Paylaş
Diğeri el cevap, bilhassa ve hızlı hızlı ünlemleyerek derhal yanıtlamış:
“Her bayram ağam, her bayram!”
Zaptiye şimdi tam pür hiddet, “peki, rakı zıkkımlanır mısın” diye kükremiş.
İşin şakaya gelir yanı yok ve yalan söylese sırtına on yerine yüz değnek inecek.
Baba erenler bu defa gayet ağırdan alarak ve kelimeleri kasten uzatarak yine el cevap:
“Akşamdaaan akşama, akşamdaaan akşama paşam!”
ŞÜKÜR bektaşi gibi değnek korkum yok, kendi cevabımı dobra dobra vereceğim.
Ben her akşam içerdim. Hem de şöyle böyle değil, gerçekten ve ciddi ciddi içerdim.
Eh, ehl-i keyf baba sayesinde zaten beşikten itibaren “Todori” ve “Koço”nun anason kokulu masaları arasında boy atmışım, limonata ve şerbetle aramın olmaması normal sayılır.
Dolayısıyla, otuzlu ve kırklı yaşlarımda “Rick’s”in barındaki hınzır aynaya, kadehin içindeki “Talisker” viskiye ve tezgâhın dirseğindeki alımlı kadınlara bakarak ihtiyarladım.
Fakat sonra yaş kemale erip her altı ayda bir tıbbi “check-up” yaptırtmak âdetini edinince, kötü kolestrol, karaciğer yağlanması, hatta şeker falan derken, hekim resti çekti:
Ya herru, ya merru, şişenin dibini görmeye devam ettiğim takdirde nispeten erken sayılacak bir zamanda çukurun da dibini görebileceğim “müjde”sini (!) verdi.
Dolayısıyla, aşağı yukarı altı yıl oluyor ki o defteri, daha doğrusu o tıpayı kapattım.
HAYIR hayır, tabii ki “Yeşilaycı” falan kesilmedim. Daha neler ve de devenin nalı!
“Karaköy Lokanta”sındaki füme ahtapot aslan sütünün rengiyle uyum sağlamazsa kursağımdan geçmez. Geçemez. Az olsun, öz olsun ve sakın su eklemeyin, tek bir buz yeter!
Sonra, eh işte haftada bir, artık “Kaktüs”te mi olur, “Kahvedan”da mı olur, yoksa mavi nota bir cazi barda mı olur, “on the rock” sıvının içindeki buzları da çalkalamalıyım.
Artı, eski âdetimden, daha doğrusu ebedi korkumun ilacından hâlâ vazgeçemiyorum.
Uçak pistten kesilir kesilmez, hostes hanım size zahmet İskoç memba rica edeceğim!
Fakat işte hepsi o kadar!
O kadar, çünkü mübarek üzüm usaresinin tabii ki günahı yok ama rengi gibi taamı da kendinden menkul şu “beyaz Türkler” (!) şarabı alâmet-i farikaya dönüştürdü ya, işte sırf bu sözümona “elitizm”e duyduğum öfkeden ötürü alkollü şıraya artık dudak değdirmez oldum.
Avrupa’ya gidersem istiridye yanında ehven bir küçük şişe beyazla damak tazeliyorum.
Dolayısıyla, tekrarlıyorum, tam mühürlemediysem bile altı yıl var ki tıpayı da, mantarı da iyicene kapattım ve bektaşinin cevabını “bayramdaaan bayrama” diye değiştirdim.
ANLADINIZ, aslında son derece öznellik arzeden bütün bu lâf salatasını sırf son “alkol yasağı” tartışmalarından; artı, Başbakan’ın da buna “karışan mı var, işte ıkınıncıya, tıkınıncaya kadar içiyorlar” diye tuz biber ekmesinden dolayı yazmak ihtiyacını hissettim.
İmdii, tabii ki o alkolü övmüyorum ama “içki” özünde bir sosyal kültür meselesidir.
Dini boyut ise yoruma açıktır. Zaten de bunun içindir ki son tahlilde yine belirli bir din yorumunu çağrıştıran bektaşi fıkraları Türk – Osmalı kültürünün ayrılmaz parçalarıdır
Dolayısıyla, yukarıdaki o sosyal işlevine rağmen alkolün “bayramdaaan bayrama” tüketiliyor olması hiç şüphesiz ki insan ve toplum sağlığı açısından tercihe şayandır.
Ancak bu ilkesel ve genel doğruyu aynı insanın ve aynı toplumun başına “her akşam, her akşam” kakmak yine hiç şüphesiz ki, çok fena halde zaptiye değneğini hatırlatmaktadır.
Paylaş