Nuray Mert’in kabahati

YİNE tek kale bir maç izliyoruz. Bir kesim AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin ‘daha fazla demokratikleştiğini’ iddia ediyor, diğerleri ‘sivil diktatörlükten’ bahsediyor.

Haberin Devamı

İşin kötüsü her iki taraf da kendi seyircisi önünde kendi kalesine attığı gollerle sevinçten dört köşe.

Ama ortada ne zekâya dayalı ne de seyir zevki yüksek çift kale bir maç var.

Gelin isterseniz tarihin koridorlarından yürüyüp şu maçı çift kale yapmaya çalışalım.

* * *

Kurtuluş Savaşı’nın en önemli komutanlarından Kazım Karabekir ‘İstiklal Harbimiz’ adlı anı kitabında cumhuriyetin ilk yıllarını şöyle tasvir eder:
“Milli mücadele ile istiklalimizi kazandık ama tek parti rejimiyle hürriyetimizi kaybettik.”

Demek ki neymiş ‘sivil diktatörlük, tek parti rejimi’ tartışması modern cumhuriyetin kuruluşundan bu yana var.

1950’de ‘çokpartili’ sisteme geçerken de var, 1960 darbesiyle ‘askeri vesayet’ dönemi başlatılırken de...

* * *

Peki neydi Karabekir’e yeni cumhuriyete karşı bu sözü söyleten?

Bir, Fransız Devrimi’nin fikir babalarından Robespierre’den bu yana altın kuraldır; “Devrim önce kendi evlatlarını yer”, dolayısıyla Karabekir’in hayal kırıklığı çok büyüktür.

İki, ‘kurucu ideoloji’ milli mücadele ruhunun önüne geçtiği için öncelik ‘hürriyet’ değil ‘rejimin’ sağlamlaştırılmasıdır.

Bu rejime bugünün koşullarından bakıp “Demokratik değildi” demek kolay fakat tüm hata ve noksanına rağmen eğer bugün hâlâ ‘daha fazla demokrasi’ tartışması yapabiliyorsak Karabekir, tıpkı Danton gibi, hayal kırıklığında haklı, saptamasında abartılı olduğu içindir.

* * *

Türkiye’de siyasi aktörler açısından öncelikli sorun cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gücün ele geçirilmesidir.

İster buna laiklik adına ‘rejim bekçiliği’ deyin isterse din adına ‘fetihçi zihniyet’.

Bugün AK Parti iktidarını kategorik bir biçimde ‘demokrasi havarisi’ ilan etmekle ‘sivil diktatörlük’ suçlaması yapmak aynı kapıya çıkar.

Çünkü hoşumuza gitmese de gerçek ikisinin arasında bir yerde.

* * *

Tek bir örnek vereyim.

Son dönemde AK Parti iktidarı ile ilgili en büyük eleştirilerden biri telefon dinlemeleri. Yanlış bulduğum yönleri ben de eleştirdim.

Fakat bugünkü iktidarı ‘Telekulak Cumhuriyeti’ kurmakla suçlayanların maçı çift kale yapabilmek için şöyle bir geriye gitmelerinde fayda var.

1990’ların sonunda dinlemelerden çokça şikâyet eden önemli bir siyasetçi iktidar koltuğuna oturunca çok yakınındaki biri gider ve “Efendim sizi bile dinlediler, gelin hazır fırsat varken şu dinlemelere yasal bir düzenleme getirelim” der.

Cevap bugünü anlamamız için çok çarpıcı: “Ne yani şimdi biz bunca mücadele edip iktidara geldikten sonra bu gücü kullanmayacak mıyız?”

Nitekim o siyasetçinin iktidarında hiçbir yasal düzenleme yapılmadı.

* * *

Peki dinlemeler konusunda doğru dürüst ilk yasal düzenleme ne zaman yapıldı?

2004, yani AK Parti iktidarında. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) kuruluşu ile dinlemeler tek çatı ve yasal düzenlemeye kavuştu.

Yeterli mi? Kesinlikle değil. Ama 2004 öncesine göre daha iyi olduğu aşikâr.

Türkiye ne çekiyorsa şu kendi cemaati önünde tek kale maç yapma hastalığından çekiyor. ‘İlke aydınları’ yerine ‘pozisyon aydınları’ konuşuyor.

* * *

Türkiye’de ilkeler üzerinden düşünce üreten insanların sayısı maalesef fazla değil.

Olanları da hemen ‘pozisyon’ almaya zorluyoruz.

Baksanıza Nuray Mert’in başına gelenlere.

Mert’le birçok konuda fikirlerimiz uyuşmaz, tıpkı bu yazıya ilham veren ‘sivil diktatörlük’ tartışmasında olduğu gibi.

Fakat bir konuda onunla her zaman aynı yerde olmaktan mutluluk duyarım, o da pozisyon aydını olmayı elinin tersiyle iten tavrı.

Çünkü o ‘pozisyon’ değil ‘ilke aydını’dır.

Kabahati ‘tek kale maç yapmayı seven bir ülkede yaşıyor’ olmasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları