak kadar farklı tepkiler geldi habere. Pratikte bir festival izleyicisinin tüketici olarak haklarının korunmasıydı, hakem heyetinin aldığı karar.
Ancak söz konusu olan bir gençlik festivali olunca haklar ve gerçekler biraz çakışıyor. Festival kültürü neleri kapsar, tüketici hakları nerede başlar gibi bir karmaşa ortaya çıkıyor.
Aksaklık olarak öne sürülenlerin çok daha fazlası bu tür festivallerin izleyicisi için olmazsa olmaz nitelikte.
Kapıda tabii ki kuyruk beklenir, hatta mavranın en büyüğü orada çevrilir.
Tuvalet kuyruğu sosyalleşmenin en samimisinin, muhabbetin en koyusunun yapıldığı yerlerdir. En büyük jestler orada yapılır, çok sıkışana yol verilir mesela.
Alandaki kalabalık insana kendini iyi hissettirir, doğru zamanda doğru yerde olduğunu düşünürsün. Hatta tarihi bir ana tanıklık ettiğin gibi yüce duygular kaplar içini.
Gece daha uzun sürse de alanda biraz daha fazla kalsam diye düşünen biri, konserin 20-30 dakika geç başlamasına aldırmaz bile. Beklemek de güzeldir onun için. Aldığı hazzı, coşkuyu kamçılar.
Dünyanın neresine giderseniz gidin bu tür büyük festival organizasyonlarında yaşanacak cinsten şeyler bunlar. Çoğu olur ama inanın azı olmaz.
Andrews, ‘Benim Hababam Sınıfım’ dediği takımın fotoğrafının altına şunları yazmış: “1968’de üyelerinden birinin Orhan Pamuk olduğu Robert Akademi Genç Basketbol Takımı’na koçluk yaptım. İlginç bir çeteydiler.”
Orhan Pamuk da ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ romanı üzerine Seattle Halk Kütüphanesi’nde 4 Kasım 2015 yılında Walter G. Andrews ile yaptıkları konuşmada şöyle anlatıyor tanışıklıklarını ve o günleri: “Burada ilk defa tanıştığımızı düşünüyor olabilirsiniz. Ama durum pek böyle değil. Bundan tam 47 yıl önce 1968’de İstanbul’da tanıştık. Ben Robert Kolej’de bir lise öğrencisi ve Walter, Osmanlı şiiri üzerine doktorasını yapan genç bir araştırmacıyken, ayrıca bizim okulun junior basketbol takımının koçluğunu da yapıyordu. Henüz on altı yaşındaydım ve belki size tuhaf gelecek ama klasik Osmanlı şiiriyle tanışmamı sağlayan isim, Amerikalı basketbol hocam Walter Andrews olmuştu.”
WALTER BEY
Osmanlı şiirini dünyaya tanıtan önemli isimlerden biri olan Walter G. Andrews’ün Türkçe yayımlanmış ‘Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı’ ve Mehmet Kalpaklı ile hazırladıkları ‘Sevgililer Çağı’ adlı kitapları bulunuyor. Atiye Güler Gündoğdu ve Servet Gündoğdu’nun hazırladıkları ‘Walter G. Andrews Kitabı-Osmanlı Şiiri İçin Bir Deniz Feneri’ (İnsan Yayınları, 2020) kitabı ise akademi ve arkadaş çevresinin Walter Bey dediği ustayı tanımak için iyi bir kaynak.
