Hoşgeldin Koç

SEVGİLİ okurlarım... Büyük bir gazeteye yazı yazmanın, hele benim yazı yazmamın hiç de kolay olmadığını ancak işin içine girince öğrendim.

Okurlar ve gazete sorumluları yıllardır benim tarzımı ve üslubumu bildikleri için yazılarımın da bu şekilde olacağını beklemişler. Ama durum hiç de öyle değil. Benim karışanım çok fazla. Eşim, "Bu yaşta herkesle uğraşman hiç hoş olmuyor", Galatasaray Yönetim Kurulu Üyesi oğlum Ali, sıkıntılı "Bu şekilde bizi bitireceksin", avukatım Adnan Kılıç, "Tazminat ve cezalara para yetiştiremezsin, üstüne üstlük sorumlu müdür sana izin vermez. Kulüp başkanları, yöneticiler ve eşleri darılır" vb. şekilde beni frenlemeye çalıştılar. "Peki ben nasıl yazı yazacağım?" diye kara kara düşünmeye başladım. Bu sırada aklıma Salomon’la Hayim’in hikayesi geldi...

Salamon’un Hayim’e borcu varmış ve ödemesi mümkün değilmiş. "Borcumu nasıl ödeyeceğim?" diye kara kara düşünüyor, gözüne uyku girmiyormuş. Boşa koymuş dolmamış, doluya koymuş almamış. Neticede Hayim’e telefon açıp borcunu kesinlikle ödeyemeyeceğini söylemiş. "Bundan sonra o düşünsün" diyerek, bir "ohh" çekip güzelce uyumuş.

Onlar düşünsün

Ben de kararımı verdim. Herkesi memnun etmeye çalıştığım takdirde, hiç kimsenin benden memnun kalamayacağının farkına vardım ve bu şartlarda yazı yazmaya başladım. Yakınlarımı, kulüp başkanlarını gözetirsem yazı yazamayacağımı anladım. Hikayede olduğu gibi bundan sonra biraz da bu kardeşler düşünsün.

Geçmişte köşe yazarlarına haksızlık etmişim; "Oh ne güzel! Köşe yazarları, yarım sayfa yazıyı on dakikada yazıp, bilmem ne kadar doları cebe indiriyor" diye düşünüyordum. Kazın ayağı hiç de öyle değilmiş.

Yöneticiliğim boyunca, aynı anda 8-10 televizyon kanalına ve gazeteciye irticalen röportaj vermeme ve konuşma yapmama rağmen, yazımı yazarken bu kadar zorlanacağımı hiç düşünmemiştim. Beğenilecek yazılar sorumluluklarını da beraberinde getiriyor.

Neyse 20-30 sayfa yazıyı buruşturup çöpe attıktan sonra yazımı gazeteye faksladım. Müdürümüz Esat YILMAER ve Bülent BOĞ, hem yazımın kısa olduğunu, hem de kimleri kastettiğimin anlaşılamadığını, kişileri iyi belirtmem gerektiğini ikaz ettiler. Üç günde zar zor yazabildiğim paragrafları genişletip, belirginleştirip tekrar faksladım. Gene de tatmin olduklarını zannetmiyorum. Ama "olur" verdiler. Bu on günlük sürede davranış ve düşüncelerimin değişmeye başladığını hissettim.

Benim, gemileri parçalayan (hurdacı) Bahtiyar Kardeş diye bir arkadaşım var. Yeni bir gemi görse "Ohh be! Bu gemiden çok güzel hurda olur" diye iç çekerdi. Hiç geminin yirmi yıl daha yük taşıyacağını düşünmezdi. Ben de artık her karşılaştığım olaya yazı gözüyle bakmaya başladım.

Okulu bitireli otuz yıldan fazla olduğu için antremansız olduğumu gördüm. Yazı yazma eğitimi almayı bile düşündüm. Eskiden, beni kızdıran bir yazı okuyunca, hemen yazarı arayıp tartışırdım. Geçmişle ilgili incittiklerimden özür diliyorum.

Zengin patronlar

Büyük ve köklü ailelerin bireyleri neden kulüplere kolay kolay başkan ve yönetici olmazlar? Olsalar da oralarda fazla kalamazlar. (İstisnalar hariç) Bu ailelerin ve bireylerinin gelirleri, şirketlerinin kar payları ve özel kira gelirlerinden ibarettir. Türkiye standartlarında, bu gelirlerinin tamamını mensup oldukları kulüplere harcasalar da, kimseyi memnun edemezler. Zaten harcayamazlar da. Çünkü bu insanların giderleri bir hayli kabarıktır. Bu vesile ile rakipleriyle veya yönetimdeki arkadaşlarıyla boy ölçüşmeleri bir hayli zor olur.

Bir de işin sosyal tarafından bakacak olursak, kavga etmezler, kanunlara ve kurallara aykırı, en küçük bir sapma göstermezler. Sözlerinde durmak zorunda olup, çeklerini de gününde ödemelidirler. Uğraşları her kesime hitap ettiğinden çok fanatik olamazlar. Buna karşılık, bakıyorsunuz hiç adı sanı duyulmamış 7-8 arkadaş, kulüp yönetimini oluşturuyor. Ömürlerinde bir kere olsun resmi kar etmemiş, "fakir şirketlerin zengin patronları" 100-200 milyon dolarlardan konuşup, zamanı gelince bu paraları nakit olarak çıkarabiliyorlar. Taraftarlarının büyük bir kesimi de, "Birinci olalım da, ne olursa olsun" anlayışı ile bu durumu çok güzel ve olumlu olarak karşılarlar. Hatta, devletin ilgili kademelerinin de kapsama alanına girmezler. Bu imtiyazlı durum karşısında ülkenin sevgilisi ve odak noktası oluverirler.

İnşallah kalıcı olursun!

Şimdi, böyle bir rekabet ortamında kültürlü, köklü ve zade olanlar devre dışı kalmaya mahkumdurlar. Onun için bu yerlerde fazla kalamazlar. Kalite ve imkan bakımından geride olanlar hep öne fırlayacaklardır. İstisnalar olabilir. Ali KOÇ da çok büyük bir istisnadır. Düzgün fiziği, giyim-kuşamı, tahsili, kültürü, davranışları, mevkii itibari ile alışık olmadığımız bir yönetici tipi. Avrupa kapılarında terlediğimiz şu günlerde kulüp yöneticiliği için biraz fazla. "Hoş geldin Ali KOÇ" gönülden söylemiyorsam bile, inşallah kalıcı olursun.

Yeni seçilen F.Bahçe Başkanı Sayın Aziz YILDIRIM ve Yönetim Kurulları’nı da ayrı ayrı tebrik ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları