Şebnem Hoca ile geleceğin mesleklerinden, değişen meslek kavramına; verinin artan öneminden, yapay zekanın işleri nasıl etkileyeceğine; büyük veri yapay zeka ilişkisinden, yeni yetkinliklere kadar pek çok güncel ve merak edilen konuya yönelik keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşide, Şebnem Hoca daha bu hafta MIT’nin Geleceğin İşleri Zirvesi’nde öne çıkan bir mesleği de ilk defa hurriyet.com.tr okurları için paylaştı: “Remote Specialist”, yani Uzaktan Çalışma Uzmanı…
Üzerinde detaylı tartışılması ve düşünülmesi gereken bir çok önemli tespit barındıran bu söyleşiyi bir video analiz ile de devam ettireceğiz…
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Şu an vardığım noktaya gelmemi sağlayan sanırım lisans mezuniyetim; matematik bölümü. Üniversite tercihlerimi “nasıl bir bölüm tercih edersem, 5 yıllık ve 10 yıllık süreçte geçerli olur, potansiyelini kaybetmez?” sorusunu sorarak belirlemiştim. Nitekim matematik sayesinde özel sektör tecrübesi kazandım, sonrasında akademiye geçiş yaptım, doktora sonrası araştırmalarım için Amerika’ya gittim. Halihazırda İstinye Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü’nün Bölüm Başkanlığı görevini yürütüyorum. Aynı zamanda Amerika’nın önde gelen üniversitelerinden olan MIT’nin Yapay Zeka ve Bilgisayar Bilimleri Laboratuvarı’nın araştırma işbirlikçisiyim. Futuristler Derneği’nin de Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyorum.
Mesleklerin Geleceğine yönelik ülkemizde en detaylı araştırmaları gerçekleştiren ve bu alanda yayınlar yapan bir akademisyensiniz. Kitabınız için araştırmalarınız ve Dünya Ekonomik Forumu'nun son yayınlanan "Geleceğin Meslekleri" raporu doğrultusunda, yakın gelecekte öne çıkacak meslekler, Sizce neler olacak?
Teşekkür ederim. Doç. Dr. Deniz Kılınç ile birlikte yazdığımız “Geleceğin Meslekleri” kitabında, bir gün insanların seyahat etmekten korkabileceği ve sanal seyahat fikrinin Artırılmış Gerçeklik Seyahat Oluşturucu/Tasarımcı’yı ortaya koyacağını belirtmiştik. Tabii bunu söylerken COVID-19 aklımızda yoktu. Öyle ki, uzak bir zaman diliminde var olacağı öngörülen geleceğin meslekleri, Dünya’daki değişimle sanılandan çok daha yakın bir zamanda ortaya çıkmaya başladı.
Birkaç gün önce MIT’nin Geleceğin İşleri Zirvesi’ne katıldım. Hemen oradan bir örnek vereyim: “Remote Specialist”. Şu anda eğitimden sağlığa, çalışma hayatına, hatta eğlenceye kadar pek çok süreç uzaktan yürütülüyor. Ancak tam bir deneme yanılma yöntemi güdülmekte. Uzaktan yürütülen işlere ya da süreçlere dair bir tanımlamamız yok, bilakis tüm uzaktanlığın geçici olduğuna o kadar inanıyoruz ki, bizi idare etsin yeter düşüncesiyle hareket ediyoruz. Oysa MIT bakışı, uzaktan süreçlerin yeni bir uzmanlık alanı oluşturacağı yönünde. Hatta oldukça geniş bir uzmanlık.
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yayınlanan ve oldukça ses getiren “Mesleklerin Geleceği 2020” raporuna göre, çalışanların yarısının beş yıla kadar yeni yetkinliklere sahip olması gerekecek. Bu hızlı değişimin temel tetikleyicisi, pandemi sebebiyle artış gösteren “dijital disruption” (dijital yıkım). Bu yıkım hem ekonomik olarak, hem de artan dijital dönüşümün ve otomasyonun iş süreçlerini değiştirmesi şeklinde kendisini gösteriyor. “Disruption”, benim de derslerimde ve konferanslarımda oldukça sık kullandığım, günümüzde detaylı olarak analiz edilmesi gereken bir kavram. “Disruption”ı getirileri kapsamında hem tehdit, hem de fırsat olarak ele almakta yarar var. Açıkçası “disruption”, hemen her şeye yönelik şüpheci bir bakış açısı ile detaylı analiz; hatta statükoyu sorgulamayı gerektiriyor. Bu doğrultuda, değişimi doğru anlayıp, kendimizi potansiyel olarak süreçleri iyileştirmeye ve yenilikleri ortaya çıkarmaya yöneltmeliyiz.
