Paylaş
Zira nicelikteki çoğulluk ve nitelikteki çoğulculuk artık “camia” tanımını gerektiriyor.Yoğunlaşan her yapıda olduğu gibi bünyenin farklılık üretmesi ise doğallık arzediyor.
Yani özetlersek, iradesi hilâfına ABD’de yaşamak zorunda kalan karizmatik şahsiyete sadakat hariç Hareket mensupları illâ yekpare ve merkezi bir hiyerarşide hareket etmiyorlar.
OYSA yukarıdaki cemaatten camiaya geçiş olgusuna, yani genişleme ve farklılaşma sürecine rağmen Gülen Hareketi’nin “öteki” tarafından algılanma tarzı pek değişmedi.
Burada “öteki” derken öz itibariyle laik, kentli ve alevi kesimlere mensup olan ve eski şartlanmadan ötürü de “tarikat” sözcüğüne alerji duyan diğer geniş kitleleri kastediyorum.
Şu bir vakıa ki aynı kesim söz konusu camiayı her şeye kadir bir “öcü” olarak görüyor.
Diğer kültürlerden örnek ararsak şöyle bir öcü hayal edin: Bolşevik bir merkezi zapt-u raptla örgütlenmiş, Katolik bir Cizvit elitizmle yetişmiş, Protestan bir Calvin misyonculukla donanmış ve yine Katolik bir “Opus Dei” veya seküler bir Mason gizlilikle yoğrulmuştur.
Ve kim ki, ona yan bakar yahut yoluna taş koyar, işte anında Silivri Cezaevini boylar!
HAYIR, Fethullah Gülen Hocaefendi camiası böyle paranoyayla bağdaşmıyor!
Gerek yirmi yıldır gözlemci olarak izlediğim gelişmeler, gerekse Pennsylvania’da yaşayan manevi önderin iletmiş olduğu mesajlar, söz konusu hareketin “sinsi bir öcü” yahut “şişeden çıkmış bir cin” olduğu yönündeki iddia ve ithamları doğrulayacak içerik taşımıyor.
Kaldı ki, yukarıdaki iddia ve ithamlara ezelden beri öncülük etmiş olanlar da biliniyor.
Bu paranoya esas itibariyle Müslüman toplumlardaki din–sivillik ilişkisine kafa yormayan ve camiayı anlamak için de onun menşei durumundaki Bediüzzaman Said Nursî’yi incelemek zahmetine katlanmayan katı ve klasik “laikçiler” tarafından körükleniyor.
Oysa aksine, İslam Âlemi’nde başka örneği çıkmadığı için Türkiye’nin nev-i şahsına münhasır olan Gülen Hareketi hem baştan beri ilettiği insancıl söylem, hem de dinî veçhesine rağmen seküler hayat pratiğine şırıngaladığı değerlerle o Âlem içinde gerçekten pırıldıyor.
ANCAK tüm bunlar ne söz konusu camianın bir bütün olarak, ne de camia içindeki farklı yapılanma ve şahısların eleştiriden muaf olduğu anlamına gelmiyor ve asla gelemez!
Mesela kendi hesabıma, haniyse “mizojini” denilebilecek seviyedeki erkek ağırlığı ve kadın yokluğu; artı, giyilen takım elbiseden bırakılan bıyık tarzına hareket mensuplarının yansıttığı genel ve standart tekdüzelik; daha artı, televizyon dekorlarından okul mimarilerine uzanan estetik ıskala düşüklüğü ve “kitsch” zevksizlik beni son derece rahatsız ediyor.
Fakat çok daha önemli ve çok daha hayati noktayı, yukarıdaki toplumsal kesimin camiayı “öcü” olarak algılamasına veya algılatılmasına zemin hazırlayan ve sunan “şeffafiyet yoksunluğu” iddia ve ithamlarına doyurucu cevap getirilememesi oluşturuyor.
Yani modern tabiri kullanırsak Fethullah Gülen Hareketi bir “imaj sorunu” yaşıyor.
NİTEKİM bizzat Gülen de Hüseyin Gülerce vasıtasıyla ilettiği son mesajda “bu algılamanın sebeplerini kendimizde aramamız gerekir” demekle hem yine bilgelik ve sorumluluk dersi verdi, hem de camia içinde bir sorgulama ve özeleştiri gerektiğini çağrıştırdı.
Diğer bir deyişle, isminin manevi ortak paydası etrafında birleşen ama yukarıdaki camia özelliğinden dolayı da farklı güzergâhlara sapmak rizikosunu barındıran Hareket mensuplarına zaten yol anlamındaki “tarik”in kaide ve ilkelerini tekrar hatırlatmış oldu.
Bu hatırlatmanın Gülen camiası tarafından can kulağıyla dinleneceğine inanıyorum.
Paylaş