GEÇTİĞİMİZ Nisan ayında cari işlemler açığı ile ilgili ilk tehlike sinyali gelmişti. Ve ardından ikinci sinyal geldi... İlkinde Hükümet ve ekonomi yönetimi işi geçiştirmeye çalışmıştı. Şimdi daha ciddi tartışılmaya başlandı ama henüz önlem gözükmüyor.
Ekonomi yönetimi ve bankacılar, artan cari işlemler açığının farkındalar ama bir yandan da ‘yine de küçümseme eğilimi’ seziliyor. Çünkü mevcut gidişat herkesin işine geliyor. Politikacılar yüksek büyümeden, bankacılar artan karlardan memnunlar.
Ekonomi yönetimi yüksek açığı tartışmaya başladı ama kısa sürede somut bir önlem alınması, pek beklenmiyor. Böyle giderse Eylül-Ekim gibi cari işlemler açığında üçüncü sinyal de gelecek ama umarız o zaman iş işten geçmiş olmaz.
Cari işlemler açığını frenlemek için konuşulan en somut önlem, her zaman olduğu gibi, tüketici kredilerinden alınan Kaynak Kullanım Destekleme Fonu (KKDF) kesintisinin artırılması. Ancak bankacılar KKDF artırımına, ‘Sadece aracılık maliyetlerini artıracağı’ için karşı çıkıyorlar. Aslında, gerçekten de sadece KKDF artırımı ile ilgili yetinilirse sadece aracılık maliyetleri yükseltilmiş, sonuçta eğer genel politikalar değişmemişse, tüketime fren hedefi de pek tutmamış olur. KKDF artırımının tek etkisi, ‘psikolojik olarak tüketimi kısma ‘ sinyali vermesidir ama uzun süreli etkisi hep şüphelidir. Yani insanlar para harcamayı istiyorlarsa, ya tasarruflarını harcarlar ya da kredi alarak harcarlar. Olmadı, geçmişte olduğu gibi kredili satışlar yerine taksitli satışlar başlar, tüketim yine devam eder.
KKDF artırımı gibi geçici tedbirlerle, talep genişlemesi ve yarattığı sakıncalar giderilemez.
Kısacası; 5 milyar dolarlık cari açık hedefine rağmen 10 milyar dolarlık cari açık rakamı ortaya çıktıysa, bu açığın daha da büyüyeceği ortadaysa, demek ki iş, sadece KKDF artırımıyla geçiştirilemeyecek kadar ciddi. Dolayısıyla cari açık problemini daha ciddi olarak ele alıp, genel politikalarla birlikte düşünmek gerek.
Bizce 3 yıllık ekonomik program çalışması bu açıdan da kritik bir öneme sahip. Teorik olarak bakıldığında tasarruf açığının kapatılması, bunun için de faizlerin artırılması gerekiyor. Ama Merkez Bankası’nın faizleri indirmemesinin bile büyük eleştiri aldığı bu ortamda faiz artırımı kimsenin aklına getirmediği bir ihtimal. Merkez Bankası enflasyonla mücadele kapsamında hareket ediyor ama politikacılar büyümeden vazgeçmiyor, Hazineciler de faizlerin artmasını istemiyor. Halbuki daha önce örneğin Hazine’nin borçlanıp Merkez Bankası’na olan borçlarını ödemesi önerisi de gündeme geldi ama faizler nedeniyle Hazine buna yanaşmadı.
ORTAK POLİTİKA YOK
Yani; herkes kendi tarafından bakıyor ve ortak bir politika saptanamıyor. Çözüm öncelikler belirlenmeli..Büyüyeceksek ona göre, enflasyonu indireceksek ona göre, cari açığı azaltacaksak ona göre yani hangisi önceliğimiz ise ona göre genel politikalar saptanmak zorunda. Hepsini birden amaçlayıp, buna göre politika yürütmenin başarılı olamayacağı açık.
Eğer genel olarak bir politika belirlenmemiş, herkesin uygulayacağı politikalar buna göre dizayn edilmemişse, elbette tüm kurumlar mevcut ekonomik uygulamalara kendi açılarından yaklaşıp, kendi başarı kıstaslarına göre hareket edecekler.
Bu nedenle üç yıllık programı da fırsat bilip, uygulanacak genel politikaları belirlemeye öncelik verilmeli. ‘Her şeyin bir arada başarılabileceği politikalar’ yanılgısından kurtulup, saptanacak amaçlar doğrultusunda özel politikalar dizayn edilmeli. IMF’le stand-by görüşmelerine başlamadan önce bu iş başarılabilirse, işte o zaman ‘kendi programımızı hazırladık’ diyebiliriz.
Kısacası; 10 milyar dolarlık cari işlemler açığı, buna karşılık 17 milyar dolarlık döviz girişi varsa, ‘Türkiye’nin bu dengeyi uzun süre götüremeyeceği’ni görmek gerekiyor. Nisan’da ilk sinyalde olduğu gibi işi geçiştirip, yine bir şey yapılmazsa, bundan sonra gelecek sinyallerde çözüm bulmak iyice güçleşmiş olabilir.
Yani sorun ‘KKDF artırıp işi çözelim’ denecek kadar hafife alınacak kadar küçük değil. Öncelikler belirlenip, saptanacak genel politikalar çerçevesinde cari açığa da çözüm aranmalı.