Çöpler şehrin rantıdır, o bile telef ediliyor.
Türkiye elinin altında kuzu gibi yatan enerjisini devreye alsa bütçe açığının çok büyük bölümü buradan karşılanır, şehirlerde toplu ulaşım bedavaya bile getirilebilir.
Türkiye’nin refah seviyesi biraz olsun yükseltilebilir.”
***
Bu konuşmayı geçen hafta gittiğim Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde yaptım. Prof. Dr. Levent Kırılmaz, “Öğrencilerimizin çevre bilincini artırmak için özel program uyguluyoruz. Dersimize katılır mısınız?” diye sordu. “Konu çevre ise, benim de bir çay kaşığının ucu kadar katkım olacaksa seve seve katılırım” dedim.
İyi ki katılmışım.
Eski Greenpeace gönüllüsü, şimdilerin öğretim üyesi, ‘Çevre’ dersinin yürütücüsü Yrd. Doç. M. Zeki Haznedaroğlu, bizi öğrencilerle buluşturdu. Her birinde ayrı konunun masaya yatırıldığı derslerde bize de “Enerji ve Şehir” bölümü düştü.
Şehrin ve yaşam alanlarımızını kirlilikleriyle mücadele etmenin yöntemini ben buldum.
Bir ay önce, Kutlu Aktaş İçme Suyu Barajı’nın kenarında inşaat atıklarını görünce, “Çeşme’nin Alaçatı’nın önünde molozlar var” diye yazmıştım.
O yazıdan sonra onlarca telefon ve elektronik ileti aldım.
Herkes yeni bir şikayet bildiriyordu.
Kimisi çöpten, sinekten, kimisi ottan böcekten dertliydi.
Ağaç katliamı yapanları, Karşıyaka Çarşısı’nın ortasını köpeğinin kirletmesine duyarsız kalanları şikayet ediyordu,
“Bunları yazın ki yöneticilerimiz duysun, görevliler uyansın” diyorlardı.
Ağaçlar çiçeğe durdu, yaseminler miss gibi kokuyor bahçe kenarlarında.
Rengarenk çiçekleri toplayıp taç yapasım geliyor sevdiğimin başına.
Tabiat ana olanca cömertliğiyle sermiş güzelliğini insanoğlunun emrine.
Binbir çeşit ot bitmiş dağda bayırda, ovada çayırda.
“Et yerine ot ye, sağlıklı kal” diyor TV’lere çıkan uzmanlar.
Herkes birden bire doğal ürünlere yöneldi.
Neredeyse her sokak başında açılmaya başlandı ‘Eko gıda” marketleri.
Bazı ülkeler iflas etti.
Bu kriz insanların ahlakını bile bozdu maalesef...
Şirketler, kurum ve kuruluşlar, kökünden çürüyen selvi gibi yere devrilip boylu boyunca uzanıyor.
Biz ekonomi uzmanı değiliz..
Üstelik alevera-dalevera da bilmiyoruz.
Ahmet’in külahını Mehmet’e giydirme, yalap-şalap ilişkilerle ayakta kalma yöntemlerini öğretmedi bize hocalarımız.
Bizim işimiz gazetecilik.
Zaman acıyı unutturur diyorlar ya...
Öyle olmuyor dostlar.
Yüreğimde açılan yara her gün kanıyor.
İçim, için için yanıyor.
***
13 Mart 2011 günü kaybettim oğlum Çağlayan Irmak’ı.
14 Mart günü, yani tam bir yıl önce bugün sonsuzluğa uğurladık 32 yaşındaki yiğidimi.
İklimler bozuldu. İzmir’e bile bu yıl üç kez kar yağdı.
Ödemiş Bozdağ’da kar kalınlığı Uludağ’ı geçti.
Bu yıl dondurucu ayaz bizi perişan etti..
Uzayıp gidiyor konuşmalar...
* * *
Dünya Gelecek Enerji Zirvesi (World Future Energy Summit) Birleşik Arap Emirlikleri’nde Abu Dhabi’de yapıldı. 150 fikir önderinin konuşmacı olarak katıldığı konferansta ortak amaç, dünyanın içinde bulunduğu enerji ve iklim değişikliği sorunlarına çözüm bulmaktı.
Peki, bu bilim adamları bu yıl beşincisi düzenlenen konferansta soruna çözüm buldular mı?
Beceriksizlik, vurdumduymazlık, adamsendecilik zihniyeti, ayaktan başa kadar sarmışsa üç yıl değil 300 yıl geçse de adam olmayız.
Neden böyle öfkeli ve bodoslama girdiğimi merak ediyorsanız, lütfen az sabredin.
Sonra siz buldozerle mi girersiniz, yoksa adam sende mi dersiniz, artık bilemem...
* * *
Üç yıl önce eski Çevre Orman İzmir İl Müdürü Doç. Dr. Osman Tatar’a, “Evimizde ne fazlalıksa sokaklara boşaltıyoruz. Eskimiş koltukları, gardıropları, masaları, sandalyeleri evsel atık bıraktığımız çöp kutularının yanına bırakıyoruz. Tadilat yaptığımız evimizin molozlarını bile sağa sola atıyoruz. Yok mu bunun bir yaptırımı?” diye sormuştum.
Tatar Müdür, benden daha öfkeli cevap vermişti.
“Çalgıya galgıya para var. Çevreye yok” demiş ve eklemişti; “İlçelerde hâlâ moloz döküm alanı yok. Çeşme’de içme suyu barajının kenarına zaman zaman çuvallarla moloz döküyorlar. Burada çok fazla yazlık yapımı var, tadilat var. Fayans kırıklarını, evlerin atıklarını, elyafları, fayansların yapıştırıcılarını, izolasyon maddelerini buraya atıyorlar. Bunların içinde tehlikeli atıklar var. Sen nasıl atarsın bunları içme suyunun kenarına. Anlamak mümkün değil.”
Türkiye’nin nehirlerinde, göllerinde hızla yayılıyor...
Yayılmak ne kelime resmen istila ediyor.
En son görüldüğü yer dünya kültür mirası Bafa Gölü.
Menderes deltasından mı geldi, yoksa birileri, “Bak balık sayısı arttı. Bu su temiz” demek için mi saldı, bilinmiyor.
Kimse de, “Biz getirdik” demiyor.
Ama bir gerçek var ki... Beyşehir’i, Sapanca’yı, İznik’i ve Eğirdir’i teslim alan İsrail Sazanı (Carassius Gibelio) şimdi Ege’nin en değerli su varlığı Bafa’da görülüyor.
Bafa’da yıllardır bilimsel çalışmalar yürüten Ekodost Derneği Bilim Kurulu Danışmanı, Süleyman Demirel Üniversitesi Su Ürünleri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erol Kesici, “Göllerin bu balıklardan acilen kurtarılması gerekiyor” diye feryat ediyor.