Paylaş
Dev tarihçi Marc Bloch, “Müdafaa” başlıklı eserinde toplumsal lügatin, yani aslında sözcüklerin zaman içinde geçirdiği evrime de değinir. Ve aşağı yukarı şu ifadeyi kullanır:
“Biz tarihçiler istediğimiz kadar hayal kırıklığına uğrayalım, insanlar adet ve uygarlıklarını değiştirdiler ama bu yenileri tanımlayacak farklı terimleri üretmediler”.
O halde “demokrasi” kelimesini emsâl alarak Bloch’un “hayal kırıklığı”na gelelim.
MALÛM, yukarıdaki deyim Yunanî kökenden iniyor. Zaten de sözcük başta Atina olmak üzere Helen sitelerinde hüküm süren katılımcı yönetimi adlandırmak için kullanılırdı.
Bazı tarihçiler buna bir bölüm Viking ve Macar aşiretinin sistemini de dâhil ediyorlar.
Oysa hepimiz biliyoruz ki modern zamanların demokrasi kavramı ne Ege, ne Baltık, ne de Tuna kıyılarında bir vakitler hüküm sürmüş olan demokrasi anlayışıyla benzeşiyor.
Kölelerin, kadınların ve meteklerin dışlandığı sisteme bugün kim demokrasi diyebilir?
Oysa diğer anlam kaymalı sözcükler gibi bunu da aynen kullanmaya devam ediyoruz.
TAMAM da, demokrasi terimi son tahlilde siyasi lügate giriyor. Politika çağrıştırıyor.
Fakat buna karşılık, “uzlaşma”, “mutabakat”, yahut daha Frenkleşmiş şekliyle “konsensüs” gibi kelimeleri siyaset dışı bir gündelik hayatta da her an dil pelesengi ediyoruz. Üstelik yukarıdakinden farklı olarak bu kelimeler zaman içinde anlam değiştirmediler. Örneğin, “kira konusunda uzlaşma oldu”; “kavga etmeden mutabakat sağladılar” veya “toplantıda konsensüse varıldı” derken nesnel durumları saptamakla yetiniyoruz.
Özetlersek, süreç içinde anlamı değişse bile “demokrasi” deyimi daima politik içerik yansıtıyor, ama “uzlaşma” sözcüğü hep aynı manayı taşıyor ve illâ da siyasete bulaşmıyor.
Ancaaak!
ANCAĞI şu ki, kavram ne denli dönüşüme uğramış olursa olsun dün olduğu gibi bugün de “demokrasi”nin ilânihaye sabit kalan tek bir asgari unsuru vardı, var ve var olacak.
Gündelik dilin yukarıdaki “uzlaşma” ve “mutabakat” kelimelerini kastediyorum!
Bunlar sırf dilbilim lügatinde değil siyaset terminolojisinde de hiç değişmediler.
Daha ilk andan itibaren “demokrasi”nin “olmazsa olmaz” unsurlarını oluşturdular.
Velev ki Yunanî sitenin demokrasisinde köleler, kadınlar, metekler dışarıdan baksın…
Agora meydanına toplanan hak sahibi ve “akil” yurttaşlar zıtları törpülemek ve ortak paydada buluşmak için daima uzlaşmalara, mutabakatlara, konsensüslere ihtiyaç duydular
Bunu da bir erdem, bir fazilet, bir “yücelik” olarak algıladılar ve sundular.
Başka bir deyişle “demokrasi kültürü”nü aslında “uzlaşma kültürü”nden doğdu.
İkisi birbirlerini pekiştirdikleri ölçüde de modern demokratik sistemi taçlandırdılar.
İMDİİ, sırf son örneklerden yola çıkarak şunu açıkça itiraf edelim ki, Başbakan’ın Avrupa Parlemantosu’nu “dengesizlik”le suçlayacak ölçüde acımasız üslup kullanmasından, CHP’nin Silivri zanlılarını aday gösterecek kadar “Ergenekon”u sahiplenmesine, Türkiye siyaset hayatı demokrasilerin “uzlaşma kültürü”yle bağdaşmayan bir manzara sunuyor.
Politik arenada mutabakat aramak; zıtları törpülemek; konsensüse erişmek ülkemizde bir erdem falan değil tam tersine, bir yenilgi, bir oportünizm, bir geri adım olarak algılanıyor.
Artı, geri planda da kin gütmek ve öç almak gibi en ilkel dürtüler devreye giriyor.
Ve bunları aşabilmek için de, “demokrasi” kavramının tarihi süreçteki değişimi ne olursa olsun, hem günlük, hem siyasi lügatte anlamı daima aynı kalmış olan “uzlaşma” kelimesini tekrar tekrar ezberlememiz ve onu bir “kültür” olarak benimsememiz gerekiyor.
Paylaş