Ama iş, topu 3 direk arasından geçirmeye geldi mi olmuyor, olamıyor...
Rakip ceza alanında çoğalamıyor Göztepe. Jahovic arkadaşlarına “Gelsenize” diye haykırıyor ama ceza alanı pratiği, alışkanlığı ne Tijanic’te var, ne Lourency’de ne de Soner-Obinna ikilisinde. Dino Arslanagiç’in orta yapmasını, sağ-sol bekleri üretkenlik sağlamasını bekliyorsunuz! İyimserlik de bir yere kadar! Adis, rakip savunma dörtlüsü arasında koşuşturup duruyor ama tabela değiştirebilen yok!
Neyse ki rakibi paniğe sokacak derecede yapılan baskının bir karşılığı var! İster ilahi adalet deyin, ister futbol şansı. Demirspor’un kendi ağlarına yuvarladığı top, futbol tanrılarının teselli ikramiyesidir bu emeğe, mücadeleye...
Ve Balotelli...
Bakın dünkü maçı özeti Balotelli’dir sadece. Sahada çılgınca mücadele mi etti, hayır... Çok mu koştu, hayır. Emin olun neredeyse forması bile terlemedi. Ama... 40 metreye attığı paslarda “Vay be” dedirten, 30 metreden vurduğu topla 90’dan örümcek ağlarını alan, o ana kadar rakip ceza alanına girmemiş takımını üstünlüğe taşıyan isim hep Ganalı yıldızdı. Sadece 45 dakika içinde minimum enerji, maksimum katkı!
Sonuç...
Amatör Küme’nin tozlu yollarından bir peri masalına yelken açacaksın. Bir bir, adım adım ilerleyecek, ‘Olmaz’ denileni başarıp Süper Lig’e çıkacaksın...
Süper Lig’in yeni takımları için en büyük tehlike olan ilk yılını 6. sırada tamamlayacak, Avrupa şarkıları söyleyeceksin...
O da yetmeyecek, kendi evine kavuşacak, rakipler için ‘kabus’ haline gelebilecek bir stada taşınacaksın. Belki de Türkiye’nin değişen dengeleriyle, zirve adayı takımlar arasına girebilecek bir yol açılacak önünde...
Ama...
Önünde açılan fırsat kapısını aralamaz, doğru adımları atmaz, kadro kaliteni artırmaz, her yıl daha da kötü yabancılar seçersen, hayaller bir anda kabusa dönebiliyor.
Taktiğe, tekniğe, detaya çok fazla gerek yok.
Nereden başlasam, nasıl anlatsam.
Oysa öyle güzel başlamıştı ki her şey... Ligin en aklı başında takımlarından Konyaspor’u bence nefis analiz eden Nestor El Maestro, rakibin kontak anahtarı Amir Hadziahmetovic’i Adis-Yalçın-Lourency ile baskılayarak girdi oyuna. Konya’nın orta alan-forvet geçişini başlamadan bitiren, rakibi paralize eden bu baskı 10 dakikada 3 pozisyon üretmişti.
Terslikler, 10. dakikada baskının merkezi Adis’in sakatlanmasıyla başladı! Jahovic’in yerine koyacak ‘güvenilir’ bir santrforu olmayan Göztepe kulübesi, Tijanic’i sağa, Ndiaye’yi merkeze alarak devam etti oyuna. Ancak baştaki o baskı azalmıştı bir kere...
Dedik ya, Konyaspor planı çok net takımlardan. İlhan Palut, Göztepe’deki dönemine benzer bir düşünceyle iki çabuk kanat oyuncusuyla rakip kaleye çok çabuk giden bir takıma sahip. Orta alandaki o baskı 25’te Yalçın’ın bir anlık gecikmesiyle aksayınca Serdar Gürler, ilk kez bire birde yakaladı Göztepe savunmasını. Kahraman’ın ‘tek hamlede rakibe atlama’ acemiliği Cikalleshi’nin arka alan dokunuşuyla birleşti, Süper Lig’in kalesinde ilk golü görme oranı en yüksek takımı Göztepe, yine 1-0 geriye düştü.
Buna rağmen toparlayabilirdi Göztepe... Toparlayacaktı.
Ancak o ana kadar fena da götürmeyen Yalçın Kayan, mücadele ve hırsın akılla birleşmediği zaman nasıl kendine dönen bir silah olacağının canlı örneğini verdi! 1-0 yetmez gibi, bir de 10 kişi kalmıştı Göztepe... İlk yarının uzatmalarında Kahraman’ın dokunuşunda top ağlara takıldığında “Bitmiş maç, yeniden başlıyor” diye geçirdim içimden. Ancak o golün de VAR’dan yok olması, hevesimizi kursağımızda bıraktı.