Yeni dünyada yer edinme, bu dünyaya hazır olma ve fark yaratma açısından; yeni teknolojilere ve koşullara hızlı ayak uydurabilme, adapte olabilme, hızlı algılayabilme ve belirsizliklerle başa çıkabilme yetenekleri daha da önem kazanıyor. İş dünyasının da, bu yeni yetkinliklere hızla adapte olması gerekiyor. Zaten, yeni normali analiz ederken de pek çok kez bahsettiğimiz üzere, adaptasyon ve sürekli öğrenmeye yatkınlığın önemi bu süreçte oldukça önemli yer tutuyor. Bu doğrultuda, eleştirel düşünme ve problem çözme, işverenlerin önümüzdeki beş yıl içinde öne çıkacağına inandıkları becerilerin başında geliyor. Yeni yetkinlikler arasında, aktif öğrenme, direnç, stres toleransı ve esneklik gibi kendi kendini yönetme becerileri de bulunuyor.
WEF, 2025 yılına kadar 85 milyon farklı işin, makinaların insanların işlerini yapmaya başlaması sonucu şekil değiştireceğini öngörmekte. Bundan daha fazla sayıda işin ise, insan makine iş gücünün gelişimi doğrultusunda ortaya çıkması bekleniyor. 97 milyon yeni işin bu dönemde ortaya çıkacağı tahmin ediliyor. Yönetim kademelerinde, özellikle rutin ve manuel işler en büyük tehditle karşı karşıya. WEF’in 2016’da gerçekleştirdiği “Geleceğin Meslekleri” araştırmasında da bugün ilkokul çağında olan çocukların %65’inin mesleklerinin ne olacağını, bilmediğimiz belirtilmişti (bu nedenle çocuklara meslek yönlendirmesi yapmamakta yarar var:)).
Öte yandan, önümüzdeki beş yıl içerisinde, artan dijitalleşme ve yeni teknolojilerin kullanımı, bu imkanlardan yararlanan kesim ile yararlanamayanlar arasındaki farklılıkları, yetkinlikler açısından genişletiyor olacak.
Peki, yakın gelecekte öne çıkacak olan yetkinlikler neler?
Gelecekte öne çıkacak 10 yetkinlik WEF tarafından 4 kategoride listelenmiş: Problem çözme, kişisel yönetim, takım çalışması ve teknoloji kullanma/geliştirme…
Problem çözme becerilerinin altında, analitik düşünme ve inovasyon; kompleks problem çözme; kritik düşünme, analiz; yaratıcılık, orjinallik ve insiyatif alma ve son olarak da akıl yürütme, problem çözme ve fikir oluşturma yer alıyor. Uzun vadede yapay zekanın gelişimi ile robotlar ile rekabette fark yaratmak için, robotların yapamadığına odaklanmak gerekiyor; bunlar da temel olarak bağlantı kurma, mantık yürütme, analiz etme becerileri…
MacBook’lar dışında yeni ürün tanıtımları da beklediğimiz etkinlikte özellikle yeni kulaklık modeli AirPods Studio ve lokasyon bazlı ürün takip uygulaması AirTags tanıtımı yapılmaması şaşkınlık yarattı (bu etkinliğin sadece MacBook özelinde olması, bu yıl acaba bir etkinlik daha mı olacak esprilerini de beraberinde getirdi:).
13 Ekim’de gerçekleşen etkinlikte lanse edilen iPhone 12’lerin tarihteki yerini ilk 5G destekli iPhone’lar olarak alacağını belirtmiştim. Yeni MacBook’lar da Apple işlemcili ilk Mac’ler olması adına kritik bir yere sahip olacak…
Küçük bir çip, dev bir adım…
Etkinliğin açılışını gerçekleştiren Apple CEO’su Tim Cook, Mac’leri “Apple’ın DNA’sında yer alan bir ürün” olarak niteleyerek, insanların Mac’leri ile dünyayı değiştiren uygulamalar ortaya çıkardığı vurgusunu yaptı. Etkinliğin açılışı da yeni nesil Mac’lerin en önemli özelliği olan Apple’in ilk işlemcisi M1 ile gerçekleşti (Apple diğer ürünlerinde kendi işlemcisini kullanmaya başlamıştı, bu strateji Mac’lerde de devam etmiş oldu). M1, dünyanın en yüksek performanslı çipi olarak tanıtıldı.