EDEBİYATÇILARLA ARTİSTLERİN MAÇI
ORHAN Pamuk’un basket takımındaki fotoğrafını görünce, yazar çizerlerimizin futbolla ilgisini şöyle bir düşündüm. Aklıma ilk gelen Orhan Kemal, Haldun Taner ve Halit Kıvanç’ın efsane fotoğrafı oldu. Türk edebiyatının en yetenekli futbolcusu sanırım Orhan Kemal. Adana’da gençlik yıllarında futbol oynamış. Fotoğrafın çekildiği tarih ise 8 Haziran 1964. Haldun Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’nı ilk sahneye konduğu dönem. Edebiyatçılar ve oyuncular karşı karşıya geliyor. Edebiyatçıların takımında Orhan Kemal, Şükran Kurdakul, Ülkü Tamer gibi isimler var. Takımın destekçisi Fazıl Hüsnü Dağlarca. Haldun Taner’in kaptan olarak çıktığı artistler takımında ise Engin Cezzar, Erol Günaydın ve Aydemir Akbaş var. Halit Kıvanç’ın yönettiği maçın başlama vuruşunu Gülriz Sururi yapıyor ve maçı edebiyatçıların takımı 5-3 kazanıyor.
Edebiyatçılar ve artistler takımlarının kaptanları Orhan Kemal ile Haldun Taner maçın hakemi Halit Kıvanç. Top-kale seçimini yapmadan poz vermişler.
Büyük otellerin özel salonlarında yapılan o görkemli müzayedeler artık eskide kaldı. Önce müzayede evlerinin kendi salonlarına çekildi, sonra da sanal dünyaya.
Şimdi her gün onlarca müzayede haberi düşüyor önümüze. İnternete giriyor, eseri inceleyip arttırıma katılıyorsunuz. Verilen süre dolduğunda en yüksek fiyatı verende kalıyor.
İnternetten bir çöp bile alamayan bir neslin yapacağı iş değil pek, on binlerce lira verip duvarına asacağı bir tabloyu yakından görmeden, incelemeden satın almak.
Ama artık yeni bir kuşak para ve söz sahibi.
Peki bir şef, seyirci arasında, başka bir şefin yönettiği klasik müzik konserini nasıl izler?
Geçen perşembe bunu gözlemleme şansına sahip oldum.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın yeni yıl konseri vardı Lütfi Kırdar’da. Konuk şef Ludovic Morlot yönetimindeki orkestra, ünlü soprano Angela Gheorghiu’ya eşlik etti.
Müthiş bir konserdi, nefesimi tutarak izledim. Angela göz alıcıydı ama benim gözüm hep başka yerdeydi.
Biyografi filmi çekmenin en büyük zorluklarından biri, ailenin/varislerin iznini almak.
İzin almadan yapılan her film dava konusu oluyor.
Bunun en son örneği ise Ahmet Kaya’nın hayatını konu alan ‘İki Gözüm Ahmet’ filmi. Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, Gani Rüzgar Şavata ve Hakan Gürtop’un yönettiği filme izin vermediklerini yaptığı basın toplantısıyla açıklamıştı. Taraflar mahkemelik olsa da filmin 7 Şubat’ta vizyona gireceği açıklanmış durumda.
O zamana kadar mahkeme sonuçlanır mı bilmem ama yapımcıların en fazla çekindikleri konu şarkıların telif hakkı. ‘İki Gözüm Ahmet’ filminde o yüzden hiçbir Ahmet Kaya şarkısını kullanamamışlar. ‘Şafak Türküsü’, ‘Kum Gibi’, ‘Başım Belada’, ‘Ağladıkça’, ‘Öyle Bir Yerdeyim ki’ gibi Ahmet Kaya şarkıları olmadan Ahmet Kaya filmi olur mu hiç?
Bu arada bütün bu tartışmaların ortasında ikinci bir Ahmet Kaya filminin daha çekildiğini duydum.
KİMLERİN FİLMİ ÇEKİLMEK İSTENİYOR?
Yeni bir keşif değil belki ama bizden bir tablo hikâyesi. Yapılışından 75 yıl sonra sahibine ulaştırıldı.
Bundan yaklaşık iki hafta önce Galeri Nev’in sahibi Haldun Dostoğlu bir e-posta alır. İsveç’te yaşadığını söyleyen Siren Ek, bir Nejat Melih Devrim tablosu almak istediğini, satılık tabloları nereden bulabileceğini sormaktadır.
