Asalet avcısı haftanın adı: Egolar! Egolar! Egolar!

N’oluyor yahu? Bu nasıl haftaydı!

Haberin Devamı

Bir dakika, bu böyle olmaz; yazıya sizin haberiniz yokmuş gibi girmeli. Yoksa böyle bir şey insanın başına nasıl gelir...

Gelir işte!

Sabah kalktım. Gmail hesabıma giremiyorum. Neden? Numaramı değiştirmişim, güvenlik için kaydettiğim numara da eski. Anlayacağınız,15 yıllık geçmişim çöp! E-mailim ile aramda bir benlik kavgası ki anlatamam. Üstüne: Özene bezene yaptırdığımız banyo, sen alt kata ak! Alt kattaki komşu nasıl üzgün... Masraflar çöp oldu bir yana, bir yandan da usta usta koştur!

 İzmir’e gittim iş için. Öncesinde, inanılmaz huzursuz bir arkadaş toplanmasında oldu. Sen evi bırak, arkadaş buluşmasına git. “Bugün havamda değilim” diyen bir arkadaşın baş ağrısının sebebi gibi kalıver ortada. Akıl almaz! Uzbaş bağının üzümlerine sarıldım hemen. Dedim, kara üzüm habbesi bana da lo lo lo eder mi?

Haberin Devamı

O günlerde bir yerde konservatuardan eski bir arkadaşımla karşılaştım. Garibim, şeker bir kız ama tek hatası var: Beni sevmiyor (şair burada gülüyor). Selam vereyim derken, kulağımda telefon... Elimi bir fütursuz salladım ki hoop, memeyi avuçladım. Tabii acayip bir bakış. Yerin dibindeyim. Dedim, “Gerçekten özür dilerim.” “Selam vermek istedim” dedim.

Ben yaşıtlarıyla uzlaşamayan, geliştirilen yeni çağ diline ayak uyduramayan bir genç olduğum için, kıskanılmak bile hep işkence olmuştur. Lakin bizlerden de zaman çalıyor, bilen bilir.

Neyse, bittim ama zaten ciğerimden parke sistresi renginde nefes veriyorum! “Aman, fani dünya!” diyorum. Bu nefesin rengi artık nasıl sihirli anne dizilerine döndüyse sete geldiğim zaman kısılan sesim de aniden gitmesin mi! Haydi doktora! Larenjit olmuşum. Bin yıldır karşılıklı ismi olan nodüllerim kızarmış. Bitmişim ben yani.

Doktor bu zamana kadar tıbbın bana çare olamadığı bir şeye kulak vermem gerektiğini söylemez mi? Dedi ki, “Gonca, bir süre susmak çok iyi gelecek.” Hiç hazır olmadığım bir gerçeklik. Önce bir panik duygusu sardı ruhumu. Yaşadığım zamanın hızıyla mekânın mutsuzluğu bir olmayınca ne sandım biliyor musunuz? İki kıytırık parke, musluk, tuhaf insanların algısı ve üstüne milletin “Bunları takarsan kendine edersin” tesellisi arasında koca bir yalnızlıkla ağlaştım, durdum.

Haberin Devamı

Ne bu be! Merkür benim omurgamdan mı geçiyor? Ertesi gün sete gittim, her şey güzel, tabii içimde fırtına kaynıyor. Nilgün Belgün, Bilge Şen, Ayşenil Şamlıoğlu, Salih Kalyon sette. Sanırım bizi depresyondan çıkaracak tek yol, içsel depremlerimizde bir sanatçı çadırı bulmak. Kameralar yerleşti, kayıt geldi. Yaşadığım aksilikler, beceriksizlikler aklımdan geçe geçe tam sahneye girecek biri kulağıma eğildi. Tam arkamda duran Nilgün Belgün. “Toparlan Gonca, ben arkandayım. Hadi!

Hayat bir tiyatro sahnesidir! Harcıyla, borcuyla, iki kırık yalnızlık korkusuyla. Dostlar bulun; sizden büyük, sizden küçük. Sesine kulak verdiğiniz insanlar olunca... Hayat çok kıyak!

 

Haberin Devamı

Alo! ‘Mobbing’le mi görüşüyorum?

Eskiden bizim hayatımızda ‘ayıp şeyler’ vardı. Bu mobbing kelimesi ve Latince kökeniyle kullanılma kapsamı arasında yaşanan genç dil yoktu eskiden. “Densizlik etti” derdik. Şükür, biraz ilerleme var ki tacize taciz diyebiliyoruz.

Mobbing kavramı ilk olarak 1984 yılında Dr. Heinz Leymann tarafından ‘iş hayatında güvenlik ve sağlık’ konulu raporda ortaya atılmış ve böylece bilimsellik de kazanmış bir konu. Kadın olarak ‘taciz’ konulu tüm evrensel dillerin yardımına ihtiyaç duyduğumuz bir Türkiye serüvenindeyiz. Hazır dil bayramımızı kutlarken, ifademizin taciz edenin de anlayan biçiminde olmasına gayret gösteriyorum ben. Kadını aşağılıyorsan, hayvanı aşağılıyorsan, sen ucubesin kardeşim! Pissin! Zaten onlar taciz. Otobüste kadın ellemek, tecavüzü ‘nedenselleştirerek hafifletmek’ 2017 yılının tuhaf sureti! Ellerin de pis! Bu yazıları okuyup bir gram düşünceye dalamıyorsan, kendini dışavurmak isteyen 20’li yaşlarda kızları alıp karşına bireycilik çalıştırmadan uygunsuz taciz ediyorsan, sen bir kümenin dışından izle bu oyunu sevgili hastalıklı kanı bozuk!

