Sen gelme

Yılın 365 günü ve 52 haftası ülkemizde ulvi görevler edinmiş, önemli misyonlar yüklenmiştir

Ocak ayının ilk haftası “veremle savaş haftası” diye başlar “orman haftası, lösemili çocuklar haftası, yaşlılara saygı haftası, organ nakli haftası” diye sürer gider.
Her haftaya sıkış tıkış da olsa bir görev yüklenmiştir. Bu haftaların ortak bir özelliği vardır oysa;
Önem vermediklerimizin haftasıdır hepsi...
Çocuklara bu haftaların felsefesi, amacı ve işlevi doğru düzgün aktarılmaz.
Hafta, ilköğretim okullarında resim, şiir yarışması olarak yer bulur kendine. Organizasyon yapmak zorunda olanlar için için stresle geçen günün sonunda küfür literatürüne eklenmiş yeni sözcükler.
Ancak hafta biter “of bunu da atlattık” denir, yerlerde yarısı çöpe dönüşmüş çiçekler, otuz dakika boyunca kalabalığa yapılmış sıkıcı bir konuşmanın karalamaları kalır. Herkes mutludur önemli haftalar ülkesinde.
Yapamadıklarımız, beceremediklerimiz, yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız ne varsa bu haftalarla aklanır, temize çıkarılır, vicdanlar rahatlatılır.
Tabii millet olarak genel menfaatlerimize göre, bu haftaların içerisine bir de keyfi günler sıkıştırılır ki örnek bile vermeye gerek yok bazıları mide bulandırıcıdır.
Geçen haftanın misyonu Mevlana Celaleddin-i Rumi’ yi, fikirleri, felsefesi, eserleriyle, tanıtma,anlama anmaydı.
Değerli düşünür, şair , sevgi, hoşgörü ve farklılıkları kucaklama ustası Mevlana Celaleddin-i Rumi konuşuldu birkaç gün.
Geride ne kaldığına bakmak istedim...
Evet, çiçekler, notlar, konuşmalar olmazsa olmazlarımız...
Bir de suya yazılanlar vardı...
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” diyen Mevlana’yı yetiştiren topraklarda, 700 yıl sonra farklılıkları yüzünden birbirinden nefret eden hatta tahammülsüzlüğü tiksinme boyutuna ulaşmış insanlar varsa sadece, O’nu anmanın anlamı nedir?
Akıllıların, meczuplara kendi akıllarından emin oldukları bir tavırla gösterdikleri yapay anlayış bile yokken, Mevlana şu halimizi görse “sen gelme” der miydi acaba bize?
Bir yanlışlık var gittiğimiz yolda, belki de, ders kitaplarına ve panellerin, dakikaları sayılı konuşmacılarının, balık hafızalı topluma okuyacakları metinlerine sıkışan ezberleri yırtmakla başlamalı işe.
Ardından tıpkı “Ölü ozanlar derneği” filmindeki en önemli felsefeyi hayatımıza geçirmeli belki de.
“CARPE DİEM- ANI HİSSET!”
Çünkü kelimeler maalesef değiştirmeye yetmiyor bizi.
Görünen o ki gereken,en azından biraz olsun hissetmek de...
Ve ardından eyleme geçmek.
Önem verilmesi gerekene, gerektiği gibi davranmak tepki vermek, harekete geçmek, haftayı beklemeden hem de...


Yazarın Tüm Yazıları