Sizi bilmem ama ben 7 yaşındayken dansöz olmak istiyordum. Okulda, evde, bankada, kuaförde kısacası annemin beni götürdüğü her yerde utanmadan masanın üzerine çıkıp dans ederdim. Oryantale özel bir merakım ya da yeteneğim olduğundan da değil, tamamen maskaralıktan.
Ablam ne olmak istediği konusunda daha da netti. Biri “büyüyünce ne olacaksın?” diye sorduğunda, direkt “Ahu Tuğba” derdi.
Arkadaşlarımızın da bizden pek bir farkı yoktu. “Çılgın Bediş” olmak isteyenler, Hugo’daki “Tolga Abi” olmak isteyenler, Kral TV’deki “VJ Bülent” olmak isteyenler… En hırslımız “Süper Baba” dizisindeki “Alim”den esinlenir, Galatasaray Liseli olmak isterdi.
Daha da ilerisini düşünmezdik. “Astronot” olacağım diyen bir iki çocuk olurdu, onları da anne-babaları dahil kimse pek ciddiye almazdı.
Sürekli gelişen bir nesil
Şimdiki çocuklar bizden çok farklı! Hepsinin gözünden zeka fışkırıyor. Teknolojiyi müthiş kullanabilen, sürekli üretmek isteyen, inanılmaz özgüvenli çocuklar yetişiyor. Ve hepsi, daha çok küçük yaşta ne istediğini biliyor.
Mesela geçenlerde Ali bana, “beni lütfen yüzme dersine götür anneciğim” dedi. Ben 31 yaşındayım, Ali’yi yüzmeye götürmek aklıma gelmiyor, ama Ali 3 yaşında, ne istediğinin ve bunu kimden istemesi gerektiğini çok iyi biliyor.
Mesela, Donald Trump’ın göçmen politikası karşısında Amerikalıların birbirine sahip çıkması…
Meryl Streep gibi güçlü oyuncuların kalplerinden geçeni rahatça söyleyebilmesi…
Normalde politikaya karışmayan büyük şirketlerin, korkmadan duruşlarını sergileyebilmesi…
Biliyorsunuz konu politika oldu mu, herkes elini taşın altına koymaz. Ancak çok özel kişiler ve markalar, büyük kitlelere hitap ettiklerinin bilinciyle, bu sorumluluğu sırtlayabilir, zarifçe taşıyabilir.
MESELA NİKE
Nike, geçtiğimiz hafta “EŞİTLİK” adı altında bir video yayınladı. Filmde, LeBron James, Serena Williams, Michael B. Jordon ve Kevin Durant gibi çok başarılı sporcular yer alıyor. Filmin ana teması farklılıklara sahip çıkmak ve inancı ne olursa olsun, herkese eşit şans vermek.
Beni en çok etkileyen cümle;
Öyle bir bakışıyla çocuğunu muma çeviren annelere hayran oluyorum. Ayna önünde çalışıyorum, “ben de yaparım” diye kendimi telkin ediyorum, ancak ne yaparsam yapayım o, tatlı ama sert, “seviyorum ama kızarım” bakışını yakalamıyorum.
Etrafıma bakınca benim gibi bir çok anne-baba olduğunu görüyorum. Korku dolu gözlerle oğlunu parktan çıkartmaya çalışanlar, oyuncakçıda kavga çıkmasın diye pazarlık edenler, uçakta etraftan özür dileyerek çocuğunu sakinleştirmeye çalışanlar…
Oldukça kalabalık bir grubuz! Ve meşhur Hollywood yıldızı Drew Barrymore da bizden biri..
Barrymore, bakmış 4 yaşındaki kızı Olive’in krizlerini durduramıyor, durumla dalga geçmeye karar vermiş. Kızı Olive öfkelenip kendini yerden yere attığı zamanlarda, Barrymore, kızının arkasına geçiyor, ellerini dua eder gibi havaya kaldırıyor ve kameraya poz veriyor.
“Şimdi ağlıyor olabilir ama en azından büyüyünce bu fotoğraflara bakıp güleriz.” diyor.
