Asena, kum havuzu diye çamur deryasına giren, oyun diye tehlikeli oyunları belleyen bir çocuk
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bu yazıda Ney’den söz etmeyeceğim diyordum ama galiba söz dönüp dolaşacak gelip Ney’e dayanacak. Çünkü Asena ile buluşmamı Ali Erten’e borçluyum. Ali, daha önce de iki kez yazdığım üzere benim eski arkadaşım. Sultans of the Dance ile girdiği gösteri dünyasına, o grup dağıldıktan sonra Ney ile devam etti. Ben de onu neredeyse gittiği her yerde izledim. Antalya’da, Londra’da. İlkinde yolun henüz başındaydı. İkincisinde sınırların dışında. Ali alem adamdır. Hani ‘yapamazsın’ denmeye görsün, çıldıran ve söz konusu her ne ise onu yapmadan duramayan insanlar vardır ya, Ali de öyle. İnatçıdır. Tuttuğunu bırakmaz. Hiçbir koşulda caymaz, kendi yaktığı ateşte yandığı da olur ama aldırmaz. Üstelik coşkusu bulaşıcıdır. Anlattıklarını önce inanmayarak dinler, lafı bittiğinde onun en ateşli taraftarı kesilirsiniz. Bir de başka bir huyu vardır. Kendini ona inanan dostlarına bütün gelişmeleri anlatmakla yükümlü hisseder. Telefonunuz çalar, Ali. Nereye gidiyorlar, nereden teklif aldılar, hangi kanalda hangi programa çıkacaklar, kim geldi, kim gitti üç dakika içinde bütün ayrıntıları anlatır. Sakın bunu halkla ilişkiler bağlamında yaptığını sanmayın. Ali, sevincini kendine saklayamayan çocuklar gibidir. Söyler ve rahatlar. GERÇEKTEN, KİM BU KIZ İşte bundan bir süre önce gene bildik aramalarından birinde topluluğa Asena’nın da katıldığını söyledi. Gene içi içine sığmıyor, gene sesi şakıyordu. Ona bir şey demedim ama Asena’nın katılımının Ney’e ne tür bir artısı olduğunu da doğrusunu isterseniz kestiremedim. Ali’nin sert disiplinini biliyordum. Öyle starmış, şuymuş buymuş dinlemezdi. Doğru dürüst çalışmayacak, şımaracak, topluluğun diğer üyeleri ile sürtüşecek insanı yanında barındırmazdı. Ama gene de içimde bir soru işareti... Ne de olsa söz konusu kişi şu son yıllarda adı dansından çok yaşadıklarıyla gündeme gelen biri. Hem de ne gündem. Sanıyorum o telefondan sonra, hayatımda ilk kez Asena kim diye düşündüm. Gerçekten kimdi Asena?Anlaşılan bizim gördüğümüzden farklı biriydi. Çünkü hem Ali, hem de daha önce onunla Angelina Akbar pojesinde çalışmış diğer bir arkadaşım ağız birliği etmiş gibi bambaşka bir kadından söz ediyordu. Ali, profesyonelliğini, alçakgönüllülüğünü, öğrenme isteğini vurgularken; diğeri onu içi dışı bir, aklından geçeni tartmadan söyleyen bir çocuk-kadın olarak tarif ediyordu. Her ikisinin de doğrucu Davut olduğunu bilmesem, anlattıkları bir kulağımdan girer ötekinden çıkardı ama çıkmadı. Asena adı aklıma bir soru işareti ile asılı kaldı. İspanya yolculuğu öncesi, o hafta kiminle yemeğe gideceğimi düşünürken neden onunla olmasın dedim ve Ali’yi aradım. Pazarlığımı da yaptım; yazarsam Asena’yı yazacaktım Ney’den söz etmeye niyetim yoktu. 