Bu aşkın, bir de kara sevda hali var. Biraz daha tehlikeli olanı…İşte o da Japonya’da yaşanıyor.
BİR YEMEĞE BİNLERCE BLOG
Ramen, Japonya’nın en popüler yemeklerinden biri. Aslında bir çorba. Çin eriştesi (noodle), et, yosun ve taze soğan, uzun süre pişen et ya da tavuk suyunda servis ediliyor. Doyurucu, besleyici, ucuz ve çok lezzetli. Türkiye’de kuru fasulye ne kadar yaygınsa, Japonya’da da ramen o kadar yaygın. Hatta belki daha da, çünkü sadece Tokyo’da bile 20,000’den fazla ramenci var.
Havasını koklamak lazım.
Geçen hafta Hintli bir arkadaşımın düğünü için Mumbai’deydim. Mumbai, dünyanın en kalabalık ve en renkli şehirlerinden biri. Hindistan’ın, İstanbul’u. Bollywood'un ev sahibi. Eğlence, kültür, sanat ve finansın kalbi. Sisli, nemli ve çok kirli, ama aynı zamanda da çok etkileyici.
İstanbul trafiği cennet!
Eşim benden daha akıllı, o 34 yaşındaydı. Aslında tam ideal yaşta evlenen oydu.
Şuan, sadece 4 sene sonra bakınca görüyorum ki, 20'li yaşlar evlenmek için çok erken!
Neden mi?
İlk önce şunu netleştirelim; 25 yaşında neyseniz 30 yaşında da öylesiniz. Enerjiniz, karakteriniz, fikirleriniz, davranışlarınız neredeyse aynı. Yani 30 yaşına gelince birdenbire çok olgun, çok bilgili ve çok oturaklı bir yetişkene dönüşmüyorsunuz.
Bugün biraz düşünelim istiyorum. Gencecik bir kız… Daha çocuk denecek yaşta. Hayalleri var, hayattan beklentileri var. Aşka inanıyor. Mutlu bir evlilik, huzurlu bir yuva istiyor. Ancak önce okulunu bitirecek, üniversiteye gidecek.
Genç kızın oturduğu mahallede bir delikanlı var. Kız, sokakta yürürken delikanlının pis bakışlarını üzerinde hissediyor ama korkudan kimseye söyleyemiyor. "Belki de bana öyle geliyor" diyor hep, komşusuna konduramıyor.
Birgün sokakta yürürken pis bakışlı delikanlı geç kızı köşeye sıkıştırıyor. Kız, elinden kurtulmaya çalışıyor ama ne mümkün. Sesini kimseye duyuramıyor, delikanlının kollarından kurtulamıyor. Çaresiz, kendini bırakmak zorunda kalıyor. Tecavüze uğruyor. Hırpalanmış bir halde, utanç içinde evine dönüyor. Korkudan tir tir titriyor. Uyumaya çalışıyor, kabuslar peşini bırakmıyor. O kadar inciniyor ki yemeden içmeden kesiliyor, sokağa bile çıkmıyor. En sonunda dayanamayıp başına geleni annesine söylüyor. Tecavüzcüsü cezasını çeksin istiyor, polise gitmek istiyor. Durumu dinleyen anne korkuyor, "eyvah, kızın namusu kirlendi" diye düşünüyor, çünkü o da ailesinden öyle öğrenmiş. Erkeklere boyun eğmek, onun gerçeği olmuş.
Peki ne mi oluyor? Aile, konu komşunun ağzına düşmekten korkuyor. "Belki bizim kız da göz kırpmıştır" diye düşünüyor ve "evlendirelim bunları" diyor. Ve kız tecavüzcüsüyle evleniyor. Aynı travmayı bir ömür boyu her gece tekrar tekrar yaşıyor. Dayak ta var tabi, tecavüz eden döverde... Kızın çocuk yaşta kendi çocukları oluyor, tecavüzcü babanın nefretinden onları da korumaya çalışıyor. Yükü o kadar ağır ki, taşıyamıyor. Mağdur olduğu halde, müebbet yiyor.
Aslında itiraf edeyim haftalardır Melania Trump’ın CNN’e verdiği röportajı düşünüyorum. İzlediniz mi bilmiyorum, röportajda Melania üstüne basa basa “Benim için üzülmeyin!” dedi.
İlk tepkim “Neden senin için üzülelim ki?” oldu.
Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Türkiye’de kadın olmak kolay değil. Daha çocuk yaşta, giydiğimize, davranışlarımıza dikkat etmek zorunda kalıyoruz. Trafikte camımızı kapatmak, sözlü tacizi duymazdan gelmek bizim maalesef normalleştirdiğimiz bir durum. Bir de gazetelerde okuduğumuz haberler var.. Tecavüze maruz kalan genç kızlar… Öldürülen kadınlar… Hem acı çekiyoruz, hem de korku içinde yaşamaya çalışıyoruz.
2007-2015 yılları arasında yayınlanan müthiş sürükleyici bir seri. Hikaye, 1960’larda geçiyor. Kahramanı, Don Draper adında çok yakışıklı bir reklamcı. Don, büyük bir reklam ajansının kreatif direktörü. Saçları her daim jöleli, takım elbisesi ise jilet gibi. Ofiste, Don’ın elinden viskisi, sigarası eksik olmuyor.
Karizmatik, ağırbaşlı ve oturaklı. Çalışma arkadaşları da öyle. Koskoca 92 bölümde, bir gün de eşofman altıyla işe gelen birine rastlamıyorsunuz!
Bir de şimdiki çalışma ortamına bakalım. Bir kere ofislerde yaş ortalaması artık çok daha genç! Girişimci ruhlu gençler, daha 30 yaşında olmadan kendi şirketlerini kurabiliyor ya da koskoca şirketlere CEO olabiliyor. Terfi olmanın yaşla hiçbir bir alakası kalmadı yani! Takım elbise deseniz, onu da artık sadece bankacılar giyiyor.
Hayat devam ediyor da nasıl ediyor? Oğluma bakarken bile aklım yaralanan bebeklerde, hayatını kaybeden canlarda.
Artık kafamız değil geleceğimiz karışık.
Sonra kendimle konuşuyorum; "Kadın olarak, anne olarak umudunu kaybetme! Türkiye için daha çok çalış, bir ol, korkma!"
Başka şansımız yok.
Hatırlarsınız, Eylül ayında gerçekleşmesi beklenen Art İstanbul fuarı da terör olayları ve darbe girişimi sebebiyle iptal edilmişti. Yani korkudan... Böyle bir atmosferde, Contemporary Art, yabancı galerilerden katılımın az olmasına rağmen, bu hafta sonu Lütfi Kırdar'da sanatseverlerle buluştu.
Fuar çok başarılı, ancak perşembe akşamı 20 kişilik bir grubun yaptığı baskın herkesin tadını kaçırdı.