Büyüklerin hocaları

Gerets, Galatasaray’a geçen sezon sonunda reçeteyi verdi.

Ama yönetim eczaneye gitmek yerine kocakarı ilaçlarını tercih etti. Zico’yu beÄŸenmeyenlerin büyük bölümü, Zico’nun % 10’u kadar futboldan anlamazlar. Tigana’yı ben de istedim.Â

FENERBAHÇE’nin hocası Zico gitmemeli. Zico’yu beğenmeyenlerin büyük bölümü, Zico’nun % 10’u kadar futboldan anlamazlar.

Zico’nun olağanüstü güzel ve çok uzun bir futbol geçmişi var. "Beyaz Pele" unvanı ile anılacak kadar üst düzeyde futbolculuk, Brezilya gibi bir ülkede spor bakanlığına yükselmek, daha sonra amatör bir Japon takımını zirveye ve Japon ulusal takımını Dünya Kupası finallerine taşıma başarısı...

Zico, Fenerbahçe’ye geç gelmiştir. Fenerbahçe, sezona hocasız ve yeni bir kadro ile başladı. Sezon başında yeterli hazırlık ve çalışmaları yapamadı. Fenerbahçe sabrederse sonuçta ipi göğüsler.(Eğer Zico da geçen sezon Daum’un yaptığını yapar, bu görüşümü boşa çıkarırsa, öngörü kariyerimin sonlanması pahasına, ona da hoşgörü ve keyifle bakarım.)

Erik Gerets, Galatasaray’a geçen sezon sonunda reçeteyi verdi. Ama yönetim eczaneye gitmek yerine kocakarı ilaçlarını tercih etti. Zaten ite kaka şampiyon olan takım, Saidou’yu kaybedip bir iki eski iyi oyuncusunun da ıskartaya çıkmasıyla % 25 eksik kadroyla lige başladı. Galatasaray için ısındırılan Souness, Erik Gerets’den daha iyi bir hoca değil. Haa... Galatasaray’ın hocası olmasa ilk tercihim olabilir.

Kesin olarak bilinmelidir ki, iyi takım, iyi futbolculardan oluşur. Yetersiz fultbolcularla iyi takım kuramazsınız. Galatasaray’daki sorunun kaynağı hoca değil; eksik kadro ve başkan dahil yöneticilerin tüm birimlerde çalışanlar ile samimi bir şekilde kucaklaşamamalarıdır.

Hint kumaşı!

Tigana’
yı ben de istedim. Haim Fresko’nun arkadaşı olduğu için kolay diyalog kurduk. Haim’in Tigana için bize aktardığı, okkalı bir ücret, gelirken 3-4 futbolcu ve teknik kadrosunu getirme isteği ve diğerleri... Rumenlerle yaşadıklarımızdan sonra bu şartlar pek hoşumuza gitmedi.

Tigana’nın Fulham’dan kovulması, aldırdığı futbolculardan dolayı olmuştu. Yoksa Fulham ligde oldukça iyi sonuçlar almıştı. Tigana’nın bir ara -belki hala- bir menajerlik şirketiyle ilgili oluşu da insana hoş gelmiyor.

Sonuçta Tigana’yı Beşiktaş aldı. Zaten üç yıldır ilgiyle takip ettiğim bir olgu var: Adı Galatasaray’la anılan her futbolcuyu Beşiktaş kaptı (!) basının usta kalemleri ve yorumcuları da benim yaşlandığımı ve eski çabukluğumu kaybettiğimi yazdılar.

Hele hele bir Berkant transferi var ki, Beşiktaşlılar’a "almayın" diye rica etmeme rağmen, bulunmaz Hint kumaşı gibi yapıştılar. Basın da elimizden kaptırdığımızı yazdı. Ama bu futbolcuların hiçbiri Beşiktaş’a yaramadı. Kendimi, hiç olmazsa, alınmayacak futbolcuları aldırmadığım için başarılı addediyorum.

Görmek istemediğimiz gerçek...

HINCAL Uluç ile bayağı eskiye dayanan arkadaşlığımız vardır. Zaman zaman ters düşüp çatışsak da bu arkadaşlığımız hep devam etmiştir. Fikirlerinin tamamına katılmasam da ilgi ve keyifle yazılarını okur, televizyon programlarını izlerim. Bana göre, medyamızın "tarzı olan", renkli ve seçkin mensuplarından biridir. İçeriği ne olursa olsun, "markalaşmış ismiyle" yazılarını okutur, konuşmalarını dinletir.

