Kendi tecrübemden korkup yapma dedim, iyi ki beni dinlememiş
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bir gün ne iş yaptığımı soran birine ‘teklif edilen her işi’ demiştim de, gülmüştü.
Hani tabelasında ‘Tesisat-Tamirat-Tadilat-Boya-Badana-Her Tür Onarım İşi Yapılır’ yazanlar vardır ya ben de biraz öyleyim. Mühendis olsam, ‘Kedi resmini bile cetvelle çizerler’ alayına katlanır, gene mühendisliğimi yapardım. Ama değilim... Daha doğrusu altın bilezik addedilen bir mesleğim yok. Doktor, astronot ya da ne bileyim kadastrocu olsam, bir dala konup orada kalırdım.
Oysa ben ne yaptım? Hayat boyu daldan dala atladım, birbiri ile ilintili ilintisiz yığınla işe bulaştım. Çocuk bakıcılığından okutmanlığa, sanat yönetmenliğinden televizyonculuğa, çevirmenlikten kuyumculuğa... Saysam, bir elin parmaklarından fazla, yığınla iş. Saymıyorsam, maymun iştahlı lafını duymamak içindir. Bence maymun iştahlı değilim ama ondan da beter bir huyum var: Sıkılmayagöreyim, arkama bakmadan giderim.
Yaşamak için yapmak zorunda kaldığım iş her ne idi ise, ona ihanet etmedim. Ama sıkılmamak adına beni heyecanlandıran her yeni alana dokunmadan da geçemedim. Gün oldu aynı anda iki, hatta üç işle uğraşmak yordu. Varsın yorsun. Yeter ki gönüller şen olsun. Şiarımız buydu. İşte bu envai çeşit iş içinde iki-üç yıl süren bir galericilik deneyimim var ki unutamam: Levni.
1979 yılında Somali Büyükelçiliği’ndeki yarım güne dolgun ücret işimi zevzek muhasebecinin tafrasına kızdığım ve her gün sayfalar dolusu, ‘kadayıfın önü kızardı, altı yandı’ muhabbetini çevirmekten bıktığım için bıraktım ve galeri açmaya karar verdim. Para? Yok. Mekan? Yok. Satılacak resim, tanıdığın ressam, alıcı?.. Hiçbiri yok. Ama sanata iman, berdevam.
Serde gençlik var ya, alçakgönüllü de değilim. O zamanlar Ankara’nın en işlek caddesi Tunalı Hilmi’nin göbeğinde metruk bir apartman girişi buldum. İstanbul’a üç sefer düzenleyip mülk sahibinden gerekli izinleri aldıktan sonra, kara kara o izbeden nasıl bir galeri çıkaracağımı ve bunun için gerekli parayı nereden bulacağımı düşünmeye başladım. Şansım yaver gitti. Bir tanıdık tadilatı yaptı, Sait Maden logoyu çizdi, Ferit Edgü sergiler için destek verdi. Serpil, resim satışına güvenmediği ve aç kalmamı istemediği için büyük emeklerle topladığı nadide antikalarını satılmak üzere galerinin bir köşesine yerleştirdi.
Altı aylık hay huydan sonra Levni açıldı. Ve kabus başladı. Çoğu ressam kendini dünyanın merkezi sanar ve size uydu -daha da beteri- asalak muamelesi yapar. Galericinin işi ressamladır der, aldırmamaya çalışırsınız. Ama farkına varmadan dolarsınız. Taşıran damla damlayınca da patlarsınız. Sonra gelsin kırgınlıklar, pişmanlıklar. Ya resim alıcıları? Bir iki gerçek koleksiyoner dışında resim alıcısı ile uğraşmak gerçekten belalı iştir. Koyu eleştirmen kesilip denli densiz konuşanlar, bir tablo almak için bin saatinizi alanlar, galerinin komisyonuna göz dikip ressamla anlaşmaya çalışanlar, en kötüsü de kanepelerinin rengine uygun resim arayanlar.
