Paylaş
Brüksel’de otelden çıkmamızla kendimizi bizi Groot-Bijgaarden’e götürecek minibüse atmamız bir oluyor. Son otuz yılın en soğuk günlerini yaşadığı söyleniyor şehrin. Ayaza kesmiş şehri boydan boya geçip sonunda Belçika’nın en büyük şirketlerinden Puratos’un üretim tesislerine varıyoruz. Cam cephesiyle diğerlerinden ayrılan ana binanın eşiğinden adım atmamızla üşümemiz geçiyor. Paltoları fora ederken içimizi ısıtan lobinin sıcaklığı mı yoksa burnumuza çarpan ekmek kokusu mu diye düşünmeden edemiyorum.
Zeynep Göğüş arayıp da Puratos davetine çağırdığında ne yalan, önce bir puro şirketinden söz ediyor sandım. Sonra da öyle sandığım için utanıp kızardım. Değil benim gibi yeme-içme sektörünü iyi-kötü bilen birinin, bu konuyla uzak yakın ilgisi olmayanların bile tanıdığı bir markaymış meğer Puratos.
Türkiye’ye yirmi küsur yıl önce gelmiş bu dünya devi bir ekmek ve pasta tedarikçisi. O da ne ola ki diye soracak olursanız, köşe başındaki mahalle fırınında satılan francaladan, büyük marketlerde karşımıza çıkan afili ekmeklere dek binlerce fırıncının ekmek, ondan da fazla pastacının pasta yapımında kullandıkları malzemelerin üreticisi derim. Böylesi güçlü bir yapıya kavuşmalarının sırrını da araştırma ve geliştirmeye verdikleri önemle açıklıyorlar.
KUZEYLİLER ESMER SEVER
Geniş lobinin camla ayrılmış laboratuvar görünümündeki bölümünde önümde sıralanan envai çeşit ekmeğe ağzım sulanarak bakar ve hepsini tatmak isteğiyle yanıp tutuşurken kendimi tutuyor, dikkatimi araştırma bölümünün şefinin anlattıklarına veriyorum: Tarihi insanlık tarihi kadar eski olan ekmeğin binbir çeşidi olduğu gibi, bütün milletlerin de ekmek dendiğinde akıllarına düşen farklı bir lezzet olduğunu söyleyerek anlatıyor şef: “Kuzeylilerin sevdiği tahıllı esmer ekmekle Fransızların sevdiği kıtır beyaz ekmek arasında dağlar var. İlk hedefimiz ülkelerin damak tadına göre malzeme üretmek. Bunun için Puratos’un gezici ekibi dünyayı dolaşıyor, yüz yüze yapılan binlerce görüşme sonrası hangi ülke için ne tür ürün geliştirileceği saptanıyor. Ancak işler bununla sınırlı değil. Küreselleştikçe küçülen dünyada yüz binlerce insan anavatanları dışında yaşıyor, doğdukları andan itibaren hafızalarına kazınan ekmek tadını arıyorlar. Ayrıca turistleri de yabana atmamak gerek. Her ürünü tüm bu faktörleri göz önünde bulundurarak üretiyoruz.”
O anlata dursun aklıma Fadik düşüyor. ‘Yoldaşım’ Fadik her ülkede beni deli etmek pahasına önüne gelen ekmeği önce mıncıklar, sonra koklar sonra da zarif bir hareketle geri bırakırdı. “Nerede bizim ekmeeek nerede bunların yedikleri” demeye gelen bir surat ifadesiyle...
ALT KATTA EKMEK TADIMI
Ekmek gibi, pasta zevkinin de ülkeden ülkeye değiştiğini orada öğreniyorum. Sıra ekmek tadımına geliyor. Yaşasın ki yaşasın! O kokular o ekmekler o pastalar sabrımızı zorlamaya başlamıştı çoktan. Koşar adımlarla alt kata iniyor, özenle hazırlanmış masalara geçiyoruz. Tabaklarımızın önüne dizili şarap kadehlerini görünce bunun sadece bir ekmek tadımı değil, bir ekmek-şarap tadımı olduğunu anlıyorum. Şarabı ekmekle yudumlamışlığım yoktur. Dünyanın dört bucağından şaraplara eşlik eden mayalı, tahıllı, otlu ekmekleri yedikçe hayatımda ilk kez içtiğime değil yediğime dikkat kesildiğimi fark ediyorum.
Doğruya doğru yediğimiz de herhangi bir ekmek değil, müthiş bir lezzet. Eğer istersek mahalle fırınımızdan alacağımız ekmeklerin de bu tattıklarımız gibi olmamaları için bir neden yok aslında. Yeter ki isteyelim. Büyük şehir insanları, ekmeği kapıcılara emanet ettik nicedir. Her sabah kapımıza bir şişe süt, bir ekmek, bir gazete getirmelerini istiyoruz onlardan. Hangi gazeteyi okuyorsak söylüyor, hangi sütü içiyorsak ısmarlıyor ama ekmek deyip geçiyoruz. Niye ağız tadımıza uygun mis gibi bir ekmek yemeyelim ki?
Malzeme hazır, tarif desen veriliyor, geriye kalıyor uygulamak. Ona üşenen ya da nasıl yapılacağını bilmiyorum diyen varsa bedava dersler de mevcut. Eee o zaman?
Hemen maliyet demeyin lütfen. Fiyat farkı var ama lezzet farkı da ortada. Ekmek yerine lastik yememizi hoş gördürecek cinsten değil, inanın.
Çikolata ve pasta haftaya...
Paylaş