İkinci yarıya başlarken de bence kabul edilebilir bir plan yaptı Maestro. Üçlü savunmanın ortasındaki Atınç, ön libero gibi daha çok orta alanı destekliyor, Göztepe 10 kişiyle yine de Konyaspor’u baskı altında tutuyordu. 55’te Tijanic’in direği sallayan sol kroşesi ağlara takılsa, belki farklı bir sonu konuşuyor olabilirdik.
*
Severim pes etmeyen insanları... Bir de hayata tek bir gözlükle bakmayan, gerektiğinde ‘bakış açısını değiştirmeyi bilen’ insanları...
Nestor El Maestro, Göztepe’de göreve başladığında ilk olarak Ünal Karaman’dan devraldığı planı 1-2 makyajla devam ettirmeyi denedi. Olmadı...
Sahadaki isimleri değiştirdi, yine olmadı...
Ardından daha önce hiç denenmemiş bir planı denemeye karar verdi, üçlü savunmaya döndü.
Kasımpaşa deplasmanından 3 puan çıkaran bu hamle belki geçen hafta Trabzonspor karşısında puan getirmedi ama taraftarın alkışları bazı şeylerin sinyaliydi.
Rodrigues’in sakatlığıyla bu denklemden çıkması, alternatif olabilecek Thaciano’nun beklenen katkıyı verememesiyle yeni bir modele dönüyor Altay... Dün de gördüğümüz üzere en önde Rayan ile başlıyor Mustafa Denizli... Mısırlı’nın arkasında Bamba ve Kappel ikilisi kanatlarda çabukluklarıyla ‘hız tuzağı’ belki ama bir eksik var! Rayan ne teknik kalitesi ne de duvar olma özelliği itibarıyla önde bir pas merkezi olmaktan çok çok uzak. Mustafa Hoca da farkında bunun. Öyle ki sezon başındaki set oyunu yerine daha fazla geçiş oyununa yönelen, kendi ceza alanı önünden uzun paslarla kanatlardaki Bamba ve Kappel’i bulmayı düşünen bir Altay izliyoruz.
Oysa ki, dün ikinci yarıda olduğu gibi Rayan yerine Marco Paşa’yla başlamak daha isabetli olmaz mı diye düşünüyor insan!
Dün Sivasspor karşısında sergilenen oyunu eleştirmek değil niyetim. Sadece Altay’ın Rodrigues sonrası yaşadığı bir kimlik değişiminin altını çizmek.
Yoksa kim ne diyebilir dün sahada ciğerini bırakırcasına mücadele eden Poko’ya? 40 yaşına bakmadan canını dişine takan İbrahim Öztürk’e.... Bamba’ya, Cebrail’e...
Sivasspor bu ligde ‘başaltı’ tanımını en çok hak eden takımlardan... Her zaman belirli bir seviyenin üzerinde kalmayı başaran bir ekip...
Böyle bir rakibe karşı kazanmayı hak edecek bir futbol ortaya koydu Altay. Bardağın dolu tarafından bakarsak en azından 3 haftalık yenilgi serisine “Dur” dendi, 15 puandaki bekleyiş sona erdi.
Bardağın boş tarafına gelince... Evet sakatlıklar bazı zorunlulukları da beraberinde getiriyor. Ancak teknik eksikliği ve bencilliğiyle Rayan sanki Altay’ın 11’ine pek uygun görünmüyor!
Ama bir de kalite faktörü var!
Altay’ın dün Karagümrük karşısında ortaya koyduğu mücadele, ön alan baskısı, istek kesinlikle tek olumsuz söz edilmeyecek türdendi.
Kazanmak için her şeyi yaptı mı?
Evet...
Pozisyonlar üretti mi?
Evet...
Hakemin tartışmaya fazlasıyla açık kararları var mıydı?
Süper Lig’de 5. sezonunu geçiren ve geride kalan süre boyunca hep yerli hocalarla çalışan Göztepe için bir ilk Nestor El Maestro... İsmi gündeme geldiği ilk andan bu yana herkes genç teknik adamı merak ediyor, internette araştırma yapıyor, “Kim bu Maestro” sorusuna yanıt arıyor.
Gelin, Nestor El Maestro’nun o ilginç öyküsüne biraz göz atalım.