Son 3 ayda, 3 ayrı etkinliğin bir nedeni de Korona kaynaklı teknoloji ürünlerine ilginin artması
Korona etkisi ile artan uzaktan çalışma ve online eğitim süreçleri, laptop ve bilgisayarlar ile geçirdiğimiz zamanın da artmasına neden oldu. Apple’ın yeni Mac Book’ları tanıttığı ayrı bir etkinlik gerçekleştirmesinin bir nedeni de, insanların bilgisayarlara daha da önem vermeye başladığı bir dönemde, yeni çipleri ile özellikle performans, hız ve kullanıcı deneyimi açısından getirdiği yenilikleri öne çıkarmak. Salgın kaynaklı evden çalışmaya geçiş ve öğrenciler ve çalışanların evde kalmaları Apple’ın iPad'lerden kulaklıklara kadar birçok ürününe ilgiyi de artırdı. Son dönemlerde, diğer ürünlere kıyasla “dinozor” olarak nitelendirilmeye başlayan MacBook’lardan gelen gelir bile son mali yılda %11 artarak 28,6 milyar dolara ulaştı. Son çeyrekte, bu gelir %29 oranında artarak 9 milyar$’ı buldu.
Donanımda strateji değişikliği
İlk söyleşimi, Forbes’un globalde 30 yaş altı 30 (30Under30) listesine kabul edilmiş bir teknoloji girişimcisi olan, Founder’s FAQ kitabının ve Forbes’un teknoloji alanında yazarı olan İlker Köksal ile gerçekleştirdim. İlker ile yaklaşık 3 yıl önce San Francisco’ya bir iş ziyaretim sırasında tanışmıştık, sonrasında da iletişimimiz devam etti. Start-up’lar ve yeni girişim alanları konusunda ilk danıştığım, gözlemlerine, yorumlarına çok değer verdiğim İlker, Türk girişim ekosistemi ile Silikon Vadisi arasındaki köprü görevini en iyi şekilde gerçekleştiren kişilerin de başında geliyor. Teknolojisi ile kendini ispatlamış, fark yaratarak Silikon Vadisi’nde kendine yer edinmiş ve bir şirketinin exit’ini gerçekleştirmiş İlker’i bu söyleşi ile daha yakından tanıyacaksınız ve bazı konuları tekrar düşünmenize yönelik çok önemli bilgiler edineceksiniz.
Ergi Şener: Türkiye’de kurduğun start-up’ı, Silikon Vadisi’ne başarılı bir şekilde taşımış, büyütmüş, Vadi’nin önde gelen yatırımcılarını da şirketine dahil etmiş oldukça başarılı bir girişimcisin. Seni biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
İlker Köksal: Yaklaşık 5 yıl önce San Francisco’ya tek yön bir uçak bileti ile başlamıştı Silikon Vadisi yolculuğum. Öncesinde ise Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nde okurken kurucu ortaklarımla birlikte başlattığım girişim, “Referbase”, Kariyer.net’in alımı sonrası “Yetenekli” olarak hayatına devam etti. Ben de o dönemde Koç Üniversitesi’nde MBA’imi tamamladım. Bu süreç içerisinde Yale Üniversitesi’nde de kurmayı planladığım start-up doğrultusunda bir program tamamlayıp, Google’da da mobil kullanıcı deneyimi ve analitik alanında danışman olarak çalıştım. Ardından da Silikon Vadisi süreci başlamış oldu.
O günden bugüne, Forbes’un 30Under30 listesine girdik, kurucu ortağımla birlikte, Amazon, Google gibi birçok teknoloji şirketi ile iş birlikleri yaptık, yatırım aldık. Zorlu, keyifli ve öğretici bir süreç sonrasında da 2020 başından itibaren aktif çalışmalarımı 2021 başında çıkacak olan kitabım Founder’s FAQ için sürdürüyorum.
Ergi Şener: Türkiye’deki start-up ekosistemini nasıl buluyorsun? Silikon Vadi’sindeki start-up ekosistemine yakın bir girişimci olarak değerlendirmelerini alabilir miyiz?
