Paylaş
Nereden üzerine düştüyse durup dururken bir anayasa tartışması başlattı...
Allah’tan ne Cumhurbaşkanlığı, ne iktidar partisi ne de Diyanet bu tartışmaya girdi...
Ama baktım bugün muhalif diye bilinen bazı eski liberal yazarlar da “Anayasa’nın değişmez maddelerini tartışamazsak buna demokrasi denmez” demeye başladılar
Ben de diyorum ki:
İyi hadi gelin tartışalım... Tartışalım da neyi tartışacağız...
*
Madde 1 diyor ki: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir...
Bunu mu tartışacağız?
*
Madde 2 diyor ki: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayalı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir...
Bunların herhangi biriyle sorunumuz mu var ki tartışacağız...
*
Madde 3: Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı şekli kanunda belirtilen, beyaz ay-yıldızlı al bayraktır. Milli Marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır...
Bunun neyini eğip bükeceğiz?
*
Liberal arkadaş unutma...
Bu ülke son 10 yılda iki ayrı anayasa referandumu yaptı...
İkisinde de bu maddelerle ilgili en küçük bir sorunu olmadı...
Bugün bu 3 madde oylansa, belki de tarihimizin en büyük mutabakatı çıkar...
Öyleyse...
Cumhurbaşkanı’nın da girişimiyle, adalet reformu, ekonomi reformu, demokrasi reformu, özgürlükler, insan hakları üzerinde mutabakat ararken, “Bu üç maddelik mutabakatı da nasıl yok ederiz” diye mi başlayacağız işe...
AYASOFYA İMAMINA: HOCAM GÜN BUNU TARTIŞMA GÜNÜ DEĞİL
Ayasofya imamına gelince... O da “Devletin dini İslam’dır” yazalım diyor...
Sayın hocam...
Tartışacaksak... İstersen gel önce şuradan başlayalım.
*
Sen oraya “Devletin dini İslam’dır” yazalım diyorsun ama bütün araştırmalar gençlik arasında deizmin yükseldiğini gösteriyor...
Hocam, bu senin de meselen. Hiç düşündün mü neden?
*
Daha geçenlerde yapılan bir ankette hem Türk hem Kürt gençliğinde “Az inançlıyım” diyenlerin oranının yüzde 55’lere yükseldiği, “Çok inançlıyım” diyenlerin ise yüzde 5’in altına indiği ortaya çıktı.
Hiç kendi kendine tartıştın mı neden böyle oluyor?
*
Camilerin sayısı artarken, camiye giden insan sayısı azalıyor.
Hiç sordun mu kendine ‘Cemaatim niye eksiliyor’ diye?
*
Bütün dünyada İslam’ın başında bir IŞİD belası var.
Sadece sen değil, hepimiz hiç sorduk mu kendi kendimize “Neden böyle oldu?”
*
Arap ülkeleri bile hukuk mevzuatlarını laik hukuka çevirmeye uğraşıyor.
El Ezher’in hocalarıyla hiç konuştun mu bunu?
*
Hepimiz inanıyoruz ve diyoruz ki, “İslam en güzel dindir...”
Doğrudur...
Hepimiz diyoruz ki:
“İslam’ın kendinde sorun yoktur...”
Dedik de... Hiç itiraf ettik mi kendi kendimize...
‘Öyleyse sorun bizde demek’ diye...
*
Bir de şu var hocam...
COVID’le mücadele ediyoruz. 13 şehidimiz için tutacağımız yasımız var...
Ülke olarak her zamankinden çok daha fazla birliğe, beraberliğe, dayanışmaya ihtiyacımız olan günlerdeyiz...
Bizi bölecek değil, birleştirecek sözleri özlüyoruz.
*
Netice...
Herkes önce kendi evindeki sorundan başlarsa...
İnanç siyasetçiye...
Siyaset de cami imamına kalmaz...
Emin olalım o zaman her şey çok daha iyi gider bu ülkede...
791 NUMARALI KİTAP: KARIM BENİ ALDATIRSA
GEÇEN hafta Küçükçekmece Belediyesi’nden 700 sayfalık bir kitap aldım.
Hepsi hepsi 1.100 adet basılmış.
791 numaralı nüshası da bende...
Nâzım Hikmet’in doğumunun 119’uncu yılı için hazırlanmış bir tür “Sergi kitap” bu...
Kitabın adı “Ellerinin İzinde”...
Mimar M. Melih Güneş tarafından hazırlanmış.
Önce sayın Güneş’i yürekten kutluyorum.
Abartmadan söylüyorum olağanüstü bir çalışma.
Muazzam bir çaba...
En az o kadar özgün bir tasarım... Günlerdir elimden düşmüyor...
Hem okuyorum hem bakıyorum. Çünkü çok ilginç ve zengin bir görsel malzeme albümü bu aynı zamanda.