Bir savaş mağduru El Maestro. 1983 yılında Belgrad’da dünyaya gelmiş. Babası elinden tutup Kızılyıldız maçına götürdüğü o ilk gün aşık olmuş futbola. Kızılyıldız’da futbola başlamış. Ancak Yugoslavya’daki iç savaş, 8 yaşındayken onun hayatını değiştirmiş. Emlakçı olan babası, ailesinin iç savaştan koruyabilmek için İngiltere’nin yolunu tutmuş. “Bir ay önce arkadaşlarımla sokaklarda oyun oynarken, bir ay sonra kendimi Batı Sussex’te buldum. Okula gidiyordum fakat tek kelime İngilizce konuşamıyordum! Ancak Premier Lig’in sıkı bir takipçisi olmam uzun sürmedi. Premier Lig’in en görkemli günleriydi ve çocukken her şey daha romantik geliyordu” diyor o günleri anlatırken.
Nestor Jevtic, John Smith, El Maestro
El Maestro’nun yaşamında ‘isim değişiklikleri’ hayli ilginç bir yer tutuyor. Asıl ismi Nestor Jevtic... Ancak İngiltere’ye taşındıktan sonra, ülkede Sırplara pek de sıcak bakılmaması nedeniyle ismini değiştirmeye karar veriyor. “İngiltere’de ‘ic’ ile biten soyadların çok sempatik görülmediğini söyleyebilirdim. Ayrıca diktatör Slobodan Milosevic’i dünyanın en kötü insanı olarak görüyordum ve onun gibi ‘ic’le biten bir soyadım olmasını istemedim. İngiltere’de çokça görebileceğiniz John Smith gibi bir ismi seçtim” diyor Göztepe’nin yeni teknik direktörü. O kararını bugün pek beğendiği de söylenemez! “17-18 yaşlarını bilirsiniz, saçma fikirlerle doludur. O yaşlarda yaptırdığınız bir dövmeyi düşünün! O gün, 37-38’lerde nasıl biri olacağınız aklınıza bile gelmez!..”
Heyecanı, stresi ve kuşkusuz sürprizleri... İzmir olarak 18 yıl sonra heyecanını yaşadığımız Altay-Göztepe mücadelesi de dozunda seyreden sertliği, golleri ve son dakika çözülen düğümüyle kusursuz bir derbiydi bu oyunun tutkunları için.
İlk 11’leri öğrendiğimizde Göztepe adına dikkat çeken, Nestor El Maestro’nın ‘adaleti’ydi. Göztepe’nin yeni hocası, Başakşehir maçını çeviren 11’ini sahaya sürmüş, “Başarılı olan formayı alır” mesajını vermişti.
İlk düdükle birlikte rakip alanda baskıya giden Altay’da Mustafa Denizli’nin vermek istediği mesaj ise “Evin reisi benim”di! Bu mesaj, 21’de yerini bulabilirdi. Ancak Thaciano’nun kaçırdığı penaltı, o ana dek maçın hakimi görünen Altay’ı moral olarak çok etkiledi. Bu şok, 5 dakika sonra Soner’in penaltıdan Göztepe’yi üstünlüğe taşımasıyla ikiye katlandı. Göztepe takım düzenini koruyarak, ekstra işler yapmadan 1-0’ı bulmuş, Altay ise yaptığı baskının karşılığını alamadığı yetmez gibi geriye düşmüştü.
Gol, sanki derbinin ateşini de söndürdü. Göztepe orta alanı Obinha ile direniyor, Altay Pinares’in yokluğunu arıyor, tribünler sessiz sedasız bu gidişatı izliyordu.
İkinci yarı başında Maestro, bir sinyal daha verdi. İlk 45’in etkisiz elemanı Lourency, 1-0’lık üstünlüğe karşın kenara alındı. Altay’da ise ön alana ne katılacağı düşünülürken stoper değişikliği geldi. Mustafa Denizli, sarı kartlı Murat’ı kenara aldı, eksik kalma riskini azalttı.
İkinci yarının başında Altay başta Poko ve Zeki ile orta alanda baskı yapıyor, Cebrail sağda varını yoğunu ortaya koyuyor, Rodriques çırpınıyor, ancak Pinares’in eksikliğinde takım enerjisini üretkenliğe dönüştüremiyordu.
Bu bölümde Halil ve Ndiaye’nin önündeki boş alanlar, bu iki çabuk isme final pası atacak bir orta alan kalitesiyle birleşse, fark 2’ye çıkabilirdi. Ancak ne bu bölümde ne de 1-1’den sonra Soner’in bomboş pozisyonunda 2. golü bulamadı Göz-Göz.
Kader, derbi üzerine ağlarını örmüştü. Artık gözler Altay kulübesindeydi. Kulübede “Bu oyunu değiştirebilir” diye düşündüren tek isim, Türkiye’de bir 1.Lig efsanesi olan Marko Paixao’dan başkası değildi.