Haberin Devamı

Lakin mağduriyeti olan insanın da dilin kullanımı açısından içinde bulunduğu durumu, ergensi ve enerjik anlatımından değil, ‘uygunlu’ olan dilin içinde kavramak ve anlayabilmek isterim.

Mobbing, ilk çocuklar üzerinde keşfedilen bir kelime. Kabadayılık üzerinden, kabalık üzerinden karşındaki kişiyi itmek. Tabii sen Latin kökenine gidersen nelerle karşılaşmazsın...

Eduardo Galeano demiş: “İnsanlık kırık kanatlı bir kuş, yarım yarım ama uçuyor!”

Bu hafta dil bayramında, kendimce dikkatimi çeken bir detaydan söz etmek istedim.

Mobbing’in Türkçesi: Bezdiri.

Derdin dilini çok iyi seçin, ismini değil. Her şey anlatımın gücüne bağlıdır.

Bu ülkenin artık içerik yardımına ihtiyacı var.

 

Haberin Devamı

‘Ayla’ filmi insanlık vizyonunda

Hâlâ içeriği bilmiyorum. Bakın, bilmiyorum! Kimse bu konuyu içerik olarak bağırmıyor. Hiçbir gazeteci de yazmıyor. Yazan da artık nedir korktuğu bilmiyorum ama bir filmin senaristinin adını yazamıyor. Oyuncu hikâyeleri oynar. Hikâye bir ‘atmasyon’ da olabilir. Benim oyuncu olarak amacım, o kuş tüyünün bir kuşa ait olduğunu topluma anlatmak. Neymiş kardeşim? Ne oluyor yahu? ‘Kaldırım Serçesi’ de gerçek hikâye, ‘Titanik’ filmi de. Eee? Hikâyeyi yaşayan 165 yaşındaki teyze mi yazdı senaryoyu? O mu yapımcılarla toplantı yaptı?

Sinema salonları kaçıncı katta bilmiyorum ama sinema 7. sanatta.

İşini yapan herkesi, işinin etiğine davet ediyorum. Sinema bunu diyor. Haksız bir adamın yazdığı hikâyede oynuyorum en azından dersin, olur biter. Buradan politik bir konu çıkıyor da ben mi anlamadım? Hayır, film dünyanın en mis hikâyesi. Buradan ben, filmin pazarlanması ve ‘mana’sıyla ilgili ticari bir kaygının, senaristin özgünlüğüyle asla anlaşamaması kokusu alıyorum. Geçen, Hürriyet’te de yazıldı bu üstelik. Yine senaristin adı yok.

Biri beni gazeteci olarak konunun içeriğiyle ilgili aydınlatabilir mi ?

Birileri sinemaseverleri bir aydınlatabilir mi?

 

 Bu ay

Anlatılmaz bir virüs var, ne olduğu belirsiz! Tonlarca alerjik virüs. Hastanelerin acil bölümünü bu konuda duyarlı bir muayeneye ve inisiyatife çağırıyorum. Geçenlerde hastaneye gittim. Boğaz ağrısıyla ve ses tellerimin olduğu yeri göstererek. Larenjitten bahsediyormuşum aslında. Yanlış teşhis konuldu ve sigortam olmasına rağmen 18 TL para da istendi üstelik.

Özel hastane prosedürlerini hele, asla anlamadım. Anlayan varsa açıklasın.

Sigorta işini de hiç anlamadım. Biz bu senelik tüm paketine 6-7 bin para ödediğimiz şeyle ne hissetmeliyiz? ‘Çok şükür, kanser olursam masrafım olmayacak’ duası mı?

Diş, kadın hastalıkları, operasyonlar, senede bir check-up gibi konularda da aktif bir tablo görmek ne mutlu eder... Hele kadın hastalıkları konusunda bir açıklamaları var ki, tuvaletten mikrop kapsan ya da cinsel hastalık veya herhangi bir virüs; sorumlusu sensin! Sigorta karşılamıyor. Çok ayıp. Erkeklerde de aynı şey yapılıyor. Ticaretin olsun tamam ama biz anlamayalım. Öyle tuhaf bir mağduriyet ki, ödediğimiz parayla hastaneleri ikna etmeye çalışıyoruz. Hastalık önemli şey. İçlerinin temiz olması kadar zihin ve özverinin de aynı şekilde çalışması gerekiyor.

E Bu hafta ben, eh! Gerilmişim biraz!

Allahtan Neşet Ertaş’ı, Zeki Müren’i andık da; ortalık biraz değerlerini hatırladı.

Güzeldi o anlar.

Hayatlar.

Şarkılarda kaldı.

 

Yazarın Tüm Yazıları