TBMM bünyesinde şike iddialarını araştıran komisyonun tutanaklarında doğru bulduğum tek cümle şu:
‘(Türkiye Futbol Federasyonu) kendisi hesap verebilen bir kurum olmadığı sürece, hesap sorabilen bir kurum da olamıyor.’
Rezaletin Meclis’te tutanaklara geçmiş hali anlayacağınız.
Peki bu ‘hesap verememe’ durumu neyle ilgili.
İddialara göre Türkiye Futbol Federasyonu ‘teşvik primi’ vermiş. Raporda bununla ilgili belge veya kanıt yok; ama çok çirkin cümleler var:
‘Özellikle Milli Takım’ın maçlarında teşvik primi verilmesi konusunda yaptığımız değerlendirmede aldığımız ifadeler veya yönelttiğimiz sorulara aldığımız cevaplar sonucunda Futbol Federasyonu’nun mali yapısı içinde bu tür bir paranın bir ülkeye veya kişiye ödenmesiyle ilgili bir bilgi tespit imkánı yok. (...) Bu şekilde bir 750 bin dolar olduğu ifade ediliyor. Sadece iddia üzerinde kaldı ve biz raporumuzda ülkemizin uluslararası kurumlar nezdinde yaşayabileceği sıkıntıları dikkate alarak bu konuda yorum yapmaktan kaçındık.’
Bunlar tutanaklarda var. Devamı da var.
Komisyon Başkanı diyor ki: ‘Konuyu İstanbul’a gittiğimizde şifahen söylediler. Bunun delilleri olması gerekir. Yoksa söylenmesi bile doğru değildir.’
Komisyon üyelerinden Ahmet Ersin haklı bir çıkış yapıyor:
‘O zaman nasıl sonuca varacağız? Zaten biz araştırdığımız konuların hiçbirinde delil, resmi kanıt bulamayacağız ki!’
Evet işte durum bu.
Meclis’teki Şike Tahkik Komisyonu’ndan bir sonuç bekliyorsanız daha çok beklersiniz.
Sahteciliğin cezası yok ki!
SAHTE rakı skandalı patladı. Şimdiye kadar 25 cana mal oldu.
Ardından sağda solda sahte rakılar, sahte votkalar ortaya çıktı.
Herkesin söylediği şu: ‘Yahu bu kadar kolaydı da, niye bu sahtekárlar daha önce yakalanmıyordu?’
Tabii işin aslı öyle değil.
Yakalanıyordu ama yakalanıyordu da ne oluyordu?
Hemen söyleyeyim; önceden de çok miktarda sahte gıda maddesi yakalanıyordu.
Örnek mi; yanılmıyorsam bir buçuk ay kadar önce Ankara polisinin yaptığı bir operasyonda 5 ton sahte rakı ele geçirilmişti.
Polis, sahte rakıları imal edenleri aldı ve delillerle birlikte mahkemeye sevk etti.
Mahkeme ne yaptı?..
Bir para cezası kesip serbest bıraktı. Çünkü Türkiye’de sahteciliğin cezası yok. Var ama laf olsun diye bir ceza.
Sahte rakı yapmanın hukuki karşılığı ‘marka taklitçiliği’.
Bunun, kişilerin sağlığıyla ilgili sonuçlar doğurabileceği hiç göz önüne alınmıyor.
Bir süre önce Sabah Gazetesi’nde bir haber vardı.
Polis, sahte ilaç imal edenleri yakalamıştı.
Bu ilaçları alan ölür mü, kalır mı, ya da hastalığı tedavi edilemediği için vahim sonuçlarla karşılaşır mı, bu hiç göz önüne alınmadan ‘marka taklitçiliği’ suçuyla mahkemeye çıkarılmış ve serbest kalmışlardı. Şimdi gördük ki, bu iş basit bir marka taklitçiliği değil ve zaten marka taklitçiliği de basit bir suç değil.
Şimdi umuyorum ki, acilen bir yasal düzenleme yapılır ve taklitçiliğe ağır cezalar getirilir.
Tabii inşallah birileri, ‘Haram olan bir şeyi içtiler. Beter olsunlar’ diye düşünmüyordur.
Sorun yoksa bu yazıları kim yazdırıyor?
AMERİKAN Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, ‘Türk-Amerikan ilişkilerinde bir sorun yok. Amerikan basınının yazdıkları bizi ilgilendirmiyor’ diyor.
Ancak durum pek öyle görünmüyor.
Amerikalı bazı gazetecilerin yazdıklarına ve yazılanların ‘neviine’ bakılınca, bunların Amerikan yönetimince ve özellikle de ABD’nin Ankara’daki Büyükelçiliği tarafından yönlendirildiği çok açık.
Ayrıca Amerikan basınının yazdıkları Amerikan yönetiminin ‘düşüncesini’ ifade etmiyorsa, Türkiye’deki bazı gazete veya gazetecilerin yazdıklarının faturası nasıl oluyor da Türk hükümetine çıkartılıyor?
Üstelik Türkiye’de marjinal sayılabilecek gazetelerin ve bunların bazı yazarlarının Amerikan aleyhtarı yazıları Türkiye’nin siyasi konumlanmasını gösteriyor da, Türkiye’nin en büyük gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni’nin büyük bir cesaretle kaleme aldığı ‘Ben, ABD ile dostluktan yanayım’ yazısı Amerikalı gazeteciler ve fikir önderleri için niye hiçbir anlam ifade etmiyor.
Bana öyle geliyor ki, her iki tarafta da birileri Türk-Amerikan ilişkilerini bozmak ve bölgedeki dengelerle oynamak için bir oyun peşinde.
Bu oyunu bozsa bozsa iki hükümetin karşılıklı tavrı bozabilir.
Ancak her ikisi de bugünlerde bunu görecek noktada değiller.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Doğruların peşinde olmadıkça evrensel alanda başarılı olunmayacağını anladığımız zaman.