Paylaş
Facebook, Twitter gibi bir çok sosyal paylaşım sitesinde konuyla ilgili tartışmaların arttığını belirtirken de, Tempo Dergisi’nin Yayın Yönetmeni Ayşegül Savur’un kentin sosyal yaşamı konusundaki görüşlerine yer vermiştim. Son olarak da konu hakkında fikri olup, mail yoluyla bana ulaşmak isteyenlerin görüşlerini köşeme taşıyacağımı vurgulamıştım. İnanın yazım üzerine o kadar çok mail geldi ki, en ilginçlerini tasnif etmek için bir hayli zorlandım. Görüş ve düşünceleri önümüzdeki haftalarda sizlerle paylaşacağım.
Ayşegül Savur’un söylemi üzerine Ankara’daki yaşamımızı düşündüm. Tamam, İstanbul gibi denizimiz, dolayısıyla doğal dekorumuz yok, üstüne üstlük bozkır da yaşıyoruz ama Ankara fiziki olarak o kadar da sıkıcı değil. Gerçi keyifle yürüyeceğimiz bir bulvar ya da caddemiz bile yok. Otobana dönmüş yollarda yürüyebilecek doğru dürüst ne bir kaldırımımız var, ne de karşıdan karşıya geçebilecek imkanımız.
GECE NEREDEYSE HAYAT DURUYOR
Örneğin eskiden Kızılay’da mağaza vitrinlerine bakarak yürümek, bulvar üstündeki kafe ya da pastanelerde bir şeyler atıştırmak çok keyifliydi. O dik Cinnah Caddesi yokuşunu tırmanıp, Botanik parkında soluklanmak bile güzeldi. Şimdi biraz Tunalı Hilmi Caddesi, biraz da Bahçelievler 7. Cadde, hepsi o kadar. İnatla AVM’lerin içine tıkıştırılmamız ise neredeyse kaderimiz oldu.
Akşam karanlığı şehrin üzerine çöktüğü zamansa neredeyse hayat duruyor. Ben bu olumsuzluğun suçunu kentte yaşayanlarda değil, kentin ruhunu kaybettiren yöneticilerde buluyorum. Nasıl mı? Saat 24’den sonra toplu taşıt araçlarını çalıştırmayan, sokakları loş ışıklara mahkum eden, yaya kaldırımlarını daraltan, caddelerdeki otomobil parkını bile paralı hale getiren, aileleriyle restorana giden çocukları karakola götüren bir zihniyetten ne bekliyorsunuz ki?
İstanbul öyle mi? Kenti yönetenlerin sağladığı hizmetlerle geç vakitlere kadar ye, iç, eğlen, gez, evine dön. Onun için çocuklu aileler, genç kız ve erkekler, yaşlılar sokaklarda yaşadığı şehre ruh veriyor.
19 YILLIK BECERİKSİZLİĞİN MAZERETİ BU OLMAMALI
Bu serzenişlerimi siyasi bir yorum olarak algılamayın. Zira İstanbul gibi sorunları büyük, güvenliği tam sağlanamamış bir megapolü de Ak Parti’li bir belediye başkanı yönetiyor ama şehre yapılan yatırımlar çok güzel. En azından yaşayan caddeleri, sokakları ve parkları var ki belediyesi güzelleştirmek için daha da çaba gösteriyor. Metrosunu tamamlıyor, ulaşımını rahatlatıyor. Metro dedim de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı 19 yıllık beceriksizliğini şöyle izah ediyor... “Metro gibi büyük yatırımlar belediye bütçesini aşar, tüm dünyada bu yatırımları merkezi hükümetler yapar. Biz de konuyu ulaştırma bakanlığına devrettik.”
Hiç kimse de çıkıp şunu söylemiyor; CHP’li yöneticilere sahip Eskişehir’i, Antalya’yı bir kenara bırak, İstanbul, Samsun, Bursa, Kayseri gibi birçok ilimizin belediye başkanı Ak Partili ama hepsi metrosunu kendi belediye bütçesiyle tamamlamayı bildi. Hükümetten yardım istemediler, dar bütçeleriyle kendileri yaptılar. Sen Türkiye’nin bütçe büyüklüğü olarak ikinci belediyesini yönetiyorsun ama metro yatırımını yapmadığın gibi ülkemizin en borçlu belediyesi olma beceriksizliğini içine sindirebiliyorsun!
SANAL DÜNYA ONU GERÇEK YAŞAMDAN İYİCE KOPARDI
Ben Melih Gökçek’in yöneticilik melikeleri ve ruh hali konusunda ciddi kaygı duymaya başladım ki, bunu da yazılarıma yansıtıyorum. Nedenleri ise çok fazla ancak biri de sanal aleme fazla dalıp, hayatın gerçeklerinden fazlasıyla kopması. Malumunuz Sayın Gökçek, gece yarılarına kadar, bilgisayarın karşısına kurulup, Twitter’den kopamıyor. Hal böyle olunca da günlük yaşama öğlene doğru başlayıp, işe gitmek için sabah yollara dökülen Başkentlilerin çilesini göremiyor. Biliyorsunuz son yıllarda birçok ebeveyn, çocuklarının sanal aleme çok takıldığı için dünyadan kopup, asosyal olmasından şikayet ediyor. İşte Gökçek’te hızla çağımızın bilgisayar hastalığına doğru yelken açmış görünüyor. Bence kendisinin asosyal olmasında hiçbir mahsur yok ama icraatlarıyla Ankaralıları sosyal hayattan koparmasına itirazım var.
