Türk asrı

Cihan imparatorluğumuzu kaybettiğimiz geçen asır boyunca adeta sürünerek, burnumuzdan soluyarak, tarihin hiçbir devrinde olmadığımız şekliyle edilgen (büyük güçlerin uydusu) bir halde yaşadık.

Haberin Devamı

Çağımızın ünlü mütefekkiri (düşünür) üstat Necip Fazıl, bu korkunç durumu şu ibretlik cümlesi ile dile getirir: “O yükseklik, o irtifa çıkılmaz bir nokta mıydı bilmem; lakin bu inhitat, bu çöküş inilmez bir kuyu gibidir!

Dikkat ediniz; bizim başımıza gelenler başka hiçbir devletin veya imparatorluğun başına gelmedi. Zira onlar en fazla maddi yapılarını, devletlerini kaybettiler. Bize ise yalnızca devletimiz kaybettirilmedi; bu maddi yıkıntının yanında manamız da hamur mayamızın yoğrulduğu bütün manevi değerlerimiz de yerle yeksan edildi.

Zira düşmanın hedefinde yalnızca devletimiz değil, devlet ve milletimizin sahip olduğu bütün manevi değerler vardı.

Milli mücadeleden sonra Osmanlı’nın enkazının külleri üzerinde yeniden yeşertmeye çalıştığımız genç Cumhuriyet ile devlet ve millet hayatımızda, tarih yolculuğumuzda yola revan olurken, kolumuz kanadımız kırıldığı gibi manamız da köreltilerek köksüzleştirildik.

Haberin Devamı

Cihan devletimizi ortadan kaldıran düşman(lar) güçlü ve bir o kadar da insafsız ve acımasızdı. Bize biçtikleri kefenle Türklük ve Müslümanlık bir daha asla görkemli (mehabetli) eski günlerine dönemeyecekti.

Onlara göre ne olacak ve ne de ölecektik, lakin sürünerek yaşayabilecek ve en fazla onların uydusu-peyk olabilecektik.
Evet, özellikle son 200 yılda (birkaç lidere ait kısa dönemler hariç) dünya sahnesinde aktif olarak rol alamadık, dolayısıyla nâzım rol oynayamadık ve bütün dünya adaletten yoksun, zulüm ve zorbalar dönemini yaşadı.

Aşk, saffet, vecd ve yükselme dönemimizde bütün cihana huzur ve saadet Topkapı Sarayı’nın Adalet Kulesi’nden yayılıyordu. O vakitler, dünyanın öteki ucundaki nadanlar bile zulmedecekleri zaman bin kere düşünür ve İstanbul’daki kudretli adil sultanın korkusundan titrerlerdi ve işleyecekleri cinayetlerden vazgeçerlerdi.

Aksi halde kellelerinin Osmanlı kılıçlarından damlayacağını çok iyi biliyorlardı.

Ademe (yokluğa) mahkûm edildiğimiz son iki yüz yılda, yeryüzünden silinmiş ve adeta yerin dibine geçirilmiştik. Yerin dibinde olsak bile kömürdük ve kömürden elmasa dönüşebileceğimizi kimseler bilmezdi, bilemezdi.

Haberin Devamı

İki yüz yıldır için için oluşuyor, pişiyor; eski mutantan, görkemli, şaşaalı günlerin hayaliyle yanıp tutuşuyorduk.

Kömürden elmasa dönüşmek için, bayrakların rüzgâr beklemesi gibi milletler de onları da titretip kendilerine döndürecek ve şaha kaldıracak; millet ve devlet sevdalısı liderlerini beklerler.

Bu zaman zarfında nice millet ve devlet sevdalısı liderler gelmesine rağmen, ancak zamanlarının ve zeminlerinin ve hepsinden önemlisi şartlarının elverdiği kadar hizmet yaptılar, yapabildiler.

Ve hepsi tarihteki yerlerini aldılar, alacaklar.
Geldiğimiz bu milenyum çağında sabır taşı çatladı, doğum sancıları başladı; köklerinden koparılmış Müslüman-Türk titreyip kendine geldi; kömür diye yere gömdükleri elmas olup yerden fışkırdı, kutlu doğumun muştuları birbir gerçekleşti, gerçekleşiyor,

Haberin Devamı

Şafak sökmek üzere; artık zamanın da zeminin de şartların da kalbi ‘Türk ve İslam’ diye çarpmakta.

Üstat Necip Fazıl’ın tespitiyle başladık, yine onun bekleyiş ve temennisi ile bitirelim:

“Aç kapıyı haber var,

Ötenin ötesinden.

Dudaklarda şarkılar,

Kurtuluş bestesinden.

Biz geldik, bilen bilsin.

Gönül gönül girilsin.

İnsanlar devşirilsin,

Sonsuzluk destesinden!”

Yazarın Tüm Yazıları