İlker Köksal: Türkiye’de start-up ekosistemi birçok yönden giderek gelişiyor ancak bunu en iyi şu örnekle özetleyebilirim herhalde; 2012 yılında üniversite’de okurken bir start-up zirvesi düzenlemiştim. O gün panelde, 212 VC’den Numan, Erhan Erkut hocamız, yemeksepeti.com kurucularından Melih Ödemis gibi isimler start-up ekosistemini, problemleri, çözümleri anlatıyorlardı. Bugün bunlari anlatanların, çözümler bulmaya çalişanların, deneyenlerin, deneyenlere fon saglayanlarin sayisi cok daha artmis durumda ve bu iyi bir sey. Aradan geçen 8 yılda iyi bir artış mı dersen, bana göre değil, daha cok başari hikayesi çıkıp, o başarı hikayelerini yaratanların ekosistemi maddi & manevi desteklemesi çok daha olumlu olurdu, ancak her ekosistemi kendi iç ve dış dinamikleriyle değerlendirmekte fayda var.
Özellikle pandemi ile birlikte, Zoom üzerinden yatirimlar da basladi ve hızlandi. Bu, pandemi sonrasinda da devam ederse, Türkiye start-up ekosistemi ve benzer ekosistemlerde kapitale ulaşmak, yabancı yatırımcıyı çekmek kolaylaşacak. Ancak bununla birlikte bu kapitali talep eden iyi takimlarin sayısı da doğru orantılı artacagından, girişimcilerin kendilerini çok daha iyi geliştirmeleri gerekeceği gerçeği ön planda olacak.
Ergi Şener:
Bununla birlikte, iyi bir girişimci olmanın gereklilikleri konusunda oldukça fazla ve farklı görüş bulunuyor. Girişimciliğin belirli bir formülünün olmamasının yanı sıra, başarılı girişimcilerin bir takım belirgin karakteristik özelliklerinin olduğunu da kabul etmek gerekiyor. 15 yılı aşkın bir süredir, Türkiye girişimcilik ekosisteminde yer alan, son 10 yıldır ise Silikon Vadisi’nin önde gelen şirketleri ve start-up’ları ile yakın ilişkiler içerisinde bulunan bir teknolojisi girişimcisi olarak, kendi start-up’larını kurmayı planlayan gençler ile birtakım tavsiyelerimi paylaşmak istedim.
Girişimcilikte iş – yaşam dengesi diye bir şey yok
Bir start-up’ı nasıl tanımlayabiliriz?
Silikon Vadisi’nde öne çıkan tanımlamaya göre: “Farklı bir gelecek inşa etmek üzere, bir plan üzerinde anlaşmış en küçük insan topluluğu…” Tanımdan da anlayacağımız üzere minimum kaynak ile olabildiğince hızlı bir şekilde, ortak ve iddialı bir amaç uğruna çok çalışmayı gerektiren bir kavram…
Başarılı bir girişimci olmanın sırrı, 7/24 çalışmakta ve tamamen işe odaklanmakta yatıyor. Bunun için de fikre inanmak, odaklanmak ve yapılan işi severek, tutku ile yapmak şart. Girişimci, bir yandan, fikrini hayata geçirerek, müşterilerin kullanımına sunmak için somutlaştırmaya çalışırken; bir yandan da gerekli olan bağlantıları kurarak, network’unu genişletmek ve girişimi için gerekli yatırımı bulmak durumunda. Bütün bunlardan dolayı da gerçek bir girişimci olabilmek için “rahatsız” olmaya hazır olmak gerekiyor, çünkü girişimcilik oldukça dengesiz, belirsiz, riskli ve yıpratıcı bir süreç…
Girişimci için olmazsa olmazlar: Zaman Yönetimi, Odak ve Hız
En kabul görmüş girişimci tanımlarından biri şu şekilde: “Zamanını ve parasını bir fikri hayata geçirmek için riske eden kişi”… Bu tanımda öne çıktığı üzere, zaman bir girişimci için en önemli kaynak ve en değerli varlık. Bu nedenle bir günü ya da haftayı planlarken, nelerin öncelikli olduğunun ve nelerin yapılması gerektiğinin belirlenmesi oldukça önemli. Zamanın nasıl planlanması gerektiği konusunda gerçekçi olmak ve bunun üzerinde düşünmek de çok kritik.
