Paylaş
Siz “hızlı Marksistler” ve “ultra milliyetçiler” olarak da tercüme edebilirsiniz.
BUNLARDAN birincisini, atmışlı yıllarda o Marx’ı keşfeder keşfetmez gerilla savaşından darbe girişimciliğine uzanan bir yelpazede “üretim ilişkilerini değiştirecek devrim” yapmak sevdasına kapılan komünist veya komünizan “sol” oluşturuyor.
İkincisi ise, bazen faşizan eğilimler bile yansıtan, hatta kavmiyetçilik rıhtımlarına dahi palamar atan ve her halükarda da devlet fetişizmini kutsayan milliyetçi “sağ”a odaklanıyor.
Şüphesiz, farklılığa rağmen proje ve yöntemlerde ortak bir otoriter – totaliter eğilim olduğu için her ikisi arasında benzerlikler olduğu söylenebilir. Fakat abartmamak gerekiyor
Çünkü eğer zıt ve net çelişkiler barındırmasalardı evrensel terminoloji birini “sol”, diğerini de “sağ” diye tanımlamak ihtiyacını zaten hissetmezdi.
HALBUKİ böyle bir ihtiyaç hissediliyor, zira Marksist “sol”un peygamber addettiği Trierli Mehdi’ye göre ilk ve kesin dogma sınıflı toplum kavramıdır. Her şey buna bağımlıdır.
Dolayısıyla da iç bünyedeki sınıf mücadelesi o “sol”un en dokunulmaz amentüsüdür.
Artı, aynı “sol”un kültürü daha Marx öncesinden itibaren hümanizmayla donanmıştır.
Bu da onu mutlaka “enternasyonalist” kılar. Milliyetçilikle asla ve asla bağdaşmaz.
Oysa radikal “sağ”ın teorisi de, pratiğini de “yekpare ulus” temelinde inşa edilmiştir.
Siyasi söylemi sınıfsal eşitlik değil ulusal homojenlik belirler.
Milliyetçi nüvedeki “öteki” dürtüsü ise enternasyonalizmin “e”si bile lügatten siler.
Olsa olsa, belki kavmi eksenli bir “dayanışma” hedefi devreye girer.
İMDİİ, aslında hayli eksiğiyle saydığım bu farklılıklar genel olarak “sağ” ve “sol”u; hele hele onların radikallerini daha da çok ayrıştıran evrensel kıstasları oluşturur.
Tereciye tere satmayalım, zaten ithal ettiğimiz terimleri kendimize göre yontamayız.
Peki, bu takdirde nasıl oluyor da günümüz Türkiye’sinde o “sol”la o “sağ” arasındaki sınır lağvediliyor ve her ikisi de “ulusalcı” denilen bir statüko cephesinde bloklaşabiliyor?
TEK bir yanıt var: Çünkü Türkiye’de “sol” kendini feshetti ve “sağ”a ilhak etti!
Çok nadir istisnalar hariç Marksist ve komünist “sol” çoktan teslim bayrağı çekti.
Gönüllü devşirmeler olarak radikal “sağ”ın sancağı altında kılıç sallamaya koyuldu.
Şöyle ki, zaten yukarıdaki evrensel kıstaslara hemen hep ters düşmüş olan Türk “sol”u hem hiçbir toplum projesi üretemediği, hem de ezeli marjinalliğini ancak “sağ” potansiyelden müşteri devşirerek aşabileceğini düşündüğü için tası tarağı toplayıp kapağı karşı tarafa attı.
Zaten de “fesih” ve “ilhak” kelimelerini bilhassa kullandım.
ÖYLE, çünkü “ulusalcı” denilen magmada ilâç için dahi tek bir “sol” değer yoktur!
“Kürt bakkala gitme” şiarıyla en ırkçı kavmiyetçilik; “öteki” nefretiyle en klasik milliyetçilik; “Ergenekon” yandaşlığıyla da en eski komitacılık bile artık masum kalmıştır.
Zira eski Marksist ve marksizanlar göze girerek öne çıkmak isteyen her devşirme gibi, can havliye atladıkları “sağ” filikayı bile daha da sağa yatırdılar. Sancağa tam savurdular.
Ve onlar her şey olabilirler ama bir tek “sol” olamazlar. Deyimin ırzına geçemezler.
Bırakın bir etik ve kültür olarak ağza almayı, Türkiye dışında hiçbir yerde bu sıfatı, totalitarizme kapı aralamış olmasına rağmen bizzat Marx’ın lügatinde dahi telaffuz edemezler
“Ulusalcı” devşirmeler ilhak ettikleri aşırı sağı hiçbir tereciye “sol” diye satamazlar!
Paylaş