"SEÇİM... Seçim" diye tutturanlar, hangi delegeye güvenerek seçim istiyorsunuz?
Kulüp başkanı delegeler de dahil, sandık başına gidene kadar üç-beş kez taraf değiştirenleri unuttunuz mu? Etkilerin, tepkilerin, çıkarların bir kısım delegelerin seçim tercihinde önemli işlevi olduğunu da kimse inkar edemez. Kulağımla duydum, gözümle gördüm... Önce "Topumla-tüfeğimle arkandayım!.." diye nutuk atıp, sonra topu ve tüfeği ağır geldiğinden olacak, karşı tarafa geçen, oy hesaplarını alt-üst eden delege, kulüp başkanları bile oldu...
Onun için delegeleri "çantada keklik" görüp seçime kalkışmayın. Biliyoruz ki, federasyon seçiminde rol alacak aktörlerin çoğu, kazananın yanında olmak istediklerinden kesin tavır ve duruşlarını ortaya koymaktan çekiniyor. Yani, rüzgara göre yelken açacaklar...
Yıldırım’ın tavrını takdirle karşılıyorum
Kulüplerde federasyon delegesi seçimi de başka alem... Bir kısım kulüp başkanları, hiç sevmeyip tutmadıkları kişileri kimi zaman karşılarına almamak için, kimi zaman da gelecek kongre sırasındaki destek ve katkılarına olan ihtiyaçları nedeniyle delege olarak atıyor. Seçilenler de bunu bildiklerinden kulüp başkanını dinlemiyorlar. Bu yüzden kulüp başkanları kendi seçtirdiği delegelerine hakim olamaz. Birkaç istisna dışında kulüp başkanlarının tavırları da tam bir "omurgasızlık" örneği. Bunlara bakınca, çoğu görüşlerine katılmadığım Aziz Yıldırım’ın fedarasyonla ilgili sergilediği kararlı tavır ve duruşunu takdirle karşılıyorum. Konuştuğunu sandık başında da uyguluyor, bazıları gibi kıvırmıyor.
Biraz ağır kaçacak, ama Türk futbolunun geleceği kimsenin umurunda değil. Herkes kendi hesabının peşinde... Ve kanımca, seçim bu işleri düzeltmeye yetmeyecek. Bu kadar riske girmeye gerek yok; ortada bu yönde ne kesin bir irade, ne de somut bir aday var...
Seçimin tetikleyicileri arasında F.Bahçe de var
Kızarız, istemeyiz; buna ben de dahilim. Son genel kurulda oyumu da başından beri desteklediğim Haluk Ulusoy’a vermedim. Oğlum diğer taraftan aday oldu. Beğeniriz ya da beğenmeyiz; ama Türk futbol tarihine yazılan, federasyon ve kulüplerin onun döneminde maddi ve manevi olanaklara kavuştuğu gerçeğini inkar edemeyiz. Havuz sisteminin de, uluslararası başarıların da mimarı, şimdi yerden yere vurduğumuz Haluk Ulusoy’dur. Şampiyonluk dışında hiçbir şeyin başarı olarak kabul edilmediği dört büyüklerin de, küme düşen takımların bahanesi hazırdır. Hemen hedef tahtası haline getirdikleri federasyona saldırırlar, suçlarlar "taraf tuttuğu naraları" atarlar...
Geçen sezon yaşadığı hayal kırıklığının etkisiyle, bu sezon da "Acaba yedi puan önde olmamıza rağmen yine şampiyonluğu kaybeder miyiz?" korkusuyla kendine yakın bir fedarasyon ve başkan isteyen F.Bahçe, seçimin baş tetikleyicileri arasında yer alıyor.
DANIŞIKLI DÖVÜŞ
"ZEVAHİRİ kurtarmak için" verilen cezalar da komik... Hatta bunların cezadan çok ödüle benzediğini düşünüyorum. Örneğin sahası kapatılan kulüp güya cezalandırılıyor. Oysa kombine satışlarının parasını zaten cebine indiren kulüp, bir de seyirci potansiyeli yüksek bir şehirde oynama avantajı kazanıyor. Oh ne ala!.. Bunun neresi ceza? Bu cezaların "caydırıcılık" yönünün olduğunu söyleyebilir misiniz? Yöneticilik yaşamımdan biliyorum ki, kamuoyuna ceza gibi yansıtılmaya çalışılan bu olgular, "danışıklı dövüş"ten başka bir şey değil...
Şunu da belirteyim; aynı "kıyaklar" Fenerbahçe’ye de, Beşiktaş’a da, Trabzonspor’a da, Galatasaray’a da, Ankaragücü’ne de, Bursaspor’a da yapıldı...
Adnan Polat’ın F.Bahçe’ye verilen cezanın düşürülmesiyle ilgili yaptığı ironiye gelince... Bana göre kırk yılın başında esprili güzel bir eleştirisi oldu, ama ne yandaşları ne de rakipleri beğendi. Doğruya doğru; güzel söylemiş.
KAYIKÇI KAVGASI
BİLDİM bileli Tahkim Kurulu, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun (PFDK) verdiği cezaları sürekli indirir. Ben de, "Acaba PFDK hep fazla ceza mı veriyor da Tahkim Kurulu bunu devamlı aşağı çekiyor" diye merak eder dururum. Bizdekinin karşılığı eşdeğer organlar, FIFA ve UEFA’da da var. Onlar hakedene gereken cezayı veriyor ve bu cezalara da itiraz yolu açık. Ancak itiraz halinde onların verilen cezayı az bulmaları halinde yükseltme yetkileri mevcut. Bu yüzden önüne gelen, verilen cezaya itiraz edemiyor.
Üniversitedeki derslerim nedeniyle bazı hukuk dallarının eğitimini aldım. Kalın hukuk kitaplarını, çok fazla okumasam da dört yıl boyunca koltuğumun altında taşıdım. Ukalalık yapmayayım, ama temel hukuk kuralları hakkında hiç olmazsa kulak dolgunluğum olduğunu söyleyebilirim. Hiçbir şey bilmesem dahi PFDK’deki hukukçular ile Tahkim Kurulu’ndaki hukukçuların aynı hukuk kitaplarını okuduklarını biliyorum. Üstelik PFDK ve Tahkim Kurulu’nu oluşturan üyeler fikir birliği içindeki "arkadaş grubundan" seçiliyor. Demek birilerinin okudukları aklında kalmış, diğerlerinin kalmamış.
Biri yanlış yapıyor
Hukukçular arasında görüş aykırılıklarının olması doğal, ama bir kurulun verdiği kararı, diğer bir kurul sürekli bozuyorsa, birinden biri, sürekli yanlış yapıyor demektir. Zira her iki kurul da aynı "yazılı kurallara" göre karar veriyor. Sonuçta fedarasyon, hukuk organları yüzünden güvenilirliğini yitiriyor.
Hukukla uğraşsaydım, karar vereceğim zaman, bileyim ya da bilmeyeyim, kitapları karıştırır, konuyu iyice tetkik ederdim. Vereceğim kararların bozulması, meslek onurumu zedelerdi. Doğru bildiğim kararın da sonuna kadar arkasında dururdum. İster istemez aklıma şu soru geliyor: Acaba bunlar ’Kayıkçı kavgası’ mı yapıyorlar?