25 YAŞINDA BİR ÇOCUKBebek Oteli’nin altındaki Ambassador Lokantasında buluştuk. Ben, Ali, Asena bir de Önay Miser. İki saatimiz var. Sonra onlar provaya gidecekler. Benim de işim başımdan aşkın. Önce yukarıda barda oturduk. Sonra aşağıya yemeğe indik. Ambassador’u seçme nedenimiz de belli. Ambassador şehrin en civcivli semtlerinden Bebek’te olmasına rağmen neredeyse saklı bir cennettir. Hem çok iyi yemek yer, hem kimse tarafından rahatsız edilmezsiniz. Aradan üç hafta geçti.Eğer aynı gün yazının başına otursam ortaya kuşkusuz şaşkınlığımı anlatan bir yazı çıkardı. Peki aradan geçen zamanla şaşkınlığım azaldı mı? Yoo, hayır. Hálá bir insanın, üstelik kurtlar sofrasına oturmuş birinin nasıl olup da bu kadar saf, bu kadar oyunsuz olduğunu anlayabilmiş değilim. Fazla mı cesur? Gözü mü kara? Vurdumduymaz mı? İnatçı mı? Çaresiz mi? Kaderci mi? Cahil cesareti mi? Herhalde hepsi...Ama bütün bunların ötesinde, bence Asena daha çocuk. 25 yaşında bir çocuk. Yüzünde muzip bir gülümseme ile her an hınzırlık yapacakmış gibi bakması, sormadan anlatması, karşısındakini kendi gibi sanması, lafın nereye varacağına aldırmadan konuşması bundan. Çocukluğundan. Zaten öyle olmasa kim sevdiği bir işi yapar, hayli de para kazanırken durduk yerde kum havuzu diye çamur deryasına girer, oyun diye tehlikeli oyunları beller?Biraz kendisinden bahsetmesini istediğimde, nesini anlatayım der gibi baktı. Çocukluğu ve gençliği Almanya’da geçmiş. Almanya onun ikinci vatanı. Canı yandıkça, başı sıkıştıkça oraya gitmesinin nedeni kendini orada güvende hissetmesi. Liseyi orada bitirmiş. Bütün arkadaşları ve hocaları ondan iyi bir sporcu olup madalyalar kazanmasını beklerken o dans etmeye başlayıp hepsini şaşırtmış. Üstelik ne çocukluğunda ne de sonra dansa meraklı değilmiş. Göbek dansı da hiç mi hiç ilgisini çekmezmiş. Bugün bile ne alaturka müzik dinlerim ne de sahne dışında dans ederim, diyor. Ama sahne deyince akan sular duruyor. Bir tek orada, o spotların altında dans ederken her şeyi unuttuğunu ve gerçek anlamda mutlu olduğunu söylüyor. Kimseden ders almamış. Kimseye öykünmemiş. Kimin nasıl dans ettiği ile ilgilenmemiş. Tek başına çalışmış, kendine özgü bir dans yaratmış. Bunları bir çırpıda anlattı. Bir yandan da iştahla yemeğini yedi. Öyle az buz da değil. Kalamarı, balığı, tatlısı. Yemek yapmayı sevip sevmediğini sordum. Bayılırmış. Peki en çok hangi yemeği seversin dediğimde, duraksamadan köfte, patates dedi. Bir de makarna, pilav. Anne yemekleri. Neden çocuk dediğim belli değil mi?MAGAZİNSİZ SOHBETBaşka neler sordum?Karases konusuna girmedim. Hatta tanışır tanışmaz, onunla dans konusunda konuşacağımı, özel hayatına ait hiçbir şey sormayacağımı bile söyledim. Aklımca rahatlatacağım. Aldırmadı. Ali ve Önay’ın yanında ya, Ali de benim arkadaşım ya, gardı yok. Sorsam anlatacak. Noktayı, virgülü koymayı da bana bırakacak. Öyle bir güven. Anne-babasının yanındayken başına hiçbir kötülük gelmeyeceğini düşünen çocuklar gibi. Bir ara bir dansın bir figürünü yapmaya neden bu kadar zorlandığını açıklarken, dünyanın en doğal şeyinden bahsedercesine bacağına konan platinden söz etti. Ben ki kendimi iyi bir magazin okuru addederim, önce anlamadım. Sonra hatırladım. Sahi, bu çocuğun bacağında kurşun yarası var. Onun derdi kurşunu çıkardıktan sonra takılan protezin uzun vadede dansını etkileyip etkilemeyeceği. Benim derdim başka. Yarası sarılsa da kapanacak mı acaba?Yemek bitti. Ayrıldık. Herkes yoluna gitti. O gün bu gün Asena denince aklıma düşen bir şiir var. Şiir de değil, dizeler. ‘Ya suya giden o küçük kızlar? onlar tıpkı o kuşlar gibi uçan daha bir süre sonra vurulduktan’ diyen dizeler.