Paylaş
Salı akşamı yaptığı ve küstah bir meydan okumayı da içeren konuşmada sadece Eylül’de aday olmayacağını söylemekle yetindi. Eh, mecburen de “reform” (!) sözü verdi.
Ulus bununla yetinir mi? Bir ayağı çukurda despot yedi ay daha koltukta oturur mu?
Yanıt belirsizlik arz ediyor ve hem ruhi yapıyı, hem yeni tabloyu irdelemek gerekiyor.
İLKİN, Arapların yekpare bir kavmi ruhiyata sahip olduğu önyargısını çöpe atalım.
Burada “ruhiyat” derken hal ve oluş tarzından zihniyet ve tepkiselliğe uzanan düşünce, kavrayış ve davranış yelpazesini kastediyorum. Kültür kelimesini bile kullanabiliriz.
Örneğin, her ikisi de köken itibariyle çöl göçebesidir ama Mağrip Berberîleriyle Ürdün Bedevîleri arasında çok önemli farklar mevcuttur. Beyrut ve Şam şehirlileri ise Yemen dağlıları ve Umman denizcileriyle hiç benzeşmez.
MISIR insanı ise hepsinden daha başkadır.
Belki dev bir uygarlığın mirasını omuzladığından; belki Nil suları sakin aktığından; belki yoğun bir Hıristiyan azınlık barındırdığından; belki de âlim, ilâhiyatçı ve intelligentsia beşiği olduğundan, “Arabî özellik” addedilen “şiddet kültürü” burada en asgari seviyededir.
Delta’da sükûnetle çift süren fellah Sahra’da kervan soyan Kabilînin zıddıdır.
Nitekim de sonsuz adaletsiz çelişkilere ve kaotik devasalığa rağmen örneğin Kahire bir Fas’ın Tanca’sıyla veya bir Cezayir’in Oran’ıyla kıyaslanmayacak ölçüde güvenli kent sayılır.
Zaten bu barışçıl ruhiyattan dolayı ki Mısırlılar “cengâver millet” addedilmez.
Adı üstünde, “köle askerler”in Memlûk İmparatorluğu Türklerin eseri değil midir?
Sonra yine unvanı üstünde, 19. asırda Osmanlı ordusunu Kütahya’ya süren Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın zabiti Avrupalıdan, neferi de Arnavut devşirmeden oluşmamış mıdır? Artı, 1973’de pata biten son arbedeyi hariç tutarsak da 1948’de bir, 1956’da iki ve 1967’de üç, modern Mısır İsrail’le tutuştuğu her savaşta hep bozguna uğramamış mıdır?
Evet evet, “El Kaide” ve fasilesinden meczupların düzenlediği terör eylemleri bir yana, aynı Mısır’ın ahalisi genelde “pasifist”, en azından “munis” bir karakterle donanmıştır.
İMDİİ, yukarıdaki “ulusal mizaç”ın Mübarek’in “Eylül’e kadar kalıyorum” meydan okuması karşısında nasıl bir tepki vereceğini kestirmek gerekiyor ki, kolay iş değil!
Değil, zira kaçın kurası olan despot bu restinde hiç şüphesiz o mizacı da hesaba kattı.
Yani sokağı tatmin etmeyeceğimi bile bile, “aday değilim” açıklaması ertesinde aynı sokağın tedricen sakinleşeceği ve Tahrir Meydanı’nın boşalacağı üzerine varsayım kurdu. “Daha neler, bundan sonra imkânsızdır” diye büyük konuşmayalım, mümkündür!
MÜMKÜNDÜR çünkü en önce, subayları bir yanda, erleri bir yanda, iki arada bir derede kalan ordunun yine de mesleki lonca dayanışmasıyla “onurlu gidiş” istediği kesindir.
Zaten apoletlilerin dün yaptığı “artık evinize dönün” çağrısı da bunun delilidir.
Öte yandan Obama acil değişim talebini dile getirse dahi şahıs yenilenmesinde mühlet koymamıştır. Her halükarda başta ABD, Batı ve bölge ülkeleri “yumuşak geçiş”ten yanadır.
Bunlar yukarıdaki hipotezi güçlendiren ve yabana atılmayacak dış faktörlerdir.
Dolayısıyla, mutlaka yolcu olsa bile “Abbas”ın şimdi mi, yoksa kendi buyurduğu gibi Eylülde mi cehenneme gideceği sorusunu cevaplayabilecek tek iç faktör “Mısır sokağı”dır!
Oysa yukarıda dediğim gibi, o “Mısır sokağı” da “ulusal mizacı”nda sakin ve munis bilindiği içindir ki Salı gecesinden itibaren ibre sonbahar takvimine doğru kaymaktadır.
Fakat yine de kestirilemez, bazen yavaş atın çiftesi pek olur!
Paylaş