Mesajın en önemli yanı ise kendisinin de aynı aileden olduğunu söylediği bölümdür. Annesi Nejat Devrim’in kuzeni yani Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın (Halikarnas Balıkçısı) küçük kızıdır.
Şakir Paşa ailesinin yaşayan fertlerinden biridir anlayacağınız. Fahrelnisa Zeid, Aliye Berger, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Füreya Koral, Nejad Devrim, Şirin Devrim gibi ünlü isimlerin mensubu olduğu aile.
Haldun Dostoğlu 1987 yılından beri galeri olarak Nejad Devrim’in eserlerini temsil ettiklerini, ilk eşi Maria Devrim’in halen 96 yaşında ve Paris’te yaşadığını, iletişim halinde olduklarını belirterek elindeki eserlerden bir dosyayı kendisine iletir.
Seçtiği eserlerden birini satın alır Siren Hanım.
Bütün bu yazışma trafiği sırasında üzerindeki bir emaneti hatırlar
Nasıl yazıldığına ve nereden bakıldığına göre değişir her şey. Gazete köşelerinde ve dergi sayfalarında yapılan polemikleri ve laf sokuşturmalarını okumanın tadı bir başkadır. İş orada kalsa iyi. Bildiğin vurdulu kırdılı bir edebiyat tarihi okumak istemez misiniz? Araştırmacı yazar Emin Karaca’nın ‘Bay Ataç Gocunmasın Hiç - Türk Edebiyatında Unutulmayan Kavgalar’ kitabı tam da böyle bir çalışma. Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Aslında Karaca’nın 1998 tarihli ‘Türk Basınında Kalem Kavgaları / Ben Senin Cemaziyelevvelini Bilirim’ kitabının bir tür devamı niteliğinde. Kitapta 1950 sonrası yaşanan edebi kavgalar, tartışmalar bir araya getirilmiş.
En bilinen edebi kavgalardan biri Nâzım Hikmet ile Peyami Safa arasında yaşanandır. Nâzım, 1935’te bu kavgayı güreşe benzeterek işin usulünü şöyle açıklamış: “Bu güreşte gerçekten sırtın yere geldi mi diye bakmazlar; en çok cakalı peşrev yapana, gürültü koparana hak verirler.”
Türk edebiyatçılarını kavga ‘usullerine’ göre sınıflamasını yapmak mümkün bu kitabı okuduktan sonra.
(*) ‘Dövüş Kulübü’: Chuck Palahniuk’un romanından uyarlanan 1999 yapımı film. David Fincher’ın yönettiği filmde Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter başrollerdeydi.
YUMRUKLARINI KONUŞTURDULAR
En büyük örneğini verenler
“Ne var bunda, polis aracıyla her an her yerde karşılaşılabilir” diye düşünebilirsiniz. Ama bu polis aracı bildiğiniz cinsten değil, upuzun bir limuzindi.
Sanırsınız ki suçlular kralı içeride ve polis de onu öyle sıradan bir arabayla değil limuzinle almaya gelmiş.
Gerçeği öğrenenler sanatın insanı şaşırtan, düşündüren yanının farkına vardılar.
Limuzin bir sanat eseriydi ve sanatçı Halil Altındere’nin son işlerinden biriydi.
Dün sona eren ve iki gün süren Marka Konferansı kapsamında orada sergileniyordu. Bu yıl Yapı Kredi Bankası’nın 75’inci yılı kapsamında Galatasaray’daki Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde ‘Abrakadabra’ isimli bir sergi açmıştı Halil Altındere.
Bir kültür-sanat markası olarak İstanbul’un konuşulduğu konferansa davet edilen Altındere’den o sergide yer alan işlerden bir seçkiyi de getirmesi istenmiş. Altındere dört eserinin yanına bir de bu konferans için özel olarak polis limuzinini üretmiş.
Günlük hayatta kullanılan malzemelerin anlamlarını değiştirerek işler üreten Altındere bu kez korkulan, görünce yol değiştirilen polis aracını cazibe nesnesine dönüştürmüş.