Paylaş
“İfade özgürlüğü” başlığı altında, hükümetin takındığı tutuma sert tepki veren AB yetkililerine, hükümetten özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’dan aynı sertlikte yanıtlar geldi.
Gezi olaylarının nispeten sakinleşmesine karşılık, AB ile ilişkiler ise henüz onarılmış, düzeltilmiş değil. Aksine önümüzdeki dönemde AB ile ilişkilerin daha da sertleşmesi, sekter bir ortamın doğma tehlikesi de bulunuyor.
AB ile tam üyelik müzakerelerinde 3 yıldır yeni fasıl açılabilmiş değil. Uzun zamandır açılmayan fasıllar nedeniyle donmuş görünen tam üyelik sürecinde, önümüzdeki günlerde açılması planlanan fasılların da tehlikeye girdiği konuşulmaya başladı. Önümüzdeki günlerde “bölgesel politikalar” faslının açılması için mutabakata varılmıştı. Ancak şimdi bu da garanti değil.
Diplomasi çevrelerinde Almanya ve Hollanda’nın bu yeni faslın açılmasına izin vermeyeceği, engelleyeceği konuşuluyor. Böyle bir engelleme halinde Türkiye’nin AB’ye sert bir tepki vermeye hazırlandığı da konuşulanlar arasında. 1997 yılında, Mesut Yılmaz hükümeti döneminde olduğu gibi “Avrupa ile siyasi ilişkileri askıya
alıyoruz” türü bir restin gündeme gelebileceği kaydediliyor. Bu takdirde, teknik olarak Gümrük Birliği ve müzakere süreci bitmemiş oluyor ama, ağırlıklı olan siyasi ilişkiler donduruluyor.
Geçen hafta Gezi olayları tartışılırken bazı AB yetkililerinin “Keşke Türkiye ile ilgili fasılları zamanında açsaydık, bu takdirde demokrasi daha gelişir, böylesine bir ortamla karşılaşmazdık. Bizim de sorumluluğum var” dedikleri, basına yansımıştı. Umarız bu sağduyulu sesler AB’nin kararlarına hakim olur da, fasıl açılmasını engelleyerek Türkiye-AB ilişkilerinin donmasının önü açılmaz.
AB ile siyasi ilişkilerin askıya alınması halinde bunun hem siyasette hem de ekonomide ciddi olumsuz sonuçları olabilir. Unutmayalım ki; geçen 10 yılda sağlanan siyasi ve ekonomik istikrarda, ağır aksak gitse de, Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakereleri yapan bir ülke olmasının büyük katkısı oldu. Ekonomide sağlanan istikrarda, yabancı sermeyenin hem doğrudan hem kısa vadeli fonlar olarak gelişinde, bu sürecin katkısı yadsınamaz. Bu ilişkinin bittiği yönünde bir algı oluşması halinde, özellikle yabancı sermaye açısından ciddi sıkıntıların doğma ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekiyor.
BU GENÇLERİ YURTDIŞINA KAÇIRIRSAK...
Son 3 haftadır yaşadıklarımızdan umarım gerekli dersleri çıkarırız. Bu süreçte özellikle büyük şehirlerde oturan hemen herkesin olaylarla ilgili, iyi ya da kötü anıları oldu. Bence bu dönemin eylemlerindeki en önemli özelliklerden biri, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar zengin ve yaratıcı ürünlerin ortaya çıkması idi. Kendi çocuğumdan biliyordum ama bu süreçte genel olarak özgürlüğüne önem veren, “sürü”lere ve kalıplara sığamayan, birey olmak ile birlikte davranmayı bir araya getirebilen, heyecanlı ama bu yaşta aklı öne almayı becerebilen, vicdanlı, yaratıcı, eğitimli ve şehirli bir kuşakla karşı karşıya olduğumuza artık eminim.
Bence bu olaylardan çıkarılması gereken en önemli derslerden biri de, ne kadar tersine çevrilmeye çalışılsa da, özlediğimiz çağdaş ülkeler seviyesine bizi götürebilecek bir kuşak olduklarını ispat ettikleridir. Eğer gençlerin kendilerini var edebilecekleri iklimi, demokratik standartları hazırlayamazsak, çok rahat yurtdışında iş bulma imkanına sahip bir kuşağa sahibiz. Yani ülkenin umudu olan kuşağı, artacak beyin göçüyle dışarıya kaptırma tehlikesi çok açık ortada. Politikacı, işadamı herkes; en büyük derdin nitelikli insan gücü olduğunu, ülkeye yapılacak iyiliklerin başında bu kuşağı kazanmanın geldiğini unutmasın.
Paylaş