Peki eleştirmenler? En azından o yıllarda hepsi ayrı alemdi. Sevdikleri bir ressama karşılık, sevmedikleri yüzlercesi vardı. Ve içlerinde kuşkusuz en özgünü Sezer Tansuğ, lafını hiç sakınmazdı. Onun beğenmediği bir ressamın sergisini açmayagörün, sizi de yerin dibine sokardı. Elbette genellemek doğru değil ama resim eleştirisinden anlaşılan üç aşağı beş yukarı buydu ve etrafta Ahu Antmen gibi eleştirmenler yoktu. Küratörler, Türkiye sınırları dışında icra-i-sanat eylerlerdi. Yazar- çizerler gibi, ressamlar da, ya toplumcu gerçekçi ya da bireyciydi, ki bu da küfürden beterdi.
Neden kabus dediğim anlaşıldı sanırım.
AÇILIŞTAN ÖNCE BİR YIL ÇALIŞTI
Aydın Polatcan geçen yaz gelip de Balmumcu’daki bir apartman girişini kiraladığını ve orada altı yüz metre karelik bir alanı sanat galerisi yapacağını söylediğinde ‘Aman yapma’ dedim de başka şey demedim. Sadece yapma da değil... Sen iyi bir işadamı ve iyi bir koleksiyoncusun, Türkiye’nin sanat sorunsalını çözmek sana mı kaldı, Bebek’teki galeride az mı sıkıntı yaşadın, hiç mi akıllanmadın, üstelik şimdi çok daha büyük bir yer açıyor, dertsiz başını derde sokuyorsun benzeri bir sürü vıdı vıdı.
Ama Aydın bu; sormasına sorar ama hep doğru bildiğini yapar. Öyle de yaptı. Bir yıldan uzun süre, açacağı galerinin mükemmel olması için uğraştı. Birlikte çalışacağı insanları, danışma kurulunu özenle seçti; geri planda kalmaya, orayı sıradan bir galeriden çok bir sanat platformu yapmaya ahdetti. Sözü olanın söz alacağı bir platform.
O usul usul hazırlanırken pek çok kez karşılaştık ama hiç İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nden konuşmadık. Neden konuşalım ki? Saflarımız belliydi. O beni ‘geçmişindeki deneyimden ötürü’ galeri düşmanı bellemişti; ben onu iflah olmaz bir resimsever.
İMSG geçen hafta ‘Bu Sizin İçin’ sergisiyle açıldı: Elli sanatçı, elli eser.
Boşuna endişelenmişim. Sergi üzerine ahkam kesmek haddim değil, bunu eleştirmenlere bırakmak gerek. Ama gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim: Aydın iyi ki beni dinlememiş. İyi ki bir yıl uğraşmış, iyi ki İMSG’yi açmış...
Açılış kalabalıktı. İğne atsan yere düşmez cinsinden. Aydın mutlu, oradan oraya koşturup durdu.
Bana gelince, gece boyunca içimdeki sesle boğuştum durdum. ‘Utan’ diyordu.
İLK SERGİNİN MESAJLARI
İMSG’ye uzun bir koridordan geçerek giriyorsunuz. Koridor tasarımcıların eserlerine ayrılmış. Sağ tarafta oldukça geniş, sanat kitaplarının satıldığı bölüm var. Koridorun sonunda karşınıza küçük bir bar çıkıyor. Geri kalan koskoca alan ise sergilenecek eserlere ayrılmış.
İlk sergi galerinin imzası gibidir dedim; bundan böyle tutacağı yolu gösteren ilk işaret... O işarete ve sergiye katılan isimlere bakarak İMSG’nin sadece resim değil; heykel, yerleştirme, fotoğraf ve video çalışmalarının da sergileneceği bir galeri olduğu görülüyor.
Aydın, uluslararası sergiler düzenleyeceğini de söyledi. Şimdiden bir iki sergi için anlaşma yapılmış. Arkadaki büyük salon konferanslara ayrılmış. Mekan performans sanatçılarına da açık olacakmış.
n Barbaros Bulvarı No: 113, Balmumcu / İstanbul. T: 0212 288 48 48. Bu Sizin İçin sergisi 22 Nisan’a kadar görülebilir.