Hükümetin kabahati de, faizleri indirmek ve bu yolda kararlılık sergilemesi.
Malum, Sayın Erdoğan gelip geçen hiçbir siyasi lidere benzemiyor. Partisinin siyasi geleceğinin aleyhinde de olsa doğru bildiği yoldan şaşmıyor ve asla taviz vermiyor.
Bugüne kadarki siyasetçiler gibi, günü kurtarmanın derdinde olmadı; hep halkını, ülkesini ve halkının geleceğini düşünerek; gerektiğinde en radikal kararları almaktan çekinmedi.
Ondaki çelik irade sayesinde, iç ve dış vesayet odaklarının çanına ot tıkıldı. Mahut odaklar, artık Müslüman mahallesinde salyangoz satamıyorlar.
Faiz konusunda da aynı kararlılığı gösteriyor, ülkesini rantiyecilerin eline bırakmak istemiyor.
Malum, bize sunulan demokrasi, tek kelime ile hastalıklıydı, hem siyasi yönden ve hem de ekonomik açıdan vesayet odaklarının güdümündeydi.
ABD ve İngiltere (2. Büyük Savaş’ın galipleri olarak), siyasi ve ekonomik (para) açıdan dünya düzenini kuran iki ülkedir. Bütün dünya ülkelerine, bu iki ülke şekil verip rol biçmektedir.
Bu iki ülke, dünyanın diğer tüm ülkelerinin tarlalarını sürerler; İngiltere alttan ve sinsice, ABD ise önüne geldiği şekliyle, açık-gizli bakmaksızın vahşice sömürür.
Dolayısıyla Biden’ın, Erdoğan hakkındaki talebi, şahsi olmaktan ziyade, kendisini o makama taşıyanların, ABD’deki güç odaklarının isteğidir.
Daha seçilmeden önce, kendisine söyletilen şuydu: ‘...Erdoğan bedel ödemeli! Partisi İstanbul’dan dışarı atıldı. Peki, biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz. Şunu göstermemiz lazım. Türkiye, Rusya’ya bağımlı olmayı istemek zorunda değil. Çok önceden o elmadan bir ısırık aldılar! Bundan böyle kendilerine başka türlü davranacağımızı anlamak zorundalar. Bölgedeki müttefiklerimizle bir araya gelerek, Erdoğan’ın bölgedeki faaliyetlerini nasıl izole edeceğimizle ilgilenmek bizim için çok önemli olacaktır. Başkan seçilirsem, Erdoğan’ı darbeyle değil, seçimle devireceğim. Bunun için muhalefete destek vereceğim. Muhalefette olan Türk liderlerini desteklersek, onları daha cesur davranmaya itersek Erdoğan’ı yenebilirler...’
Bu aşağılık lafları edebilen (ya da kendisine ettirilen) bu adam, ABD başkanı olunca, müttefik ülkelerle el ele vererek Erdoğan’a ve onun hükümetine karşı tüm ufunetlerini kusuyorlar.
Malum kendisi ve müttefikleri, bizi savunmasız bırakınca ister istemez Rusya’ya yöneldik ve oradan S-400’leri aldık. Bu durum onları çıldırttı. Zira onlara göre, Türkiye her hal ve şartta savunmasız kalmalıydı.
Bu yüzden, Türkiye’nin bu girişimini ‘Yasak elmadan ısırık aldılar!’ deyip, izole edilip cezalandırılması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Denemedikleri envaiçeşit aşağılık darbe kalmadığını kendileri itiraf ediyorlar. Bunlarla yapamayınca bu kez kur-döviz-faiz üçgeninden vurmaya kalktılar.
Türkiye’nin hiçbir ekonomik göstergesi, kurlardaki bu yükselişi hak etmiyor.
ABD’nin elinde fazlasıyla kâğıt stoku mevcut, yeşile boyayıp boyayıp piyasaya sürüyor. 2. Dünya Savaşı’nın galibi olarak, kuralları o koydu, parayı o belirledi. Uluslararası ticarette onun parası kullanılacaktı.
Neredeyse çeyrek asırdır, niçin iktidara alternatif olamıyoruz diye kendilerine sormuyorlar mı?
Hep yalanla, karalamayla, iftira atmakla muhalefet yapmak olmaz ki. Bunlarla muhalefet olmadığı şundan belli ki, şayet bunların halk nezdinde bir karşılığı olsaydı şimdiye kadar atılan onca iftiralar ve yapılan onca karalamalarla iktidar çoktan düşerdi.
Yıkıcı muhalefet yapmakla, yapılan her hayırlı hizmete hayır demekle umut olunmaz. Yeni fikirlerle, aklı başında projelerle, somut önerilerle ve hepsinden önemlisi bütün bir milleti kucaklayarak umut olunur.
Sittin senedir muhalefette olan partinin bile dişe dokunur tek bir projesi yok.
CHP’deki bu hastalık, diğer muhalefet partilerine de yansıdı; onlar da ‘İstemezük!’ diyerek yeri göğü inletmekten başka bir şey yapmıyorlar.
Erdoğan’ın yanında ikbal bulup kaybeden bir kısım nadan ise, kinim dinimdir zihniyetiyle muhalefet yaptığını zannediyor.
Bütün bir demokrasi tarihimizde, CHP’nin (DSP ve SHP dahil) halka sunabildiği sadece iki projeyi(!) hatırlıyoruz. Bunlardan biri, Ecevit’in Köy-kent projesi, diğeri de Kılıçdaroğlu’nun ambalaj fabrikasıdır!
İşsizlik sorununu çözecek, piyasaları rahatlatacak, bütçe açıklarını kapatacak, iç ve dış borç stoğunu sıfırlayacak bu projeye asla inanmayan halk, partinizi ve sizi ambalajlayarak, yirmi yıldır kenarda tutuyor.
Bu yüzden; onların emir ve komutaları altında, onların yörüngeleri etrafında bulunmamızı isterler. Bu durumun aksine davranışlardan son derece rahatsız olurlar ve bedelini ödetirler.
1960 yılında Menderes’e, 1971 yılında Demirel’e, 1974 yılında Ecevit’e, 1980’de tüm siyasi partilere, 1997 yılında Erbakan’a, 2008’de, 2013-2014’de ve 2016’da Erdoğan’a bedel ödettiler ve halen daha ödettirmeye devam ediyorlar.
Tüm bu liderlerin kabahatleri vardı ve o işledikleri o suçlardan dolayı, ABD tarafından cezalandırılmışlardı. Sadece onlar değil, onlarla beraber ülkemiz de cezalandırılmıştı.
Bugün de o cezalandırma devam etmektedir.
Bu liderlerin suçları, ABD’ye danışmadan Türkiye lehine karar almalarıdır. Bu yüzden Türkiye’ye ambargo uygulandı, iktidardaki partiler alaşağı edildi; Yunanistan’ı NATO’ya dahil ettirmek için tüm siyasilere yasaklar getirildi ve ‘Bizim çocuklar’ denilen zevata mahut karar aldırıldı.
Ve yine bu yüzden, içimize Truva atı misali yerleştirdikleri FETÖ’yü üzerimize saldılar.
Tek başına iktidardaki AK Parti hükümetine ‘e-muhtıra’ verdiler ve halktan yüzde 47.2 oy alan AK Parti’yi kapatmaya kalktılar.
Yetmedi, AK Parti hükümetlerine karşı üst üste yargı darbesi yaptılar (17-25 Aralık 2013).
Hamur mayası sevgiyle yoğrulan diriliş şairi, gençlik yıllarında tattığı aşkta sevgiyi ve sevgiliyi yana yakıla aradı.
Oysa seher rüzgârı, çoktan önüne katmış sürüklüyordu yaprağı. Bir ömür boyu peşinden koştu lakin bir türlü yakalayamadı kendine göz kırpan nazlı sevgiliyi.
