Paylaş
Tüm bu tartışmalara baktığımızda, insanın, ölmüşüz de ağlayanımız yok diyeceği geliyor.
Bir olay, bu kadar mı saptırılıp çığırından çıkarılır? Olay ve kişi hakkında en ufak bir inceleme ve araştırma yapmadan, hemen herkes, durduğu yerden ahkâm kesiyor.
Bunlardan en çarpıcıları ise kendilerini aydın ve bilime önem veren diye tanıtan; dine, dini değerlere ve dindarlara şaşı bakanlardır. Bunların büyük çoğunluğu din cahili olduğu için (elifi görseler mertek sanırlar) dine, dini değerlere ve dindarlara düşmandırlar.
Zira insan bilmediğinin düşmanıdır.
Bu kafaya göre, bu gencimizi intihara sürükleyen şey cemaat ve tabiatıyla bunlara göre cemaat denilince de akıllarına (!) tarikat geliyor ve suçluyu buluyorlar: Tarikatlar!
Halbuki bu gencimiz, cemaat ve tarikat mensubu olmadığını söylüyor. Üstelik ateist olduğunu söylüyor. Şimdi birileri de kalkıp bu genci intihara sürükleyen şey, onun ateist olmasıdır diyebilir mi?
Bu ne kadar gülünçse, onu cemaat ya da tarikat intihara sürükledi demek de aynı derecede tutarsız ve gülünçtür.
O zaman, diğer ateistler veya mahut yurtlarda kalan diğer kişiler neden intihar etmiyor, diye sorarlar.
Demek ki olay, öyle uzaktan bakıldığı gibi basit bir olay değildir, mutlaka derinlemesine incelenmesi ve irdelenmesi gerekir. Bir olaya, üstelik dürbünün tersinden bakıp toptancı yaklaşımda bulunmak, değil bilimselliğin zerresini barındırmak, aptallığın dik alasıdır.
Bundan takriben bir asır önce (1925) Tekke ve Zaviyeler yani tarikatlar kapatıldı (677 sayılı kanun). Oysaki o tarikatlar, hakikatleri itibarıyla çığırından çıkmış olduklarından, kendi kendilerini çoktan kapatmışlardı. Diğer bir ifade ile mahut kanunla yapılan iş, zaten kapalı olan tekke ve zaviyelerin kapılarına birer kilit vurmaktan ibaretti.
Yani müritlik devri yüz yıl öncesinde bitti, ondan sonra ve bugün kim tarikat ve şeyhlik iddiasında bulunuyorsa yalan söylüyordur.
Günümüzün cemaat ve tarikatları, çoktan kaybolup giden değirmenlerin gürültüsünü aramak ve kendileri gibi başkalarını da kandırmaktan öte bir mana taşımamaktadırlar.
İslam’ın aşk ve saffet devirlerinde elbette hak tarikatlar, onların şeyhleri (hakiki İslam âlimleri) vardı (Mevlana, İmam-ı Rabbani, Ahmet Yesevi, Mevlana Halid, Hacı Bektaş-ı Veli vb.)
Günümüz mümini, kurtuluş rehberi olan bu ulu kişilere mürit olamayacağına göre, muhip (seven) olacaktır. Onları seven, kitaplarını okuyan ve hayatlarını onlara göre, İslamiyet’e göre tanzim edenin başkaca bir şeye ihtiyacı yoktur.
Ne ad altında olursa olsun, tüm öğrenci yurtları devletin denetim ve gözetiminde olmalıdır. Yurtlarda idarecilik ve eğitmenlik yapacak kişiler de mutlaka pedagoji eğitiminden geçirilmelidir.
Daha da önemlisi, yurt konusunda devletin attığı adımlar, dev adımlardır ama belli ki yeterli değildir. Çoğu gitti azı kaldı, az bir gayretle yurt işi tamamen halledilebilir ve çocuklarımız, başka yurt aramak zorunda kalmazlar.
Yurt (barınma) ve eğitimin olduğu her yerde, devletin gözetim ve denetimi şarttır. Zira oralara, geleceğimiz olan yavrularımızı emanet ediyoruz. Toplumun geleceği kimselerin insafına veya insafsızlığına bırakılamaz.
Paylaş