Massachusetts Valisi’nin karısı

YIL 1692.Yer; Kuzey Amerika’da Salem kasabası.

Her şey Püritenlerin yaşadığı Salem’de bir grup genç kızın ormanda ateş yakmasıyla başlar.

Aslında gecenin karanlığında yaktıkları ateş, kendi içlerinde yanan "arzu" ateşinin kıvılcımıdır ve tek niyetleri, içerisine " ekmek kırıntıları, baharatlar, bir parça tuz, bir tutam at kuyruğu ve özenle kesilmiş tırnak ucu" attıkları kaynar kazanın, kendilerine gelecekten haber vermesidir.

Fakat büyüyü hazırlayan ve rahibin kölesi olan zenci Tituba merakla bekleyen kızlara kendilerini bekleyen beyaz atlı şövalyeyi değil, hepsini dehşete düşürecek şu cümleyi fısıldar:

"Tabuta bürünmüş korkunç bir hayalet görüyorum..."

Tituba
’nın fısıltılı kehaneti kızlarda tam bir şok etkisine yol açar. Salem’de tam bir yıl sürecek "cadı avcılığı (witch-hunt)" resmen başlar.

Masum bir merak kısa sürede histeriye dönüşür.

Çünkü köyün rahibi Samuel Parris’in 9 yaşındaki kızı Betty ve 11 yaşındaki yeğeni Abigail bu dehşet anının etkisiyle histeriye kapılmıştır.

Böylece Batı medeniyet tarihinde sıkça hortlayan "cadı avcılığı", Orta Çağ’da sebep olduğu trajedilerden tam 2 asır sonra yeni kıtada hortlamış olur.

Oyunvari başlayan büyü köy sınırlarını aşar, önce kasabaya, oradan bütün bir eyalete yayılır.

Peki ama Salem halkının bir anda bu olayı toplumsal bir cinnete ve insan avcılığına dönüştürmesinin sebebi neydi?

Harvard yayınlarından çıkan "Salem: Büyücülüğün Sosyal Orijinleri" adlı kitapta P. Boyer ve S. Nissenbaum bu histerinin nedenlerine farklı bir açıdan bakar. Püritenizm’in, "şeytan, kötü ruh, cadı" konusundaki keskin yorumlarının yanısıra o dönemde mevcut sosyal ve ekonomik parçalanmışlığın, şahıslar ve gruplar arasındaki güç mücadelesinin rolüne dikkat çeker.

Salem halkı Püriten inanışları gereği şeytanın insan bedenini (özellikle de kadınları) esir aldığına inanmaktadır. Betty ve Abigail’in tuhaf davranışlarına dair spekülasyon ve dedikoduların yayılması üzerine, ekonomik ve sosyal sebeplerle bölünmüş olan kasabada gücü elinde bulunduran grup, karşı taraftan önüne geleni "cadılık"la suçlar.

Aylarca sürecek cadı avcılığı böyle başlar. Salem mahkemeleri kurulur. Cebinden bir parça ekmek ve peynir çıktığı için büyü yapacağı varsayılan masum kadınlar, sokakta çubuklarla oynadığı için büyülenmiş olmakla suçlanan genç kızlar, kadın kadına bir araya gelip fal baktıkları için cadı denilen köylüler, karşı tarafın toprak egemenliğini ve baskılarını kabul etmeyip köyün dışında tarlasını süren ve kendi halinde yaşayan çiftçiler...

Öyle ki bir süre sonra hapishanelerde boş yer kalmaz.

Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 19 kişi asılır.

Ta ki işin ucu Massachusetts Valisi’nin karısına uzanıncaya dek!

Vali, İngiltere Krallığı’nı haberdar ederek mahkemelere son verdirir.

Yüzlerce masum kadını cadılıkla suçlayan histeri nihayet durur!

Fakat aynı histeri "soğuk savaş" günlerinde yeniden nükseder. Ünlü oyun yazarı Arthur Miller 1950’lerde senatör McCarthy’nin tetiklediği "komünizm paranoyasından" dolayı başlayan "cadı avcılığı"nın dehşetli günlerinde Salem’de yaşananları kaleme alır. "The Crucible" adlı kitabı McCarthy Amerika’sında histeriye karşı dalgakıran görevi görür.

Bütün bunları neden anlatıyorum?

Türkiye uzun süredir inanç ya da ideoloji adına toplumsal histerilerle karşılıklı suçlamaların havada uçuştuğu, kimi zaman suçlamaların cadı avcılığına dönüştüğü bir ülke haline geldi. Öyle ki ortalık ithamlardan, yargısız infazlardan ve telefon dinlemelerinden geçilmiyor.

28 Şubat’ta yaşanan cadı avcılığının bir başka versiyonu bugün yaşanıyor. Fakat unutulmasın histeri herkesin ruh sağlığını bozar, bumerang gibi dönüp atanı vurur.

Tıpkı Massachusetts Valisi’nin karısına olduğu gibi!
Yazarın Tüm Yazıları