İZMİR Valisi, hakkındaki haberlerden sonra çeşitli açıklamalar yaptı.
Benim yazdığım gerçekleri de doğrulayarak, biletinin Halis Toprak tarafından alındığını kabul etti.
Ve Toprak’ın çok eski dostu olduğunu, bir bilet almasının bir anlamı olmadığını ve namuslu, haysiyetli bir bürokrat olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini söyledi.
İzmir Valisi Göksu’ya kimse ‘haysiyetsiz’ demedi.
Ben hiç demedim. Ben sadece olayın bir tesadüf olduğu yolundaki açıklamasının gerçeği yansıtmadığını göstermek için bileti Halis Toprak’ın aldığını yazdım.
Ama Vali Bey’in yaptığı yanlış.
Bazı görevler vardır ki, en küçük bir lekeyi kaldırmaz ve aşırı bir özen gerektirir.
Valilik de böyle bir görev.
Bir vali, en yakın arkadaşından bile ‘hediye bilet’ almaz.
Hele hele o arkadaşı devlete yüz milyonlarca dolar borçluysa, hakkında türlü iddia varsa, hiç almaz.
Batı’daki örneklerini görmüyor mu, koca bakanlar, başbakanlar bir uçak bileti, bir gezi yüzünden koltuklarından oluyorlar.
Çünkü bazı görevler bu tip işleri kaldırmıyor.
Vali diyor ki: ‘Halis Toprak arkadaşım.’
O zaman oturup çay içsinler, sohbet etsinler. Ama ötesi olmaz.
Oldu mu, ayıp olur, leke bırakır.
Elbette ki, ben de biliyorum koca valinin bir bilete satın alınamayacağını.
Ama ‘Bir bilete tamah eden...’ cümlesi de akıllara gelmiyor değil.
Ama Sayın Valim merak etmesin. Burası Türkiye.
Bu işler yakında unutulur.
Ülker uluslararası olmak istiyor
ÜLKER ’in patronu Murat Ülker bir mektup yollamış.
Ülker’in Galatasaray Basketbol Takımı’na sponsor olarak adını veren markasının ‘Cafe Krem’ değil, ‘Cafe Crown’ olduğunu hatırlatıyor.
Hata için özür dilerim.
Bu arada Galatasaray’ın uluslararası bir marka olan Coca Cola ile kalması gerektiği yolundaki görüşüme de bir yanıt veriyor.
Murat Ülker, uluslararası markaların bir günde var olmadıklarını, uzun bir süreçten geçtiklerini ve bu sürecin sonunda uluslararası hale geldiklerini vurguluyor ve Ülker’in de bu süreci yaşamakta olduğunu belirtiyor.
Uluslararası marka olmaya çalıştıklarını, bu alanda büyük mesafeler katettiklerini ve Galatasaray Futbol Takımı’yla işbirliği yaparak bu uluslararasılığı bir adım daha öteye götürmek ve perçinlemek istediklerini vurguluyor.
Murat Ülker’in söylediklerini mantıklı buluyor ve saygıyla karşılıyorum ama birkaç yıl önce Fransa’da yaşadıkları faciayı da hatırlıyorum.
Uluslararası marka olabilmek için ‘özgün olmanın’ gerekliliğini unutmamak gerek.
Ajda ile Hülya aynı hamurdan
ÖNCEKİ akşam Hürriyet’in taşra baskısı eve geldiğinde gözüme Hülya Avşar’ın fotoğrafları takıldı.
Bir aralar kilo alan, yağlarıyla, selülitleriyle gündeme gelen Hülya Avşar yeniden bir ‘Genç kız’ görünümüne bürünmüştü.
Hemen eşime gösterdim. ‘Helal olsun’ dedik.
Gerçekten de, Hülya Avşar ve Ajda Pekkan, bu ülkede kendilerine ‘Helal olsun’ dememizi hak eden iki ‘star’.
Aralarında ciddi bir yaş farkı elbette var ama ikisi de benzer ‘star hamurundan’.
Sürekli kendilerini yenileyen, bittiler diye düşünülen her seferinde yeniden küllerinden doğan iki ‘yıldız’.
Peki ortak yönleri ne?
Kendilerine ve işlerine olan saygıları.
Hülya Avşar’la işle ilgili randevunuz mu var, hiç merak etmeyin, 10 dakika erken gelir.
Filmde bir sahne yüz kere tekrar mı çekilecek, hiç sızlanmadan yüz kere tekrar çeker.
Aynı durum Ajda Pekkan için de geçerli.
Kanal D’de program yaparken anlama fırsatım oldu.
Yeniyetme sunucular, biraz palazlandıkları zaman programın çekim saatinden iki saat sonra gelip binbir kapris yaparken, Ajda Pekkan program saatinden beş saat önce stüdyoya gelip hazırlanmaya başlar.
Her bir detayı tek tek kontrol eder.
Önce kendilerine, sonra mesleklerine ve ikisinin bir bütünü olarak kendilerini izleyip dinleyenlere saygıları vardır.
Bunun için yıllar boyunca yüzlercesi gelir geçer ama onlar kalır.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Başkalarının huzurunu bozmak uğruna kendi huzurumuzu bozmadığımız zaman.