İyi ki yakalayamadı; yakalasaydı buldum diye donacak ve sıradanlaşacaktı. Bundan dolayıdır ki:
‘Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Zira Allahü Teala bile onca büyük günahları affetmesine rağmen, kul hakkına karışmamaktadır. Kul haklarının başında kalp kırmak, gönül yıkmak gelir.
Nitekim bu hali en veciz şekilde sevgili Yunus Emre’miz ifade etmiştir:
‘Bir kez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.’
‘Yüz kez hacca vardın ise, yüz kez gaza kıldın ise
Bir kez gönül kırdın ise gerektir çekersin ahı.’
Gönüllerin kırılıp paramparça edildiği, şeref ve haysiyetlerin ayaklar altına alındığı, küfür, yalan, iftira ve hakaretlerin gırla gittiği, hakların gasp edildiği siyaset arenasından birisi (Kemal Kılıçdaroğlu) çıkmış, helalleşme turuna çıkacağını söyledi.
Oh! Ne âlâ memleket!
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan Türk coğrafyasını yakıp yıkıp tarumar ettiler. Türkleri envaiçeşit işkencelere tabi tutarak katlettiler; öldüremediklerini kitleler halinde sürdüler. (Batıda, Müslümana Türk denir)
Böylece doğudan doğan güneşi söndürdüler.
Zifiri karanlıkta kalan dünyada hep emperyalistlerin borusu öttü. Nasıl öttüğünü ise dünyanın bu günkü haline bakıp söyleyebiliriz.
Türkler, zulüm pençesi altında on yıllar boyu inletildi; paramparça edilmiş ülkeleriyle ya uydu yapıldı ya da büsbütün esir edildi.
Devi uyutmakla kalmadılar; bir gün uyanacağından korkarak, tüm değerleriyle oynadılar. Yazılarını değiştirdiler, dillerini, dinlerini yasakladılar, mezarlıklarını yok ettiler, çocuklarına Türkçe isim koydurmadılar, mabetlerini yıktılar, din kitaplarını yaktılar.
Bunlardan yalnızca Ahıska Türklerine reva görülen zulmün, dünyada başka bir örneği yoktur. Aile fertlerini bile birbirlerinden ayırıp Sovyet coğrafyasının bin bir noktasına sürgün ettiler.
Eskiden devletler, savaşlar sonucunda parçalanır veya zapt edilirdi. Günümüzün zorba devletleri ise yaptıkları zulmün yankılarıyla, çökmekte ve paramparça olmaktalar.
Bu durumu, komünizm zulmünde gördük, şimdi sıra kapitalist zulmünde. Zira birisi yıkıldı, diğeri çatırdıyor.
Erdoğan’ın karşısındaki partilere gönül verebilirsiniz ya da partisiz olabilirsiniz ama demokrasi tarihimiz boyunca, Erdoğan kadar çalışkan ve milleti için gecesini gündüzüne katan ve tatil nedir bilmeyen bir lider gösteremezsiniz.
Kimileri bizi, yağcılıkla ve yardakçılıkla suçluyor, ‘besleme’ olduğumuzu ileri sürerek kötü sözler sarf ediyor. Kötü söz sahibine aittir, ne diyelim, her kaptan içindeki sızıyor. Zira cife dolu kapları bal doldurmak kimin haddine!
Besleme medya mensuplarının kimler olduğu vesikalarıyla ortaya dökülmesine rağmen, onlar yandaş olmuyor da, hakkı teslim eden, gerçeğin altını çizenler mi yandaş oluyor?
Belediye başkanlığı döneminde İstanbul’da ve yirmi yıla yakındır da Türkiye genelinde Erdoğan’ın yaptığı devasa hizmetleri görmemek için kör ve kalbi mühürlü olmak gerekir.
Alt ve üstyapı bakımından, Türkiye’miz her bir yanıyla çağ atlamıştır.
‘Seçildi ya; tabii ki yapacak, babasının parasıyla mı yaptı?’ demenin bir mantığı var mı? Erdoğan’dan öncekiler seçilmemiş miydi? Onlar neden yapmadılar...
Demek ki, at binenin kılıç kuşananın.
Bakınız, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2002 yılına kadar (