Johannesburg’dan havalanan 15 kişilik küçük uçağımız yaklaşık bir buçuk saat sonra Finsch elmas madeninin olduğu Güney Afrika’nın Northern Cape eyaletinde.
İşsizliğin ve yoksulluğun yüksek olduğu bir eyalet bu.
1961 yılından beri faaliyette olan Finsch madeni, Güney Afrika kökenli De Beers’in bu ülkedeki yedi elmas madeninden biri.
Güney Afrika’yı ziyaret nedeni esasında bu madeni görmek. Elmas efsanesine yakından tanıklık etmek. Yüzyıllar boyunca insanların hayalini süsleyen, güçle özdeşleşmiş elmas.
Küçük gazeteci grubundakilerin çoğu elmas madeninde çıplak gözle bu kıymetli taşın görüneceği inancında. Beklentiler boşuna çıkıyor.
Dilerseniz hikayenin en başına dönelim.
Küçük uçağımız Finsch madenine ait havaalanına konar konmaz yollara düşüyoruz.
Önce Northern Cape eyaletinin yoksul köylerine gidilecek.
De Beers Grubu’nun köylerdeki sosyal projeleri incelenecek.
Dediğim gibi bölgede fakirlik diz boyu. Güney Afrika’daki ırkçı rejim, büyük olasılıkla zengin madenlere sahip olduğu için bölgedeki bazı köylerden insanları sürmüş. Irkçı rejim devrilince "toprak reformu"ndan yararlanan köylüler evlerine barklarına dönmüşler. Amakupkuru bir toprak parçası elde ettikleri. Su yok, elektrik yok.
İşte bu toprak parçaları üzerine inşa edilmiş "teneke köyleri" ziyaret ediyoruz. Evler resmen tenekeden.
Yoksulluk denizinde hoş bir sürpriz karşılıyor bizi. O "teneke evler"deminik çocukların gittiği kreşler var. Öğretmenleri de "teneke köylerin" gönüllü genç kızları. Şarkılarla, danslarla karşılıyorlar bizi.
25 YILDIR ELMAS GÖRMEYEN ADAM
Ziyaretin ikinci günü elmas madenine inilecek. İnmeden önce elmasın nereden, nasıl çıkartıldığına ilişkin uzun bir bilgilendirme toplantısı var.
Elmas "kimberlit" denen volkanik kaya kalıntılarında bulunuyor ancak. Magnezyum, demir, mika gibi başka madenleri de bulunduran "kimberlit" yer kabuğunda kanallar şeklinde görülüyor. Anlayacağınız ona ulaşmak son derece zahmetli bir iş. Dolayısıyla elmas madeni bloklara ayrılıyor, her blokta yıllarca çalışılıyor.
Bilgilendirme toplantısından sonra özel kıyafetlerimizi giyiyoruz. Işıklı kask, lastik çizmeler, 7-8 kilo ağırlığında oksijen kutusu filan. Adım atmak zorlaşıyor.
Bu halde bizi yerin 630 metre altına indirecek asansöre biniyoruz. 1 ya da 2 dakika gibi bir sürede elmas madeninin yüreğindeyiz.
Aşağısı bir şehir gibi. Cipler, kamyonlar dolaşıyor. Tüneller elektrikli kablolarla donatılmış. Zira her şey uzaktan kumandalı. Madenin beyni yukarıda, bilgisayarlarla dolu bir oda.
Bizi ciple tünellerde dolaştıran Chubby Harrison, tam 25 yıldır Finsch madeninde.
Bugüne kadar kayaların üzerinde hiç "elmas" görmediğini söyleyince hayallerimiz yıkılıyor.
KEÇİBOYNUZU TOHUMU VE KARAT HESABI
Öyle avuç dolusu değilse bile hepimizin hayalinde ham bir elmas görmek var.
Harrison anlatıyor: "Her 100 ton kayadan elde edilen elmas miktarı 40 karat".
"Karat" biliyorsunuz elmasın ağırlığını sınıflandırmak için kullanılan bir sözcük. Meğer, eskiden değerli taşları tartmak için standart olarak kullanılan "keçiboynuzu tohumları"ndan gelen bir sözcükmüş.
İşin içine "karat" girince 100 tondan kaç elmas elde edildiği karmaşıklaşıyor haliyle. 1 "karatlık" elmas da var 3 "karatlık" da.
Benim aklımı kurcalayan başka bir soru var.
Yeryüzünün kabuğunu kazdıkça kazdıkça günün birinde bu elmas madenleri tükenecek elbet.
Chubby Harrison şimdi bulunduğumuz 4. numaralı blokta kazıların 2013 yılına kadar devam edeceğini söylüyor. Sonra?
Sonra 880 metre derinliğe 5. bloka inilecek. Oradaki kazı da 2027 yılına kadar devam edecek. Daha sonra belki daha da alta inilecek.
"Pırlanta sonsuza kadar" sloganını biliyorsunuz. Elmas madeni öyle değil. Bir sonu var. Ama insanoğlu çaresini bulmuş.
Hep yeni maden arayışında. Karada ve denizde. Zavallı yeryüzü...
PIRLANTA İŞİNE HİNTLİLER HAKİM
Madende, üzerinde ham elmasın olduğu kayalar, oldukça uzun ve zahmetli bir işlemden geçiyor. Yerin altında öğütülüyor, suya bırakılıyor... Sonra yerin üstünde başka işlemlerden geçiyor. Ta pırlanta kesme ve yontma atölyelerine kadar.
Johannesburg’da ziyaret ettiğimiz "Rosyblue" böyle bir atölye. Günde yaklaşık 150 taşın kesilip, parlatıldığı bir yer.
"Rosyblue"nun sahiplerinden Hint kökenli Vishal Mehta, Hindistan’dan Tayland’a, Ermenistan’dan Belçika’ya 13 değişik ülkede atölyeleri olduğunu anlatıyor. Belli ki, Hintliler pırlanta işine büyük ölçüde hakim. Bizim Johannesburg’da gezdiğimiz atölyenin çalışanlarının yüzde 85’i kadındı.
Atölyeyi gezerken AIDS ile ilgili afişler gözümüze çarpıyor. "Rosyblue"da, işçileri AIDS’e karşı eğitmek için kurslar yapılıyormuş. Esasında De Beers dahil Güney Afrika’daki her şirketin böyle programları var. Zira AIDS, tüm Afrika’yı etkilediği gibi,şu anda Güney Afrika nüfusunun da yüzde 40’ını etkilemiş durumda. Nelson Mandela’nın oğullarından biri bile bu hastalıktan ölmüş.