GÖKÇEK SAYESİNDE ANLAM KAZANDI
En iyisi Yahya Kemal’in Türk siyasetine ve edebiyatına geçen o ünlü sözlerini biraz revize edip, hatırlatarak sözlerimi tamamlayayım. Ankara’nın en çok neyini seversiniz? Cevap: İstanbul’a dönüşünü... Peki her geçen gün iki şehir arasındaki makas neden açılıyor ve bu meşhur söz temcit pilavı gibi önümüze geliyor? Aslında tek cevabı var: “Melih Gökçek’ten sonra Yahya Kemal’in o meşhur sözleri daha bir anlam kazandı.”
Bu satırları az önce Türkiye’ye dönmek üzere İngiltere’nin başkentinden havalanan uçaktaki koltuğumdan yazıyorum. Dört günlüğüne gittiğim Londra’daki mükemmel şehircilik anlayışı, beni daha da kamçıladı. Ankara’dan daha kalabalık şehirdeki belediyecilik anlayışına hayran kaldım. Medenice 24 saat hizmet sunan otobüsleri, metrosu bir kenara bu şehrin yayaya önem veren kaldırımları, ışıl ışıl caddeleri ve parklarıyla insanı büyülüyor.
2013 2012’Yİ ARTAMAZ, HATTA...
Neyse, esas aktarmak istediğim konuya dönelim. Londra’ya turistik bir ziyaret için gitmedim. Bulunuş sebebim bu yıl 33’üncüsü düzenlenen World Travel Market (WTM) Londra Turizm Fuarı’na katılmaktı. 189 ülkeden turizmciyi ağırlayan fuar, 5-8 Kasım 2012 tarihleri arasında gerçekleşti. Türkiye bu fuara en büyük stant alanıyla katılan ülkelerden biriydi ki, tam 700 metre karelik alanda ilgi odağı olmasını bildi. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki fuarda edindiğim izlenime göre İngiltere’den gelecek turist sayısında en kötü durumda bile 2013’ün 2012’yi geçeceği görülüyor. 2013’de Türkiye-Suriye ilişkilerinde radikal bir durum ve küresel konjonktürde ciddi bir gelişme olmazsa daha iyi bir sezon geçilebilir.
Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan ile Tanıtma Genel Müdürü Cumhur Güven Taşbaşı için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Her ikisi de yurt dışı ataklarında o kadar başarılı ki, inanın ülkemiz için çok iyi işler yapıyorlar. En önemlisi de attıkları her adımda devlet özel sektör işbirliğine çok önem veriyorlar. Belki de hiç bir resmi kurumda göremediğimiz bu birliktelik sayesinde her türlü siyasi olumsuzluğa rağmen ülkemize gelen ziyaretçi sayısı ile gelirlerimiz artıyor.
TEMPO TRAVEL DÜNYAYA AÇILMAYI SÜRDÜRÜYOR
Bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın fuarda dağıttığı en önemli materyallerden biri yine Tempo Travel’in İngilizce olarak yayına hazırlanan sayısı oldu. Bakanlıkla iş birliği yapan Tempo Travel Dergisi ücretsiz olarak tüm fuar katılımcılarına ulaştırıldı. Üstelik dergi o kadar ilgi gördü ki, binlercesi dört günlük fuarın ikinci günü tükendi. Merak edenler için söyleyeyim, ülkemizin turizm bölgelerinin işlendiği Tempo Travel’in İngilizce özel sayısı Türkiye’deki bayilerde de satışa sunuldu. Ekip arkadaşlarımla beraber hazırladığımız dergisinin başarısı bizlerin yüzünü güldürdüğü gibi ülke turizmimizi de mutlu ediyor. Zira sayfalarındaki yazı ve fotoğraflardan etkilenenlerin gittikleri tesislerde referans olarak dergimizi göstermesi bize gurur veriyor.
AH BİRDE TERSTEN OKUNMASA!
Darısı Mart 2013 ayında yenisi hazırlanacak Almanca ve Rusça Tempo Travel’lerin başına. O dergilerde önce Berlin ve Moskova’da düzenlenecek dev fuarlarda dağıtılacak, ardından yurt içi ve dışında bayi satışına girecek. Ben derginin Arapça versiyonunun da hazırlanmasını planlıyorum ama dergiyi tersten okuma fikri aklımı kurcalıyor. Malumunuz Arapça eserler arkadan öne doğru okunuyor ya!
Paylaş