Geçen hafta, Sabah Gazetesi’nde: "Emre, İngiltere’ye Göre Müslüman" başlığıyla kaleme aldığı yazısında, sadece Emre Belözoğlu’nu değil, Galatasaray’ı da töhmet altında bıraktığını okuyunca, kendisine cevap vermek, benim için kaçınılmaz bir görev haline geldi.

Yazıda Emre, "Tarikatçı grubun önde gelen isimlerinden biri" olarak gösteriliyordu. Ama çok daha önemlisi ve vahimi, içinde tarikatçı yapılanma bulunduğu iddiası ile G.Saray’ın suçlanmasıydı. Yazıdan çıkan sonuca göre üç seçenek vardı: G.Saray, ya böyle bir yapılanmaya izin veriyordu, ya göz yumuyordu, ya da en azından engel olamıyordu.

Hoşgörü gösterilmeli

Şimdi biraz maziye bakalım... Hani "Tarikatçı yapılanmanın temellerinin atıldığı, taa Derwall zamanına"... O tarihlerde Hıncal Uluç, Galatasaray’ın tüm tesislerine olduğu gibi Florya’ya da sorgusuz sualsiz giriyor... Hatta haftada bir kez de futbolcular ve Derwall’in başında olduğu teknik heyetle yemek yiyor. Ama ne hikmetse, ne gazeteci, ne de Galatasaraylı kimliği ile en ufak bir şikayeti olmuyor. İnsan da kendi kendine "Hıncal Uluç gibi zeki birinin gözünden kaçmayacağına göre, acaba o da G.Saray’ın yaptığını yapıp olayı görmezden mi gelmişti?" sorusunu sormadan edemiyor.

Bir tarihlerde bazı dindar kesimler ve eğitim kurumları, popüler kişileri (futbolcu, sanatçı, iş adamı vb.) yemeklere, gezilere davet ediyordu. Bu davetlere bizler dahil büyük iş çevrelerinin liderleri de katılmış hatta dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile başbakanları Tansu Çiller ve Bülent Ecevit de gelip övücü ve destekleyici konuşmalar yapmışlardı. Bu toplantılara katılanların tamamının tarikatçı olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır... Öyleyse Florya’yı tarikat yuvası kabul edip, futbolcuları da tarikat üyesi olmakla suçlamak, insaf ölçüleriyle ne kadar bağdaşır?

Ayrıca Türkiye liglerinde dini vecibelerini yerine getiren sayısız oyuncuların varlığını biliyoruz. Yabancı futbolcular içinde de kendi inançlarına göre haç çıkartan, dua eden, kiliseye gidenlere bugüne kadar sıcak bakılmıştır. Ama ne hikmetse aynı hoşgörü kendi insanımızdan esirgenmektedir.

Şunun da bilinmesi gerekir ki; başta Hakan Şükür olmak üzere bu futbolcular, ibadetlerini de yaparlar, eşleriyle, kız arkadaşlarıyla tatillere, gece kulüplerine, eğlence yerlerine ve umuma açık plajlara da giderler. Atatürk ilke ve inkılaplarına da yürekten bağlıdırlar.

Tarikat konusunda yanlış düşündüğün gibi Emre’nin Türkiye’yi ve Türk futbolunu küçümsediğini sanarak da yanılmaya devam ediyorsun. Bahsettiğin yıllarda Emre çok gençti, henüz 16-17 yaşlarında... O zamanki şartlar öyle davranmasını gerektiriyor olabilir. Şimdi bile Türkiye’deki futbol takımları antrenman saatlerini Cuma namazına göre ayarlıyorlar. Geçen zaman Emre’yi olgunlaştırdı. İngiltere’de böyle bir ayarlama olmayacağı için gereğini yapıyor. Bunun neresi Türkiye’yi küçümsemek?

Emre hatalı

Beğenmediğiniz Newcastle’a gelince... İngiltere’de son 10 yılda Manchester United’ın arkasından seyircisi en fazla takım, ortalama 50.000 seyirciyle oynuyor. 1892’de kurulan Newcastle’ın kombinesini satın alabilmek için iki yıl sıra beklemek gerekiyor. 16-17 milyon Pound’a Owen gibi oyuncuları alabiliyor. Alan Shearer’ı 15 milyon Pound’a alarak o tarihe kadar gerçekleştirilmiş Dünya’nın en pahalı transferini yapabiliyor...

Gelelim görmek istemediğimiz gerçeğe... Bedava denecek fiyata dağıtılmış kombineye rağmen, 15 bin ortalama seyirciye oynayan, hibe edilmiş ucuz transferlere ve en acısı 200 milyon dolar borcu ile G.Saray hala başarılı, Newcastle yerlerde sürünüyorsa, sen haklısın; Emre hatalı...

NOT: Emre’yi rencide ederek, bir gün Türkiye’ye geri dönüp hizmet vermesini zorlaştırmayalım. Gönlüm istiyor ki 30’lu yaşlarında Galatasaray’a dönsün, Hagi gibi hem oynasın hem de genç Emre’lerin yetişmesinde pay sahibi olsun.

Teknik direktör patron olamaz

FATİH Hoca’ya sordum... Bir teknik direktörün takımın başarısında ya da başarısızlığında en fazla % 15 pay sahibi olduğunu söyledi. Bu oran, üç aşağı, beş yukarı olabilir; ben de hocamın fikrine katılıyorum. Ama medya, bu oranlamayı hiç göz önüne almaz. Başarıda bir kişiyi "kahraman" ilan eder..

Genelde kahraman ilan edilen, övülen kişi de bunu doğal karşılar, hatta "Neler çektim bir bilseniz, anam ağladı" gibi de laflar eder. Başarıda pay sahibi olan diğer insanları kenarda bırakıp bunların gücenmelerini de önemsemez. Bu davranışlar, geleceği de etkiler, birlik-beraberlik bozulur. Şampiyon olunduğunda, çocuklarınıza hatıra kalacak bir toplu fotoğrafı bile çok görürler. Bunun sorumlusu da başkandır.

Başarısızlıkta ise bir "suçlu" bulunur, yerin dibine sokulur, çıkarılır ve görevine derhal son verilir. Bu istikrarsızlık da nakarat halinde devam eder, gider.

İşte Avrupa ile farkımız bu... Onlarda 10 yıl aynı hocayı takımın başında görürsünüz. Bizde en fazla dayanan Fatih Terim; 4 yıl...

Her ÅŸey kolektif

Bilgisayara gerekli verileri yükleyin, takımların başarı ya da başarısızlıklarında kimin ne kadar pay sahibi olduğunu size kesin olarak verir; kimse de matematiğe itiraz edemez. Başarının da başarısızlığın da kolektif olduğu gerçeğini unutmayalım...

Bütün bunlardan çıkartmamız gereken şudur; teknik direktör hiçbir zaman patron olamaz.

Şube başkanının emrindeki bir çalışandır. Sadece saha içindeki sorumluluk ona aittir. Saha dışındaki gelişmeler ise futbola bakan yöneticinin başkanlığında yönetim kuruluna aittir.

Zaman zaman, insanlara paye vererek bu çerçevenin dışına çıkıldığı görülmüştür. 2000 yılında Fatih Terim’i kaybetmemek için Faruk Süren’in masterlı ve doktoralı birçok işletmeci ve ekonomistin bulunduğu kulüpte, Fatih Terim’e genel müdürlük teklif etmesi gibi...

Günü kurtarmak için yapılmış bir öneriydi. Ama Fatih Terim aklını kullanıp durumu anladı ve bu oyuna gelmedi.

FIKRA GÄ°BÄ°...

Kül yutmam

EVVEL zaman içinde... "Kamikaze kardeşler" Serhat Ulueren, Süleyman Rodop, Fatih Gökşen ile birlikte Antalya’da yemek yiyip sohbet ediyoruz. Konu gizli ses ve görüntü kaydı...

Özhan Canaydın ile yapılan röportajın banta alınıp ancak yayınlanmayan bölümlerini dinliyoruz. Tam bu sırada Fatih Gökşen’in telefonu çaldı, arayan başkandı. Fatih’e "Fatih ne yapıyorsunuz, kiminle birliktesiniz?" gibi rutin sorularını sordu.

Fatih’in "Ergun ağabey, Serhat ve Süleyman ile birlikteyiz" cevabı üzerine, "Aman dikkat et! Sen daha toysun, sesini teybe alırlar" deyince hepimiz masadan düştük. Başkanımız Özhan Canaydın da sıkça kullandığı, "Kül yutmam diyen, mangalı boynunda taşır" özdeyişinin doğruluğunu bizzat kanıtlamış oldu.
Yazarın Tüm Yazıları