Girişimcinin, rekabet avantajı sağlaması ve rakiplerine kıyasla öne geçmesi açısından en önemli silahlardan biri de hız. Özellikle,
Girişimcilik ekosisteminde de kriz ortamlarının yeni işlere başlamak, farklı iş modelleri ile fark yaratmak adına oldukça ideal ortamlar olduğu vurgusu hep yapılır. “Krizi fırsata çevirmeye bak!..” tavsiyesini hepimiz duymuşuzdur.
Ülkemizdeki girişimciler de, global bir kriz olan Kovid-19 salgınını fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Stat-up’lara yatırımlarda son dönemlerde önemli oranda artış görülmesi, yatırımcıların da pandemi sürecinde temkinli davranmak yerine yeni iş alanlarına odaklandıklarının bir göstergesi. Ekosistemin hızla büyümesi ve bu alana ilginin artması oldukça umut verici. Türkiye'de girişimler bu yılın 3. çeyreğinde toplam 46 yatırım ile ~ 60,3 milyon dolar yatırım aldı. Bu rakam, bugüne kadar açıklanan 106 yatırım ile 115 milyon dolara ulaştı (startups.watch verilerine göre).
Rakamlarla da somut olarak gördüğümüz üzere son dönemlerde, ülkemizdeki girişimcilik ekosistemi oldukça gelişiyor. Ekosistemin her alanında ciddi bir hareketlilik söz konusu. Sayıları sürekli artan melek yatırımcılar yeni fikirlere yatırım yaparak, bu fikirlerin ticarileşmesini destekliyor. Yatırım fonları ya da risk sermayesi şirketlerinde sürekli artış gözleniyor. Kurumsal şirketlerin de birbiri ardına kendi fonlarını kurmakta olduğunu görüyoruz, duyuyoruz. Bununla birlikte, yeni girişim ve start-up sayısında da gözle görülür bir artış var.
Ancak, şu da bir gerçek ki her kriz fırsatlar kadar, hatta fırsatlardan daha fazla tehdit de barındırmakta. Bu nedenle, bu büyümenin ne kadar sağlıklı olduğunu da analiz etmek gerekiyor. Şunun farkında olmakta yarar var: Türkiye girişimcilik ekosistemi potansiyeli çok yüksek olmakla ve bölgede hızla gelişmekle birlikte, henüz hala çok erken aşamalarda. Ülkemizin önde gelen melek yatırımcılardan Sn. Hasan Aslanoba’nın ara ara tecrübeleri doğrultusunda yaptığı paylaşımlar, bu sürecin, özellikle kurumsal şirketler tarafından nasıl yanlış yorumlanmakta olduğunu da açık bir şekilde anlatıyor:
Hasan Aslanoba - Uludağ Ekonomi Zirvesi 2018:
iPhone 12’lere yönelik tahminlerimi Pazartesi günkü yazımda sizlerle paylaşmıştım https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ergi-sener/13-ekim-apple-etkinliginde-neler-tanitilacak-41633617 Beni sevindiren nokta, yazımda belirttiğim tüm detayların doğru çıkması oldu (model isimleri, büyüklükleri ve özellikleri dahil). Beni şaşırtan ise, AirPods Studio adıyla piyasaya çıkması beklenen yeni AirPods kablosuz kulaklıklara yönelik herhangi bir tanıtımın yapılmamasıydı… Bunun yerine, HomePod mini ismi ile Apple’ın yeni akıllı dijital asistanı tanıtıldı.
Apple, trilyon doları aşan bütçesi, artan satış ve kar oranı ve “love mark” statüsünü sürdürmesi ile arzu objesi olmayı sürdürüyor. Bu etkinlik sonrasında, iPhone satışlarında ciddi bir artış beklendiğini de bir önceki yazımda belirtmiştim. Yeni iPhone’un tasarım ve donanım olarak oldukça farklı ve özel yanlarının olduğunu söylememek de olmaz. Ancak, şu da bir gerçek ki; yeni etkinlikler eski heyecanından uzak ve gözler Steve Jobs dönemindeki inovasyonları arıyor. Son dönemlerde Apple, ürünlerinin yeni versiyonlarını belirli periyotlarda tanıtan ve dikey olarak daha çok özellik bazında gelişmeler gerçekleştiren bir üreticiye dönüştüğü izlenimi veriyor.
Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında, Silikon Vadisi ziyaretim sırasında, uzun süredir Apple merkez ofiste çalışan, bu etkinliğin de oldukça önemli bir parçası olan ve yeni iPhone’ların 5G testlerini gerçekleştiren bir arkadaşım ile görüşme imkanım oldu. Bu görüşmede, “5 sene sonra Apple nerede olacak?” diye sorduğumda, aldığım yanıt oldukça ilginçti: “5 sene sonra, Apple bu denli önde gelen bir marka olmayabilir! Beklenen inovasyonlar gerçekleşmiyor…”
Peki, yeni açıklanan ürünlerin öne çıkan özellikleri arasında neler var?
Eylül ayında yeni Apple Watch ve iPad’lerin tanıtıldığı etkinlik gibi https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ergi-sener/apple-etkinliginin-ardindan-41612997, bu etkinlik de sanal olarak gerçekleştirilecek. Dünya’da akıllı telefon pazar payında, Huawei ve Samsung’un ardından 3. sıraya düşen ve son lansmanlarında, daha çok yeni dijital servislere ve aksesuarlara ağırlık veren Apple için bu etkinlik büyük anlam ifade ediyor.
Genellikle yeni iPhone modellerini Eylül ayında tanıtan Apple, bu sene bir sürpriz yaparak iPhone telefonlarını ayrı bir etkinlik ile alışkın olduğumuz tarihten yaklaşık bir ay sonra tanıtmayı tercih etti. Bu ertelemenin bir nedeninin Kovid-19 kaynaklı global tedarik zincirinde baş gösteren problemlerden kaynaklandığını düşünüyorum.
Bu etkinliğin bir diğer özelliği de ilk 5G iPhone modellerinin tanıtılacak olması. Zaten, Apple’ın etkinliği “Hi Speed” (Yüksek Hız) olarak adlandırmasının ardında da bu yatıyor… IDC, Amerika’da bu yılın ilk yarısında 4,2 milyon 5G uyumlu akıllı telefon satıldığını belirtmişti ki, bu pazardaki satışın yaklaşık %7,5’ine tekabül ediyor. Yeni iPhone’lar ile birlikte, 5G cihazların pazar payının dikkate değer bir artış göstereceği de bir gerçek. Yıl sonuna kadar 5G destekli telefonların akıllı telefon satışlarının %20'sini oluşturacağı tahmin ediliyor. Bununla birlikte, yeni cihazlardaki 5G özelliği, başlangıçta tüketici deneyimini belirli bir ölçüde değiştirmeyecek. Akıllı telefon kullanıcıları ekran boyutu, daha iyi kamera özellikleri ve daha uzun pil ömrü gibi özelliklerdeki gelişmelere daha ilgililer. Bununla birlikte, pek çok ülkede 5G altyapısının henüz test için bile hazır olmaması, bu özelliğe yönelik büyük heyecana da sebep olmuyor.
Gelin, lansman öncesinde, yeni iPhone’larda ne olacağına geçmeden, eski iPhone lansmanlarını ve bu lansmanlarda tanıtılan iPhone’ların öne çıkan özelliklerini hatırlayalım. Apple’in 5G öncesi, ilk LTE destekli cihazı, 2012’de lanse edilen iPhone 5’di. 2014’de lanse edilen iPhone 6, ekran büyüklüğündeki artış ile en ses getiren modellerden biri oldu. Ayrıca, bu model ile iPhone’lar daha yuvarlak kenarlara kavuştu ve önceki modellere kıyasla iPhone’ların baskın tasarımında kayda değer bir değişim oldu. Geçen yıl lanse edilen iPhone 11’lerin arkasındaki 3 kamera özelliği, beklenenden (en azından benim beklediğimden) çok daha büyük etki yarattı. Geçen yılki başarı, bu yıl için ayrı bir “challange” oluşturacak. Çünkü, artık akıllı telefon kullanıcılarının cihazlarını kullanma ortalaması üç ila dört yılı buluyor. Global olarak pandemi kaynaklı finansal problemler ve insanların tasarruf eğiliminde olması da Apple’ın aşması gereken zorluklardan biri olacak. Öte yandan, etkinliğin ardından, iPhone satışlarında %10 oranında bir artış olacağı öngörülüyor… Bernstein tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, iPhone kullanıcılarının % 18,5'inin (yaklaşık 180 milyon müşterinin) önümüzdeki 12 ay içinde telefonlarını değiştirmeyi planladığı tahmin ediliyor (iPhone kullanıcıları krizden daha az etkileniyor gibi…).