Diyeceğim bu çalışmayı size öve öve bitiremeyeceğim. Daha şimdiden evimin ve şahsi arşivimin çok kıymetli bir parçası oldu.
O nedenle bu titiz ve çok çaba isteyen çalışmayı yapan mimar M. Melih Güneş’e çok teşekkür ediyorum.
Bu çalışmayı yayınlayan Küçükçekmece Belediyesi’ne çok teşekkür ediyorum.
Türkiye’de bu kitabı elde edebilen 1.100 kişiye tam anlamıyla bir “müze kitap”, bir “Eve özel getirilmiş bir Nâzım Hikmet sergisi” armağan ettiler.
İşte bu kitapta Nâzım Hikmet’e ait çok da eğlenceli bir de “aldatma hikâyesi” var...
Yani en eğlenceli sayfasından başlayacağım.
MİLLİ KÜTÜPHANE HEDİYESİ İLK TÜRK ALDATMA MÜZİKALİ
NÂZIM Hikmet 1933 yılında cezaevindeyken bir filmin şarkı sözlerini yazmış.
Filmin adı “Karım Beni Aldatırsa”ymış... Bunu Mümtaz Osman ismiyle yazmış ve kitap olarak da yayınlanmış.
Bu sözlerden oluşan kitap “Elhamra İdaresi’nde Milli Kütüphane Sineması’nın hediyesi” olarak dağıtılmış.
Üstelik ilk Türkçe operet filmi olarak tanıtılmış.
Nâzım cezaevi koğuşundan eğlenceli bir operet tasarlanmış.
Ama sözlerine bugünün “MeToo” hareketi çerçevesinde bakarsanız biraz dudak bükebilirsiniz.
Belli ki, Nâzım koğuşta takma isimle bunu yazarken epey eğlenmiş...
“Zamanın ruhu” da galiba biraz bu eğlenceye uygunmuş.
Bakın sözlerinden size küçük bir örnek vereyim.
OPERET SÖZLERİ
ALDATIRSA BENİ KARUM DEVREDERİM AŞUĞUNA
“Aldatırsa beni karum
Ben ona bir iş yaparım
Temizlerum namusumu
Öyle yelken açarum
*
Buraları İstanbul’dur
Baştan çıkma işi boldur
Senin kadeh boşalırsa
Git, başka bir kadeh doldur
*
Aldatırsa beni karum
Canına billah kıyarum
Devrederim aşuğuna
Sağlam bir nikâh kıyarum
*
Nikâhta vardır keramet
Etmem aşuğa merhamet
Oy, beni aldatan karu
Onu da aldatur elbet”.
KÜÇÜK BİR ELEŞTİRİ
KİTAPTA en çok ilgimi çeken şeylerden biri Nâzım Hikmet’in Türkiye’de basılan kitaplarının kapakları oldu.
Bazıları insanda öylesine güzel bir “Retro Vintage” tat bırakıyor ki...
Ancak hemen çoğunun kapak tasarımını kimin yaptığı belirtilmemiş... Benim gibi tasarım hastalarının gözü bunu arıyor.
KİTAPTAN
MEĞER NÂZIM HİKMET, ‘DOKTOR JİVAGO’NUN KOMŞUSUYMUŞ
Atatürk gibi Nâzım Hikmet de Selanik doğumlu. Nâzım 1902 yılında doğduğunda Atatürk 21 yaşındaydı.
Nâzım Hikmet’in şiirlerinin toplandığı ilk kitabı “Güneşi İçenlerin Türküsü”, 1928 yılında Bakü’de Arap alfabesiyle Türkçe olarak basılmış.
Nâzım Sovyet Rusya’da bulunduğu yıllarda 1960’a kadar Peredelkino’da bir evde yaşamış.
Peredelkino “Doktor Jivago”nun yazarı Boris Pasternak’ın da yaşadığı yer.
Üç yıl önce oraya gidip Pasternak’ın evini ziyaret etmiştim.
Nâzım’ın orada yaşadığını bilmiyordum. Bir fırsatı kaçırmışım.
Nâzım 17 Ocak 1938’de Beyoğlu’nda bir evde ünlü filozof Hilmi Ziya Ülken’le bir dergi tasarımı üzerinde görüşürken gözaltına alınmış.
Hilmi Ziya Ülken beni çok etkileyen bir Türk düşünürüdür.
Paris’te onun torunu ile arkadaş olmuştum. Ama bu ayrıntıyı hiç bilmiyordum.
"Hasret vuruyor gecenin koynunda
Anılar vuruyor gözyaşlarıma
Çılgın bulutlar dönüyor
Uykusuz geceler kapımda
Kar beyazdır ölüm ellerinden, gülüm
Yine yoksun diye düşmanım her güne"
PKK terör örgütünün katlettiği kahramanlarımız için dünden beri Kerim Tekin’in “Kar Beyazdır Ölüm” şarkısını dinliyorum.
Paylaş