Ne kadar işe yarar bilemedim ama çocuklarımızın çok hızlı büyüdüğü kesin. Bugünlerin geri gelmeyeceğini bilmeli ve her anın tadını çıkartmalı!
İnstagram kocası!
Meşhur Hollywood yıldızı Milla Jovovich'ten bahsediyorum.O kadar şöhret ve zenginliğe rağmen ayakları yere sapasağlam basıyor. Tokalaşırken bile sıkı sıkı tutuyor elinizi, gözünüzün içine dikkatle bakıyor.
Bazen aklı karışıyor, bir hikaye anlatmaya başlıyor sonra “bunu neden anlattım bilmiyorum” deyip, başka bir konuya atlıyor. Arada kendisiyle dalga geçiyor. Dünyaca ünlü bir hollywood yıldızı ama şımarıklıktan eser yok.
Çok doğal… Makyaj yok, günlük hayatta sade giyinmeyi seviyor.
Aşırı kendine güvenli, ama bir o kadar da saygılı. Sorulan her soruya uzun uzun cevap veriyor. Çok esprili, bol bol gülüyor ama bir anda ciddileşiveriyor!
Başarıyı hafife almıyor, kendini diğer insanlardan üstün görmüyor. "Çok çalıştığım için başarılıyım" diyor!
Konu çocuklarına geldi mi gözleri bir başka parlıyor!
Benim tanıştığım en etkileyici kadınlardan biri. Sapasağlam!
İşte Milla Jovovich'le geçen hafta Londra'da, Toyota C-HR lansmanının ardından yaptığımız röportaj!
Kalbe giden yolun mideden geçtiğine de inanırım. Özenle hazırlanmış lezzetli bir yemek, karnınızda kelebeklerin uçuşmasına neden olur, hislerinizi harekete geçirir. Hele bir de yemeğe güzel bir sohbet eşlik ederse, unutulmuş duygular yeniden canlanır, aşkınız kabarır.
Gündelik telaşlar devreye girdiği vakit, sevgimizi göstermeyi unutabiliyoruz. Annemizi, babamızı yeterince aramıyoruz, okula geç kaldı diye kızdığımız çocuğumuzu evden uğurlarken öpmeyi atlıyoruz, en sevdiğimiz arkadaşımızın telefonuna geri dönmeyi unutuyoruz... Aynı evi paylaştığımız eşimizle bile adam akıllı sohbet edemeden haftaları geçirebiliyoruz.
Bazen de bilerek tutuyoruz sevgiyi. İçimizden “ne kadar çok seviyorum!” diye düşünüyoruz ama kendimizi tutup söylemiyoruz.
Eski bir atasözü vardır; dut kurusu ile yâr sevilmez. Yani öyle sevgiyi paylaşmadan olmaz! “Yoğunum”, “dertliyim”, “hastayım” gibi bahanelerle sevgi ertelenmez. Sevgi, emek ister, paylaşılmak ister, kutlanmak ister.
Gelin bu sene, sevgililer gününde kendimizi tutmayalım! Çocuğumuza, eşimize, kedimize, köpeğimize, artık kimi seviyorsak ona kalbimizi açalım. Kalpli bir ayıcık alalım, güzel bir sofra hazırlayalım.
Bakarsınız çok hoşumuza gider, sevgiyi her gün kutlamaya başlarız. Ne dersiniz?
Yazıyı sevgililer gününde yapabileceğiniz pratik ve lezzetli bir menü ile noktalayalım. Denerseniz yorumlarınızı beklerim!
BAŞLANGIÇ:
Bütün bildiklerinizi unutun zira Toyota bu lansman ile resmen ezber bozdu!
MİLLA JOVOVİCH BAŞROLDE
Dev bir hangar düşünün, soğuk, gri ve puslu. Sizi, karanlık dünyasında güçlü bir kadın karşılıyor ve yarım saatlik sürreal bir maceraya çıkıyorsunuz. Önce dev bir köprüye geliyorsunuz. Uzaktan bir ses, “are you in the flow?” yani “akışta mısın?” diye soruyor. Derken aşağıda ışık şov içinde Toyota C-HR ‘ı görüyorsunuz. Bu sırada rehberiniz, “beni takip et!” diye komut veriyor ve karanlık koridorlarda uzun bir yürüyüşten sonra bu sefer arabanın içindesiniz.
Ancak arabada mısınız, bilgisayar oyununda mı belli değil, zira her taraf ekranla kaplı. İçeri çok sevimli, konuşkan Alman bir kız biniyor, yine bir hikaye anlatıyor ancak her şey o kadar şaşırtıcı ki, hikayeye konsantre olmakta zorluk çekiyorsunuz, kızı rüyada gibi dinliyorsunuz.
Arabadan indikten sonra hangarın içinde yürümeye devam ediyorsunuz ve birden kendinizi Paris’te bir kumar masasının önünde buluyorsunuz. Oyuncular hemen sizi oyuna dahil ediyor ve rulet masasında şansınızı deniyorsunuz. Kazananlar, Toyota C-HR’a biniyor. “Emniyet kemerini tak!” diyor şoför ve kumar masanının etrafında deli bir hızla dönmeye başlıyor.
ADRENALİN HAD SAFHADA!
Arabadan iner inmez bir anda kendinizi “Milano Moda Haftası”nda buluyorsunuz! İtalya aksanıyla bir modacı karşılıyor sizi, aynı anda onlarca muhabir fotoğrafınızı çekiyor, flaşlar gözünüzde patlıyor. Derken biri imdadınıza yetişiyor, sizi paparazzi ordusundan kurtarıp tekrar arabaya bindiyor. Arabada soluklanırken, bu sefer de İtalya’da bir defile izliyorsunuz.
Hergün etrafımda şahit olduğum gıda israfı beni resmen deli ediyor!
Dünyada her sene yaklaşık 1,3 milyar ton yiyecek çöpe gidiyor. Düşünebiliyor musunuz? Çöpe giden yiyeceklerin sadece çeyreğini bile kurtarabilirsek, 870 milyon aç insanın karnını doyurabiliriz. Yaratabileceğimiz fark olağanüstü, gıda israfına birazcık dikkat gösterdiğimiz anda milyonlarca insanın hayatına dokunabiliyoruz.
İnsanların yanı sıra, çöpe giden yiyeceklerin ürettikleri metan gazının çevreye olan negatif etkisini de unutmamak lazım. Anlayacağınız gıda israfı, dünyanın en önemli sorunlarından biri.
Peki bizler bu konuda ne yapabiliriz? Zamanının çoğunu mutfakta geçiren bir insan olarak uyguladığım bir kaç basit yöntemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
ALIŞVERİŞİNİZİ HAFTALIK YAPIN
Mutfak alışverişi mutlaka haftalık yapılması gereken bir aktivite, zira meyve ve sebzenin ömrü o kadar. Bulgur, pirinç, un gibi uzun ömürlü malzemeleri stoklayabilirsiniz ama taze besinleri haftalık almaya gayret gösterin.
HAFTALIK ALIŞVERİŞ LİSTESİ
“Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” Nostradamus kehaneti gibi değil mi?
Eskiden bir insanın “ünlü” olması, kendini gösterebilmesi için çok uğraşması gerekirdi. Çünkü mecra azdı. Ya Hülya Avşar kadar güzel olmalıydın, ya da Tarkan kadar yetenekli. Sırf yetenek değil, aynı zamanda insan tanımak gerekiyordu. Ya da bir köşede Sezen Aksu’yu sıkıştırıp şarkı söylemek…
Hem yetenekli olmak, hem de doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanı bulmak gerekiyordu yani. Kaç kişi o kadar şanslı olabilir ki?
DEVİR DEĞİŞTİ
Sosyal medyayla birlikte dengeler değişti. Eskiden keşfedilmek neredeyse imkansızken, artık cep telefonunuzla çektiğiniz bir fotoğraf, bir anda binlerce hatta milyonlarca insana ulaşabiliyor.
Misal Nusret… Sosyal medya paylaşımları sayesinde dünyanın en çok izlenen programlarında yer alabiliyor, en çok okunan gazetelerine konu olabiliyor. Sıyrılmak için farklı bir yol seçti evet, ama öyle ya da böyle, kendisini dünyaya duyurabiliyor.