Paylaş
SEVGİ BÜYÜK EMEKTİ
Senaryosunu Ali Özgentürk’ün yazdığı, başrollerini Kadir İnanır, Türkan Şoray ve Ahmet Mekin’in paylaştığı ve bir dönemin hafızasına adeta mıhlanan “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin sonunda şunu soruyordu Asya karakteri seyirciye?
Sevgi neydi?
Sonra dönüp, şu cevabı veriyordu.
Sevgi sahip çıkan, dost, sıcak insan eli.
Sevgi iyilikti...
Sevgi emekti...
Peki bu satırları yazan senarist ve yönetmen Ali Özgentürk hala aynı yerde mi? Diyor ki: “Ben, senaryoyu yazarken eski eşim Işıl Türkben çalışıyor, evin giderlerini karşılıyordu. Ben de yeni doğan çocuğumuz Dünya’ya bakıyordum. ‘Sevgi emekti’ işte o çocuğa bakmanın yarattığı bir deyimdi benim için. Bugün, bu yeni dünyada sevgi tanımı farklılaşsa da hâlâ çok büyük bir emek gerektiğine inanmaktayım. Sadece aşk değil arkadaşlık, dostluk ilişkilerinde de öyle. Hem kalbin hem de beynin ışığı ile oluşur sevgi ve yeni bir dil oluşturur. Emek kadar şefkatle de beslenir. Sevgiyi, bu değerlerle yüceltmek gerekir. Çünkü sevgi, iki insanı birbirine yeniden doğurabilir.”
ÖNCE KENDİ PUSULANIZI SEVGİYE ÇEVİRİN
Sosyal Psikolog, Dr. Ozanser Uğurlu sadece ikili ilişkilerde değil toplumda genel anlamda ayrışmadan beslenen bir ‘sevgisizlik’ dili hâkim olduğuna katılıyor: “Sadece siyaseten değil artık her konuda ikiye bölünüyoruz. Sürekli bir çatışma halindeyiz. Bunda hali hazırdaki politikalar, söylemler, ekonomik koşulların ağırlığının ve insan yaşamının yüzlerce yıl önceye göre; şehirleşme, internet ve de sosyal medyanın da eliyle, daha karmaşık hale gelmesinin elbette payı çok büyük. Bu çatışma bir noktada şüphesiz büyük yorgunluk yaratıyor. İnsanlar artık daha yorgun, daha tahammülsüz, daha sevgisiz, daha kendine odaklı bu nedenle. Taşmakta olan bardak gibi. Kaygılar ve mücadele katman katman üst üste bindiğinde iyi ve güzele pek yer kalmıyor” yorumunu yapıyor.
İYİ HİSSETMEYİ SEÇ
Peki iyi, güzele, sonsuz bir sevgiye nasıl yer açabiliriz? “İyi ve mutlu hissetmeyi seçerek” diyor, Dr. Uğurlu, şöyle devam ediyor: “Daha bu sabah, asansörde karşılaştığım komşuma ‘günaydın’ dedim. Cevap bile vermedi, arkasını döndü. Öfkelendim aslında, ‘ne kadar kötü’ dedim kendime. Sonra biraz sakinleşince, benden şüphelenmiş olabileceğini düşündüm. Belki ona bir şey yapacağımdan korktu, belki selamımı alırsa bir şey isteyebileceğimden, başına bir şey gelme ihtimalinden çekindi. Sonuçta beni tanımıyor. Elbette bu doğru. Ancak şartlar ne olursa olsun sürekli, ‘ya başıma bir şey gelirse?’, ‘kötülük her yerde’ gibi negatif duygulara odaklanmak başka negatif duyguları da doğuruyor. Bu, sürekli tetikte olma hali sevgiyi, aşkı kaybettiğimiz yer aslında. Polivagal Teori’yi duydun mu? Sinir sistemimizde bulunan birden çok Vagus sinirinin kişilerin duygu düzenleme, sosyal bağlantı, korkuya verdiği tepkileri araştırır. Buna göre sinir sistemimiz ancak sosyalleştiğimiz ve pozitife odaklandığında iyileşmektedir. Dolayısıyla demem şudur; kendi içinizdeki pusulayı- tüm dış etkenlere rağmen- saygı ve sevgiye döndürür, buna göre davranır ve konuşursanız, çevrenizdekilerin pusulası da muhakkak iyiliğe, sevgiye, minnete, güzelliğe dönecektir.”
TAKINTILI AŞK, GERÇEK AŞK DEĞİLDİR
Ya ikili ilişkilerde? Boşanmalar ve aldatmanın arttığı bir dünyada sağlıklı aşk ilişkisi nasıl olmalı? Yanıtı Altınbaş Üniversitesi öğretim üyesi, Klinik Psikolog Dr. Esra Gül Koçyiğit verdi: “Aşk duygusal olduğu kadar biyolojik de bir süreç. Beyindeki serotonin, dopamin ve noradrenalin gibi kimyasalları etkiler. Aşık olunca dopamin seviyesi artar, serotonin seviyesinde de dalgalanmalar olur ve coşku, heyecan ve enerji artışı gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu coşku bir süre sonra ise yerini oksitosin (sadakat) ile vazopresin (bağ kurma, tek eşlilik) hormonuna bırakır. Bu hormonların salgılanmasıyla da aşk yerini sevgi, bağlılık, güven ve huzura bırakır. Uzun vadeli, sağlıklı bir ilişkinin temel taşları da burada oluşur. Gerçek aşk, kişinin kendisini geliştirmesine, duygusal olarak olgunlaşmasına da yardımcı olur. Dolayısıyla sağlıklı ilişkide güven, sevgi, bağlılık ve en önemlisi bireysel özgürlükler muhakkak dengeli şekilde yer almalıdır. Aksi ‘takıntılı’ ilişkidir. Mesela,
Partnerden ayrı kalmaya tahammül edememe, sürekli görme ve haber alma ihtiyacı...
Partnerin bireysel alanını kısıtlayacak şekilde yoğun bir kontrol ihtiyacı...
Karşı tarafın bireyselliğini görmezden gelme ve ilişkiyi mutlak birliktelik üzerine kurma...
Kıskançlık ve sahiplenme duygusunun ileri boyutlara taşınması...
Partnerin hayatının her alanına dahil olma çabası ve “Onsuz yaşayamam” düşüncesinin hakimiyeti...
Hepsi ‘takıntılı’ ilişkidir. Aşk, zorlayıcı ve sınırları ihlal eden bir takıntıya dönüştüğünde, sevgi yerini psikolojik bir bağımlılığa bırakmış demektir ve muhakkak psikolojik destek gerektirir.”
Paylaş